A
Admin
Yönetici
Yönetici
Yolların ve araçların olmadığı zamanlardı. Fakirdi çoğunluk; bu yüzden taşınacak yüklere tâlip hamallar bulmak zor değildi. “Hamalsan iki şey önemlidir: yük ve yol… Ancak sırtına aldığın yükle bu mesafeyi aşabilirsen, ücret gündeme gelir. Aksi olursa, ceremesini çekersin!” Bunu düşünerek yola çıkar genç delikanlı. Yanında çelimsiz bir ihtiyar hamal… İhtiyarın sırtında kendisinden büyük bir yük; delikanlınınki ise birkaç bavuldan ibarettir. Merhum Mehmet Âkif’in: “Bet-beniz kül gibi olmuş uçarak nûr-i şebâb; O yanaklar iki solgun güle dönmüş, bîtâb!” dizeleriyle tarif edeceği kadar halsiz ihtiyara küçümseyerek bakar genç: — Bu ihtiyar bu yükü taşıyamaz. Çok geçmeden dizleri çöker. Gerekirse sırtındaki yükün yarısını ben alırım,” diye geçirir içinden. Bir süre sonra ihtiyar: — Mola vakti, delikanlı. Gel, biraz dinlenelim,” der. Genç şaşkındır: — Ne molası beybaba, yola yeni çıktık. Ben daha terlemedim ki!” İhtiyar durur, yavaşça yere çöker. Yükünü indirirken delikanlıya da seslenir: — Sen de dinlen evlâdım...” Ama genç içerler, ayakta dolaşır. Bu “bunak”la yola çıkmanın ne büyük hata olduğunu düşünür. İhtiyar bir saat kadar sonra yine durur, uzanır. Delikanlı ise kızgınlıkla dolanır etrafında. Israrla: — Yükünü indir, dinlen biraz!” dese de genç umursamaz. Daha çok öfkelenir. Ziyâ Paşa’nın şu beyti akla gelir: “İdrâk-i maâlî bu küçük akla gerekmez, Zîrâ bu terâzi o kadar sıkleti çekmez.” Yine bir mola… Yine aynı teklif: — Dinlenelim mi evlâdım?” Genç bu kez başını sallar ama artık dizlerinin bağı çözülür. Kara sinekler gibi uğuldayan düşünceler birden susar. Olduğu yere yığılır. Bavulları yere düşer. Ne kadar baygın kaldığını bilmez. Gözünü açtığında ihtiyar hamal, onun bavullarını da kendi yükünün üzerine bağlamıştır. Bir tas suyu dudağına dayar: — Haydi kalk evlâdım. Bana yaslan. Ağır ağır gider, sonra yine dinleniriz...” der. Omzundan destek alır delikanlı. Ama en çok kelimelerinden güç bulur. İhtiyar, kendi kendine Ziyâ Paşa’nın beytini mırıldanır: “Kendinin gayret-i milliyyesi koymaz yoksa, Çekilir yük mü bu mihnet kişi olsa hammâl?” ve; “Sözü olanın, söze hakkı vardır.” düsturuyla delikanlıya döner: — Evlat! Ben yılların hamalıyım. Nice pehlivan yapılı gençler gördüm. Çoğu dinlenmeyi bilmediği için yükleriyle birlikte kendilerini de toprağa serdiler. Oysa bizim işimiz bir yükü taşımak… altında ezilmek değil! Unutma ki yük taşıdıkça ağırlaşır. Dinlenerek yük hafifler. Belki ileride hamallığın şekli değişir, o günleri ben göremem. Ama sen o zamanlara ulaşırsan, aman dikkat! Kafanda da yük taşıma. Akşamları bırak ve hafifle. Sabah yeniden taşırsın yükünü. Bizim işimiz bugünü yarına taşımak… bugünün altında yok olmak değil. Çünkü yarınlarda bizi bekleyenler var. Taşıdıklarımızı bekleyenler var... Denizin olduğu yerde dere çağlamazmış.” der. Böyle güzel bir kelâmdan sonra ne diyebiliriz ki? Yüklerimizi en doğru, en bilinçli şekilde taşımak… hayatın ağırlığı altında ezilmemek... Necip Fâzıl’ın dediği gibi: “Bu yük senden Allâh’ım, çekeceğim, nâçarım! Senden sana sığınır, senden sana kaçarım!” Gerçek şu ki, hepimiz hayatın içinde bilinçsiz birer hamala dönüştük. Herkesin yükü kendine ağır... Bâri akşam eve vardığınızda yükünüzü bırakın. Hafifleyin… Gülümseyin... Sabah, ayağa kalkacak gücü bulmanız kolay olur. “Yük ve Yol”, yılların deneyimiyle olgunlaşmış bir ihtiyar hamalın, genç bir delikanlıya yalnızca sırtla değil, sabırla, akılla ve yürekle yük taşımayı öğrettiği derin ve anlamlı bir hikâyedir. Genç hamal, yola çıktığında sabırsız, güçlü ama tecrübesizdir. Bu tecrübesizlik, onu kısa sürede zorluklarla karşı karşıya getirir. Ancak zamanla, yaşadığı deneyimler sayesinde sabrın ve dinlenmenin ne kadar önemli olduğunu fark eder. Hikâye, yüklerin sadece fiziksel değil, ruhsal anlamlar da taşıdığını gösterir. Dinlenmenin, sabırla ilerlemenin ve her yükü taşırken akıl ile gönül arasında denge kurmanın gerekliliğini vurgular. Sonuç olarak, mesele yalnızca yük taşımak değil; doğru şekilde taşımayı, gerektiğinde durmayı ve hafiflemeyi bilmektir. Hayatın yükünü sırtlamaya alıştık; ne var ki unuttuk: Taşımak, ezilmek değildir. Dinlenmeyi bilmeyen, yolda kalır. Günün sonunda... biraz dur, biraz sus, biraz hafifle. Yük taşımak bir sanattır; ezilmeden, yılmadan, yolunu kaybetmeden taşımak sanatı... Elbette anlayana; anlamak isteyene… Hâsıl-ı kelâm: “Ölenler ölümü bilmez, ölüm kalanların hikâyesidir. Yol Elif ise, yön bellidir... Herkes kendi tercihiyle, kendi hayatını yaşar. Söz meclise, kıssa herkese… Söz uzar, kesmek gerektir vesselâm!” Selâm ve duâ ile… Âsâr-ı Gönül...