A
Admin
Yönetici
Yönetici
Geçen hafta şehir dışında bir işim olduğu için otobüsle yola çıkacaktım. Otobüs firmasında eski öğrencilerimden biri çalışıyordu. Aradan yirmi yıl geçmiş olsa da öğrenci–hoca ilişkimiz hâlâ devam ediyordu. Kendisi öğleden sonra geleceği için sabah nöbetinde görevli olan arkadaşının telefon numarasını bana göndermişti.
Sabah vaktinde otogara vardığımda otobüs henüz gelmemişti. Görevli arkadaş, beni daha önce tanıdığı için biletimi hemen kesti. Otobüsün yarım saat gecikeceğini söyleyip yazıhaneye çay içmeye davet etti. Bu ikramı memnuniyetle kabul ettim. Arka taraftan dolanarak firmanın yazıhanesine geçtim.
Çayımı yudumlarken çalışan başka bir personele daha rastladım. Bu iki arkadaş, hem gelen yolcuların biletini kesiyor hem de halk arasında eskiden beri bilinen adıyla “çığırtkanlık” yapıyorlardı. Çocukluğumdan beri bu tip insanlar ilgimi çeker. Vaktiyle sık sık otobüsle seyahat ettiğim için bu figürlerle çok muhabbetim olmuştur. Onlarla samimiyetin varsa biletini indirimli alırsın; yoksa diğer yolcular gibi tam ücret ödersin.
Aslında çığırtkanlar, otogarlarda üçüncü veya dördüncü planda karşımıza çıkar. İlk iki sırada aslan payını otobüs kaptanları ve muavinler alır. Hele muavinler, zaman zaman kaptanlardan rol çalma gayreti içindedir. Hiç unutmam, bir gün Adana Otogarı’nda otobüsümüz mola vermişti.
Elinde bir paketle otobüse doğru gelen bir adamı otobüs muavini karşıladı. Alıcı, kargonun otobüs kaptanına teslim etmesini adama tembihlemişti. Bunun üzerine esnaf adam, muavine dönüp sordu:
-Merhaba, bu paketi İstanbul’a göndereceğim. Siz otobüsün neyisiniz?
Muavin ise hiç düşünmeden şöyle bir cevap vermişti:
-Otobüsün her şeyiyim.
Esnaf da telefonda karşı tarafa “Burada otobüsün her şeyi olduğunu söyleyen bir arkadaşa paketi veriyorum.” dedi. Gerçekten de muavinler, bazen kaptan yemek yerken veya çay içerken aracın idaresini üstlenirler. Hatta çoğu zaman kaptan kadar yetkili gibi görünürler.
Gelelim çığırtkanlara… O gün otogarda gördüğüm iki personelden biri, yani en son gördüğüm kişi, “sofi” idi. Sofi çığırtkan nasıl olur diye düşünebilirsiniz. Tıpkı ünlü bir takımın amigosu olup tövbe ettikten sonra tanınmış bir tarikata girenler gibi… Bu insanların tövbe sonrası hayatlarını hep merak etmişimdir. Genellikle eski hâllerinden izler taşırlar.
Bizim çığırtkan arkadaş da elinde tespih, başında külah, müşterileri karşılıyordu. Kur’an dinliyor, ilahi söylüyor, zikir çekiyordu. Telefonunda şu ilahiyi dinlediğine şahit olmuştum:
Kurban olam sürme çekmiş gözüne,
Sarı cübbe giymiş yâr üstüne,
Gül dalını tutuşturmuş,
Geliyor iki gözümün çiçeği…
Bu ilahiyi dinleyince, mesleği itibariyle bu sofiyi görüp hangi tarikata mensup olduğunu tahmin etmek zor değildi.
Kim bilir, bu sofi çığırtkan olmadan önce otogarda neler yapmıştır? Geçmişte gördüğüm çığırtkanları hatırlıyorum. Bir keresinde yine otogara gitmiştim. Yan yana duran iki otobüs firması, Ankara’ya gideceğimi öğrenince adeta beni kapma yarışına girişmişti. Önce çığırtkanlar ikna çabasına girdi. Aynı saatte hareket ettikleri için bu kez fiyat kırmaya başladılar.
Ben de ilk defa ilgi gören nazlı bir gelin gibi davranıyordum. Fakat hesaba katmadığım bir şey oldu: Çığırtkanlardan biri diğerinden daha atik çıktı, kolumdan tutup adeta uçarcasına beni diğer çığırtkandan kaçırdı ve kendi firmasının önüne getirdi. “Abiye şu fiyattan bilet kes, sigortalı olsun.” dedi.
Şimdi düşünüyorum da… Acaba bu sofi o çığırtkan mıydı? Ya da o çığırtkan bu sofi miydi? Bir türlü çıkaramadım. Ama bazı replikleri hâlâ kulaklarımda, üstelik artık ilahi formunda:
- “Kızıltepe! Mardin! Antep! Adana! Midyat!”
Sabah vaktinde otogara vardığımda otobüs henüz gelmemişti. Görevli arkadaş, beni daha önce tanıdığı için biletimi hemen kesti. Otobüsün yarım saat gecikeceğini söyleyip yazıhaneye çay içmeye davet etti. Bu ikramı memnuniyetle kabul ettim. Arka taraftan dolanarak firmanın yazıhanesine geçtim.
Çayımı yudumlarken çalışan başka bir personele daha rastladım. Bu iki arkadaş, hem gelen yolcuların biletini kesiyor hem de halk arasında eskiden beri bilinen adıyla “çığırtkanlık” yapıyorlardı. Çocukluğumdan beri bu tip insanlar ilgimi çeker. Vaktiyle sık sık otobüsle seyahat ettiğim için bu figürlerle çok muhabbetim olmuştur. Onlarla samimiyetin varsa biletini indirimli alırsın; yoksa diğer yolcular gibi tam ücret ödersin.
Aslında çığırtkanlar, otogarlarda üçüncü veya dördüncü planda karşımıza çıkar. İlk iki sırada aslan payını otobüs kaptanları ve muavinler alır. Hele muavinler, zaman zaman kaptanlardan rol çalma gayreti içindedir. Hiç unutmam, bir gün Adana Otogarı’nda otobüsümüz mola vermişti.
Elinde bir paketle otobüse doğru gelen bir adamı otobüs muavini karşıladı. Alıcı, kargonun otobüs kaptanına teslim etmesini adama tembihlemişti. Bunun üzerine esnaf adam, muavine dönüp sordu:
-Merhaba, bu paketi İstanbul’a göndereceğim. Siz otobüsün neyisiniz?
Muavin ise hiç düşünmeden şöyle bir cevap vermişti:
-Otobüsün her şeyiyim.
Esnaf da telefonda karşı tarafa “Burada otobüsün her şeyi olduğunu söyleyen bir arkadaşa paketi veriyorum.” dedi. Gerçekten de muavinler, bazen kaptan yemek yerken veya çay içerken aracın idaresini üstlenirler. Hatta çoğu zaman kaptan kadar yetkili gibi görünürler.
Gelelim çığırtkanlara… O gün otogarda gördüğüm iki personelden biri, yani en son gördüğüm kişi, “sofi” idi. Sofi çığırtkan nasıl olur diye düşünebilirsiniz. Tıpkı ünlü bir takımın amigosu olup tövbe ettikten sonra tanınmış bir tarikata girenler gibi… Bu insanların tövbe sonrası hayatlarını hep merak etmişimdir. Genellikle eski hâllerinden izler taşırlar.
Bizim çığırtkan arkadaş da elinde tespih, başında külah, müşterileri karşılıyordu. Kur’an dinliyor, ilahi söylüyor, zikir çekiyordu. Telefonunda şu ilahiyi dinlediğine şahit olmuştum:
Kurban olam sürme çekmiş gözüne,
Sarı cübbe giymiş yâr üstüne,
Gül dalını tutuşturmuş,
Geliyor iki gözümün çiçeği…
Bu ilahiyi dinleyince, mesleği itibariyle bu sofiyi görüp hangi tarikata mensup olduğunu tahmin etmek zor değildi.
Kim bilir, bu sofi çığırtkan olmadan önce otogarda neler yapmıştır? Geçmişte gördüğüm çığırtkanları hatırlıyorum. Bir keresinde yine otogara gitmiştim. Yan yana duran iki otobüs firması, Ankara’ya gideceğimi öğrenince adeta beni kapma yarışına girişmişti. Önce çığırtkanlar ikna çabasına girdi. Aynı saatte hareket ettikleri için bu kez fiyat kırmaya başladılar.
Ben de ilk defa ilgi gören nazlı bir gelin gibi davranıyordum. Fakat hesaba katmadığım bir şey oldu: Çığırtkanlardan biri diğerinden daha atik çıktı, kolumdan tutup adeta uçarcasına beni diğer çığırtkandan kaçırdı ve kendi firmasının önüne getirdi. “Abiye şu fiyattan bilet kes, sigortalı olsun.” dedi.
Şimdi düşünüyorum da… Acaba bu sofi o çığırtkan mıydı? Ya da o çığırtkan bu sofi miydi? Bir türlü çıkaramadım. Ama bazı replikleri hâlâ kulaklarımda, üstelik artık ilahi formunda:
- “Kızıltepe! Mardin! Antep! Adana! Midyat!”