A
Admin
Yönetici
Yönetici
Mustafa Kemâl’in hâssaten “Totaliter Şef” mevkiini kazandıktan sonraki üslûbu, gâyet mütekebbir ve mütehakkimdir, ayrıca hâdiseleri naklederken, tarafgîrdir, “égocentriste”tir; bu bakımdan tanınması, kolaydır… Meselâ –kendi kaleminden şahsının destânı olan- Tarih IV’teki şu ifâdeler, buna birer nümûnedir: “Türk milletinin mayasında saklı harikulâde kudret, pek kadim bir mazidenberi tarihin seyrini değiştiren, dinleri, medeniyetleri ellerinde oynatan kahramanları halinde tecelli etmiştir. Osmanlı İmparatorluğu yokolacağı sıralarda türk kudreti, yine böyle bir mümessil yarattı: Mustafa Kemal.” Mustafa Kemâl, 1935 yazında, Florya'da, –1935/1941 senelerinin “Târih Kurumu Başkanı”- Hasan Cemil Çambel ile gözde talebesi ve fikirlerinin tercümânı Âfet Hanım'a “Türk Tarihi Araştırma Kurumu Programının Avanprojesi” ismiyle zikredilen bir “Kurum'un Çalışma Programı Taslağı” dikte etmişti. Bu projenin tamâmı ve el yazması bâzı sayfalarının fotoğrafları, Kurum’un yarım asır Umûmî Kâtiblik ve Müdürlüğünü deruhde eden Uluğ İğdemir tarafından Cumhuriyetin 50. Yılında Türk Tarih Kurumu ünvânlı kitabına dercedilmiştir. “Avanproje”, Kültür Bakanı Saffet Arıkan’a gönderilerek, onun inisiyatifiyle, alâkadâr bütün Devlet müesseselerinin bu istikâmette seferber edilmesi istenmiştir. Bu metinde, Mustafa Kemâl, kendisine “Türk Milletinin Büyük Müverrihi, Büyük Üstadı, Büyük Âlimi, Büyük Şefi”, “İlmiğ Deha”, “Güneş Dehâ” gibi sıfatlar yakıştırmaktadır: “1) Türk Milletinin Büyük Müverrihi Kemal Atatürk'ün Türk tarih yazma sanatında cihanşümul bir inkılâp yapan ve milliğ kültür tarihimizin seyrinde bütün istikballere şamil bir dönüm noktası yaratan ilmiğ dehasının açtığı ulusal-insaniğ tarih ideali yolunda iman ve şuurla yürüyen ve büyük yaratıcıdan aldığı ilhamla istikbalin Türk tarihine ait olduğuna inanan Türk Tarihi Araştırma Kurumu, hazırlamakta olduğu Türk Tarihinin Anü Hatları eserini, modern ilimlerin ve modern ilim metodlarının bütün icap ve taleplerini tatmin edecek surette vücuda getirmek ve bu yüksek maksada, şimdiye kadar topladığı ilmiğ tecrübelerden ve müspet semerelerden de istifade ederek, en kestirme ve emin yollardan bir an evvel varabilmek için, Büyük Üstadı Atatürk'ten yeni işaretler ve direktifler almıştır. […] “5) Büyük Şefin gösterdiği harb kahramanlığı yolunda temiz kanını akıtarak siyasiğ istiklâlini ebedileştiren Türk milleti, kültür kahramanlığı alanında da, kendi asîl zekâsını, Büyük Üstadı Kemâl Atatürk'ün güneş dehasında bileyerek ve onun bütün kapalı imkân kapılarını açan çelik azminden ve iradesinden kuvvet ve hız alarak, kendi kültür ve tarih binasını kendi kuracaktır.” (Uluğ İğdemir, Cumhuriyetin 50. Yılında Türk Tarih Kurumu, Ankara: T.Tarih K. Yl., 1973, ss. 26, 27, v.s.) 1930’lu senelerde liselerde -târih sâhasında- tek ders kitabı olarak okutulan Tarih I, II, III ve IV dizisi Mustafa Kemâl’in têlîfiydi veyâ bunların başmüellifi oydu. Bu kitablar, mekteblerde okutulan sonraki Kemalist târih kitabları için de model vazîfesi görmüştür; husûsen “İnkılâb Târihi” kitabları… Bu kitabların Başmüellifinin –kendisinin tâbirleriyle- “Türk tarih yazma sanatında cihanşümul bir inkılâp yapan”, “Türk Milletinin Büyük Müverrihi”, “Büyük Türk Âlimi”, “Güneş Dehâ Sâhibi Büyük Üstâd”, “Karanlıkları Yırtan ve Asırlara Hâkim Olan Dehâ”, “Yüce ve Kutlu Varlık” olduğunu daha evvel neşredilen bâzı çalışmalarımızda isbât etmiş bulunuyoruz. Bunlardan ilki, “Dîn Aleyhdârı Kemalist Târih Kitabları Nasıl Yazıldı?” başlığını taşıyor (Yeni Söz, 3-5.11.2017, tam sayfa üç tefrika). Bilâhare, bir çalışmamızda daha, yeni delîllerle, bu mevzûa tekrâr temâs ettik: Mustafa Kemâl’in Hastalığı, Ölümü, Cenâzesi; Yeni Söz, 11-20.3.2020- /532-541. Yeni Söz’de en son neşredilen “Ayasofya Câmii’ne ‘Bizans Müzesi’ Hakâretinin Sahîh Târihçesi” başlıklı çalışmamızda ise, bu tesbîtimizi aşağıdaki satırlarla hülâsa ettik: “ ‘Dîn Aleyhdârı Kemalist Târih Kitabları Nasıl Yazıldı?’ başlıklı araştırmamızda (Yeni Söz, 3-5.11.2017, 3 Tefrika), 1930’lu senelerde, liselerde okutulacak tek ‘Târih ders kitabları’ dizisi olarak hazırlanan Tarih I, II, III ve IV’ün Başmüellifinin Mustafa Kemâl olduğunu ve bu kitablardaki birçok bölümün (meselâ Tarih I’deki başlangıc bahsinin ve Tarih II’deki İslâm ve Hulefâ-i Râşidîn devrinin) doğrudan doğruya onun kaleminden çıktığını, her hâl-ü-kârda tamâmının onun murâkabesi altında ve tâlimâtları istikâmetinde têlîf edilmiş bulunduğunu isbât etmiştik. Bunda başlıca mesnedimiz, M. Uluğ İğdemir’in naklettiği mevsûk mâlûmât idi. Bilâhare, ‘Mustafa Kemâl’in Hastalığı, Ölümü, Cenâzesi’ başlıklı –tam sayfa tefrikası iki seneye yakın süren- vâsi araştırmamızda bu mes’ele üzerinde tekrâr ve daha genişçe durduk; bilhassa Gürbüz D. Tüfekçi vâsıtasıyle Âfet Hn.’dan intikâl eden el yazmalarıyle mezkûr dört Tarih kitabındaki alâkalı metinleri mukâyese ederek, onların esâs müellifinin Mustafa Kemâl olduğunu bir kerre daha isbât ettik. Bu ikinci tedkîkimizde (Yeni Söz, 10-24.3.2020/531-545), ayrıca, onun, hem militan bir Ateist, hem de çok katı bir İslâm düşmanı olduğuna dâir yeni vesîkalar takdîm ettik, yeni îzâhatta bulunduk…” (Ayasofya Câmii’ne ‘Bizans Müzesi’ Hakâretinin Sahîh Târihçesi; Yeni Söz, 18-20.3.2023/129-131) Mustafa Kemâl’in, mezkûr Tarih dizisinden mâadâ, üzerine kendi imzâsını koymadan, başkalarının imzâsını kullanarak neşrettiği pek çok makâlesi mevcûddur. Bunları da muhtelif çalışmalarımızda bahis mevzûu etmiştik. Mustafa Kemâl’in hâssaten “Totaliter Şef” mevkiini kazandıktan sonraki üslûbu, gâyet mütekebbir ve mütehakkimdir, ayrıca hâdiseleri naklederken, tarafgîrdir, “égocentriste”tir; bu bakımdan tanınması, kolaydır… Meselâ –kendi kaleminden şahsının destânı olan- Tarih IV’teki şu ifâdeler, buna birer nümûnedir: “Türk milletinin mayasında saklı harikulâde kudret, pek kadim bir mazidenberi tarihin seyrini değiştiren, dinleri, medeniyetleri ellerinde oynatan kahramanları halinde tecelli etmiştir. Osmanlı İmparatorluğu yokolacağı sıralarda türk kudreti, yine böyle bir mümessil yarattı: Mustafa Kemal.” (s. 14) “Fakat vücutları kadar ruhları ve dimağları da yıpranmış bu zatlar (Osmanlı vezirleri), (İşgâl Kuvvetlerine karşı) celâdet gösteremezlerdi! Babıalinin Avrupa devletlerine müdara ve itaatten ibaret bir asırlık korkak siyasetini bu köhne ve harap adamlar, değiştiremezlerdi. “Bu şecaati ancak Türk milleti ve millî kudretin timsali olan, o milleti kendine [kendinde] tecessüt ettiren Mustafa Kemal gösterebilirdi.” (s. 16) “Mustafa Kemal, Selânikte Şemseddinefendi mektebinde (Bu mektep yeni usul tedrisatta bulunmak üzere Selânikte açılmış ilk mekteptir) ilk tahsilini bitirdikten sora Selânik Mülkiye Rüştiyesine kaydolundu. Bu mektepte bir hocanın kendisine haksız olarak bir değnek vurması üzerine derhal mektebi bıraktı ve kendiliğinden Askerî Rüştiyesine girdi. Burada, ateşli zekâsı, fevkalâde kabiliyeti, hele riyaziyede emsalsiz iktidarile temeyyüz ederek muallimlerinin dikkat nazarlarını kendine celbetti. Ve her cihetle pek çabuk inkişaf ettiğinden hocaları ona bir talebe değil, yetişmiş bir adam ve bir arkadaş muamelesi yapmak lüzumunu duydular. “Mustafa Kemalin ismi evelleri yalnız Mustafa idi. Mektebin riyaziye muallimi Yüzbaşı Mustafa Efendi, talebesi Mustafada gördüğü fevkalâde istidadı takdir ederek, kendisile talebesi arasındaki farkı tebarüz ettirmek kadirşinas maksadile, resmî künyesinde Mustafaya ‘Kemal’ ismini de ilâve ettirdi. Mustafa Kemal, muallimi Mustafa Efendi bulunmadığı zamanlar onun yerine sınıflarda ders verirdi. “Rüştiyeyi bitirdikten sora, Mustafa Kemal, Manastır Askerî İdadisine, oradan, Harbiye Mektebine gitti. (Res. 2); Erkânıharbiye sınıflarına ayrıldı. Harbiye Mektebinde ve Erkânıharbiye sınıflarında hocalarının daha ziyade dikkatini celbetti. Mustafa Kemalin riyaziyeye, edebiyata ve güzel söz söylemeğe büyük bir istidadı ve çok merakı vardı; askerlik san’atine gelince, Mustafa Kemal büyük bir asker olarak yaratılmıştı. Hocalar ve arkadaşları, Mustafa Kemalin müstesna bir şahsiyet olduğunu anlıyorlardı. Mustafa Kemalin kavrayışlı zekâ ve ihatalı merakı, idadî mektebinden itibaren, mektep ve ders muhiti ile mahdut kalamazdı; memleketin haline, siyasî vaziyetine alâka göstermeğe başlamıştı. Arkadaşlarile vatan ve millet işleri üzerine konuşurdu; her düşündüğünü pervasız söyler ve Sultan Hamit idaresini şiddetle tenkit ederdi. Bununla beraber samimiyeti ve yüksek dirayetile kendisini arkadaşlarına sevdirmiş ve onlar üzerinde manevî bir nüfuz tesis etmiş olan Mustafa Kemali mektep idaresine karşı ele veren kimse çıkmamıştır. Lâkin mekteplerde umumî seviyeden yüksek ve tenkitçi seciyeleri takip ve tecessüsten hâlî kalmıyan müstebit ve müvesvis idare, Mustafa Kemali de gözden uzak tutmamış ve onu Erkânıharbiye Yüzbaşılığı rütbe ve diplomasını aldığı gün, (29 Kânunuevel 1904) tevkif ettirerek Yıldız Sarayına getirmişti. Günlerce Yıldızda ve Abdülhamidin işitebileceği bir vaziyette isticvap edilip, aylarca mevkuf bırakıldıktan sora Şama nefyolundu.” (ss. 17-18) [Kendisi Selânik’e tâyîn edilmek isterken Şam’a tâyîn edilmesinin sebebi, yukarıda kendi îzâhatından da anlaşılacağı vechiyle, daha mekteb sıralarında komitacı faâliyetlerinde bulunması, “Sultan Hamit idaresini şiddetle tenkit etmesi”, onu devirmek için arkadaşlarını el altından teşkîlâtlandırmasıdır… Abdülhamîd Han’ın zaafı burada da kendini gösteriyor: Onu ve arkadaşlarını derhâl mektebden, ordudan çıkarıp hapsetmesi lâzım gelirken, sâdece Dârülhilâfe’den uzaklaştırmakla yetinmiştir…] İptidâîlik had safhada! Kendi Putperestliğiyle iktifâ etmiyen Mütehakkim Zümre, elindeki muazzam imkânlarla, kendi bâtıl zihniyetini bütün Anadolu Milletine de aşılama dâvâsı güdüyor! O Millet ki başlıca hayât kaynağı, Tevhîd bayrakdârlığıdır! Dîğer taraftan, şu da bir hakîkat: O olmasaydı, Mütehakkim Zümre de olmazdı! *** “…Selânikte Üçüncü Ordu Zabitan Talimgâhı Kumandanlığında ve bu ordunun Erkânıharbiyesinde gösterdiği yüksek muvaffakıyet, askerlikte gösterdiği kudret, herkesin takdirini celbediyordu. […] “Görülüyor ki Mustafa Kemal, her bulunduğu yerde yaşının ve rütbesinin küçüklüğüne rağmen zekâsının şiddeti, talâkatinin kuvveti, umumiyetle yaradılışının fevkalâdeliği yüzünden daima müstesna ve yüksek bir mevki kazanıyordu.” (ss. 19-20) “Türk Milleti, kendinin bütün büyük hasletlerini nefsinde tecelli ettiren bu Büyük Evlâdına, lâyık olduğu mükâfatı vermekte asla gecikmedi: Büyük Millet Meclisi, Sakarya Muzafferine ‘Gazi’ ünvanile, yeni Türk Devletinin ‘Müşür’ rütbesini tevcih etti (19 Eylûl 1921). Padişah Hükûmeti, evelce görüldüğü veçhile, ‘Gazi’yi askerlikten tardetmiş ve utanmadan ‘Mustafa Kemal Efendi’ dediği bu beşeriyet harikasına idam cezasını vermişti (11 Mayıs 1920)… (s. 101) […] “Her millet, büyük adamlar yetiştirmiştir; lâkin Türk Milleti kadar büyük devlet adamları, büyük kumandanlar yetiştiren hiçbir millet yoktur. Her cihetten bakılırsa Türk Milletinin yetiştirdiği en büyük adam Mustafa Kemaldir. Mustafa Kemal, ruhu, ruhunun emsalsiz melekeleri, dehası, iradesi, metaneti, hasılı bütün manevî şahsiyetile, Büyük Türk Milletini şahsında tecessüm ettirir.” (s. 133) İlh… (Tarih IV: Türkiye Cümhuriyeti, İstanbul: Devlet Matbaası, 1934 -1931 baskısının tıpkıbasımı-. Metindeki bâzı ifâdeler, kendisi tarafından “italik”le vurgulanmıştır.) (Yahûdilik-Masonluk Münâsebeti; Milat, 23.9.2024/61) Süreyyâ Paşa: “Mustafa Kemâl, Memlekette yalnızca kendisinin büyük bilinmesini istiyordu” Abdülhamîd devri Seraskeri Rızâ Paşa'nın oğlu, İstanbul Meb'ûsu ve hayırsever büyük iş adamı Süreyya (İlmen) Paşa (1874 - 1955) Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın öncü kadrosuna dâhildi ve Fırkanın bilhassa İstanbul'da teşkîlâtlanmasında çok emeği geçmişti. Kendisi, devrin ileri gelenlerinden, 1900'lü senelerin İttihâdcısı, Mustafa Kemâl'i yakından tanıyan ve onunla def'alarca görüşmüş mühim bir şahsıyetti. 1946'da kaleme alıp 1951'de neşrettiği Zavallı Serbest Fırka isimli kitabında, “Tek Adam” hakkında, sayfalar boyunca verdiği birçok misâlle desteklediği şu tesbîtte bulunuyor: “Gazi, memlekette kimsenin sivrildiğine tahammül edemezdi. Her işi, her inkılâbı, her imarı, her teşkilâtı yalnız kendisi yapmak ve o fikrin yalnız kendisinden sadır olduğunu etrafa işâa ettirmek isterdi. [“İşâa ettirmek”: yaymak, duyurmak… “Şâyi etmek”, “şüyû bulmak”, “şâyia” da aynı sülâsî cezirdendir…] Memlekette, yalnız büyük olarak, kendisinin tanınmasını arzu ederdi. Halbuki memleketimizin medeniyet yoluna girebilmesi için daha yüzlerce Gazi'ye, İsmet'e ihtiyacı vardı. “Bir aralık Antalyada bir vaka olduğu işitildi. Millet Meclisi reisi Kâzım [Özalp] Paşa, Antalyaya gidiyormuş. Akrabası olan vali, şehri donatmış. Bunu haber alan Gazi, oraya, bir harp sefinesile, süratle gitmiş, her tarafı altüst etmiş. […] “[Süreyya Paşa, memleketin menfâatine olarak birtakım düzenlemelere gidilmesi için TBMM'de birçok kanûn teklîfi verince, Halk Fırkası ileri gelenleri, kendisini îkaz ve bu teklîflerle öne çıkmamasını ihtâr etmişler… Devâmında:] Nihayet, bir gün, Gazi'nin Çankaya'daki köşklerine davetli bulunduğum bir sırada, beni yanlarına çağırarak: ‘- Ne o? Sen Memlekette inkılâp mı yapmak istiyorsun?' diye sormuşlardı. Şaşaladım: ‘- Ne gibi bir inkılâp?' dedim. ‘- Gene üç teklifte [kanûn teklîfinde] bulunmuşsun! Gazetecilerle [bu kanûnların mâhiyeti hakkında] mülâkat yapmışsın!' diyerek bir parça da çıkışmak istedi. Ben de: ‘- Memlekette inkılâp yapmak haddim değildir! Gazetecilerle de hiçbir mülâkatta bulunmadım. Yalnız, memleketim için faideli addettiğim üç teklifte bulundum. Eğer bu gibi resmî tekliflerin gazetelere aksetmemesi arzu buyuruluyorsa, lûtfen Millet Meclisi riyasetine emir buyurunuz, gazetecilerin Millet Meclisi kalem-i mahsusuna müracaatlarında bu gibi teklifleri kendilerine gösterip not ettirmesinler!' dedim. Ve hakikat halde gazetecilerle hiçbir mülâkatta bulunmadığım cihetle, bu hususa dair de, kendilerine ayrıca teminatta bulundum. “Nihayet Gazi: ‘- Ne gibi tekliflerde bulunacaksan, evvelâ bana getir, birlikte müzakere edelim, münasip görürsem yaptırırım!' dedi; meseleyi kapattı. “Ondan sonra düşünmeğe başladım: ‘Öyle ya, Süreyya! Sana ne oluyor? Üç yüz küsur mebus arkadaşın var… Senden başka kim bu gibi tekliflerde bulunuyor? Niye sükût ediyorlar? Onların senin kadar akılları, hamiyetleri yok mu?' diye tekrar, kendi kendime, derin derin düşünmeğe başladım…” (Süreyya İlmen, Zavallı Serbest Fırka, İstanbul: Muallim Fuad Gücüyener Yayınevi, 1951, Derin Tarih mecmûasının tıpkı basım kitab ilâvesi, Eylûl 2015, ss. 28, 31) (Mustafa Kemâl’in Hastalığı, Ölümü, Cenâzesi; Yeni Söz, 2.11.2018/44)