A
Admin
Yönetici
Yönetici
Yasin ALTAY* I. İSTİNAF KANUN YOLU MAHKEMELERİ Türkiye’de istinaf kanun yolu mahkemeleri olan Bölge Adliye Mahkemeleri (BAM) ve Bölge İdare Mahkemeleri (BİM) 2016 yılında faaliyete geçti ve istinaf kanun yolu hayatımıza girmiş oldu. BAM’lar bugüne kadar Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Diyarbakır, Erzurum, Gaziantep, İstanbul, İzmir, Kayseri, Konya, Sakarya, Samsun, Trabzon ve Van illerinde kurulmuştu. Denizli, Malatya ve Tekirdağ illerinde kurulan mahkemeler ile Bölge Adliye Mahkemelerinin sayıları 18’e çıkmış oldu[1]. BAM’ların 423’ü faal olmak üzere, toplamda 573 daireleri bulunuyor[2]. BİM’ler ise Adana, Ankara, Bursa, Erzurum, Gaziantep, İstanbul, İzmir, Konya ve Samsun illerinde olmak üzere 9 adettir[3]. II. İSTİNAF KANUN YOLUNUN TEMYİZ KANUN YOLUNDAN FARKLARI İstinaf kanun yolunun, önceden beri uygulanmakta olan temyiz kanun yolundan, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK), 5235 Sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun, 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK), 2576 Sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu Ve Görevleri Hakkında Kanun ile 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu düzenlemelerine göre bazı farkları bulunsa da, bu farklılıklar kanun metinlerinde (teoride) kalmış, uygulamada ise istinaf kanun yolu ile temyiz kanun yolu büyük oranda iç içe geçmiştir. Aralarındaki (teoride kalan) başlıca farkları şu şekilde sıralamak mümkündür: - Temyizde yalnızca hukuki denetim yapılırken, istinafta ise esas olan hukuki denetim değil, maddi (vaka) denetimidir[4]. - Bölge Mahkemeleri (BM) ilk derece yargısında verilen kararın hukuka uygunluğunun denetlenmesi, gerekli görüldüğü yerde yeniden yargılama yapılması amacı ile kurulmuştur[5]. Yargıtay ise yeniden yargılama esasıyla değil, hukuki denetim esasıyla görev yapar[6]. - Temyiz kanun yolunda duruşma açılmaksızın, dosya üzerinden inceleme esastır HMK (Md.369/2) ve duruşma açılarak davanın yeniden ele alınması çok nadir, istisnai bir durumken[7]; istinaf kanun yolunda ise tam tersi, duruşma açılmadan yalnızca dosya üzerinden inceleme istisnadır (HMK Md. 356/1[8]). - Temyiz kanun yolunda, bozma ve (bazen düzelterek) onama şeklinde iki farklı karar türü varken (HMK Md.370-371); istinaf kanun yolunda ise istinaf başvurusunun esastan reddi veya ilk derece mahkemesi hükmün ortadan kaldırılarak yeniden karar verilmesi şeklinde iki karar türü vardır (HMK Md.356/2). İstinaf kanun yolunda bozma kararı ise istisnadır[9]. III. SORUNLAR VE DEĞERLENDİRMELER İstinaf yargı yolu uygulanmaya başladıktan sonra yargı sistemimizde birçok kördüğüm meydana geldi. Öncelikle makul sürede yargılanma hakkı ciddi anlamda zedelendi. İstinaf aşaması, bir an önce kesin hüküm elde etmek isteyen ve bu taleplerinde son derece haklı olan vatandaşları ciddi anlamda mağdur etti. Öte yandan sayıları hızla artan BM’ler kendi içerisinde de birçok dairelere ayrılıyor. Dolayısıyla her dairede ayrı bir karar her BM’de ayrı kararlar çıkınca, ülkemizde yüksek mali enflasyon yetmezmiş gibi bir de yüksek içtihat enflasyonu ortaya çıktı. Elbette bu olumsuzlukları aşmak için bazı düzenlemeler mevcut[10]. Ancak bu düzenlemeler de kördüğüme dönüşen bu sorunlara çözüm olamamaktadır. Yerel mahkemede aleyhine karar çıkan taraf, istinaf incelemesi neticesinde lehine karar çıkınca sevinçle kutlama yaparken, temyiz incelemesinde yeniden aleyhine karar çıkınca büyük bir hüsrana uğruyor. BM’nin yeniden davayı görmesiyle ya da Yargıtay bozma kararı neticesinde, davanın yeniden görülmesiyle uyuşmazlık sil baştan ele alınırken, tarafların birbirlerine olan husumetleri yeniden canlanıyor. Bu yeni yargılama sonrası yeniden temyize başvurulursa uyuşmazlık yeniden nadasa bırakılıyor, ümitler yeniden erteleniyor. Örneğin, cinsel istismara uğramış bir çocukla ilgili dava, bu sistemde yeniden ve yeniden görülebiliyor ve yıllarca sürebiliyor. Bu süreçte mağdur çocuk yetişkin hale geliyor, meslek hayatına atılmak istiyor veya bir aile kurmak istiyor ancak hakkındaki dava peşini bir türlü bırakmıyor. Mağdur yaşadığı travmayı bir an önce unutması gerekirken, bu travmayla yıllarca, tekrar tekrar yüzleşiyor. Bunun psikolojik boyutunu elbette biz hukukçular ele alamayız ama bu yargılama sistemi, psikoloji bilim dalında çalışan uzmanlar için harika bir çalışma alanı yaratıyor. Bazen davalar o kadar uzun sürüyor ki, uyuşmazlık tarafları unuttukları husumeti bu sistem sayesinde yeniden hatırlamış oluyor. Her aşamada Avukat meslektaşların, emekleri karşılığında, haklı olarak, vatandaştan para talep ettikleri, her aşamada dosya masraflarının yeniden ödendiği de bilinen bir gerçek. Yine davanın yıllarca sürmesi nedeniyle, hükmedilen parasal değer de enflasyon karşısında eriyip gidiyor. Yani vatandaşlar açısından uzayan yargılamaların ekonomik kaybı da küçümsenemeyecek boyutta. Kısacası bu yargılama sistemi, tez zamanda adalete erişmek isteyen vatandaşları adeta pinpon topuna çeviriyor. İlk başta dosya ince bir evrak bütününden oluşurken; üst yargı denetimleri, bozma kararları, yeniden yargılamalar vb. sonrası adeta obezleşiyor ve bir klasörden ikiye, ikiden üçe, üçten bilmem kaça çıkıyor. Alın size nur topu gibi bir de evrak enflasyonu. Dosya öyle bir hale geliyor ki, bir yerden bir yere kargolanırken, bazen ağırlığı küçümsenemeyecek kg.’larda torbalarla, posta memurunun sırtına yükleniyor. Posta memuru sitemini yönelteceği doğru adresi bulmak için soruyor: Şimdi bu evrak torbası mı suçlu? Yerel mahkeme hakimleri mi suçlu? BAM hakimleri mi suçlu? Yargıtay hakimleri mi suçlu? Kanun yapıcılar mı suçlu? Yoksa bu uyuşmazlığa neden olan davacı ya da davalılar mı suçlu? Sahi kim asıl suçlu? Neyse durun bir uyuşmazlık daha çıkarmayalım da ömrümüzü bu uyuşmazlıkla tüketmeyelim. İstinafın amaçlarından birinin de Yargıtay’ın iş yükünün azaltılması olduğu ileri sürülüyor. Ancak Yargıtay’ın iş yükü meselesini çözmek çok da zor olmasa gerek. Yargıtay’da yeni daireler oluşturmak, ihtiyaç halinde yeni binalar yapmak da zor olmasa gerek. Şu soru akla gelebilir: Madem Yargıtay’da birçok daire kurulacaksa, bunun istinaftan ne farkı kalacak? Bu soru haklı bir soru değil. Zira zaten hali hazırda Yargıtay Daireleri, önemli, girift ve kapsamlı uyuşmazlıklarla ilgili temyiz incelemesi yapmaya devam ediyor. Yerel mahkeme hakimleri ve avukatlar da bu sistemin vatandaştan sonra en büyük mağdurları. İstinaftan önce zaten önlerinde birçok Yargıtay kararı vardı. Önceleri önlerindeki uyuşmazlıkla ilgili birçok Yargıtay kararı araştırırken, bu yetmezmiş gibi şimdi de birçok BM kararlarını, hatta bunların ayrı dairelerinin ayrı kararlarını inceliyorlar. Örnekle açıklayacak olursak, önündeki uyuşmazlığa ilişkin emsal karar arayan bir yerel mahkeme hakimi ya da bir avukat için mevcut tablo şu (ironi değildir): Bir BM’nin bir dairesi kararı. Aynı BM’nin aynı dairesinin aynı olaya ilişkin farklı bir kararı. Aynı BM’nin başka bir dairesinin farklı bir kararı. Başka bir İl BM’sinin bir dairesi kararı. Bu başka il BM’sinin aynı dairesinin aynı olaya ilişkin farklı bir kararı. Başka bir İl BM’sinin başka bir dairesinin farklı bir kararı. Yargıtay’ın bir dairesinin kararı. Bu Yargıtay dairesinin aynı olaya ilişkin farklı bir kararı. Yargıtay’ın başka bir dairesinin aynı olaya ilişkin farklı bir kararı. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu (HGK)’nun kararı. Yargıtay HGK’nın benzer bir olaya ilişkin farklı bir kararı. Yargıtay Büyük Genel Kurulu (BGK)’nun İçtihadı Birleştirme Kararı. Yargıtay BGK’nın benzer bir olaya ilişkin farklı bir İçtihadı Birleştirme Kararı. Hele uyuşmazlık henüz içtihatların oturmadığı tartışmalı bir konudaysa (maalesef konuların çoğu böyle) çık işin içinden çıkabilirsen. Üst yargı denetimi elbette olmalıdır, hatta şarttır, hatta bir insan hakkıdır. Ancak temyiz incelemesi varken, neden ekstra bir istinaf incelemesi yapılıyor? Evet bunlar arasında teorik farklılıklar bulunsa da, uygulamada BM’ler, sadece bazı istisnai durumlarda duruşma açıp, çoğunlukla dosya üzerinden karar vererek, içtihat mahkemesi gibi davranmaktalar. Yani yerel mahkeme hakimlerinin hükümleri, en az iki kere, iki farklı üst yargı denetimine tabi tutulmaktadır. Yerel mahkeme hakimlerine bu denli güvensizlik niye? Devlet bile kendi seçtiği, eğittiği ve görevlendirdiği hakimine bu denli güvensiz davranıyorsa, vatandaşın yargıya olan güvensizliği hiç de şaşırtıcı gelmiyor. Türkiye’de yargıya duyulan güven o kadar düşük ki, benzer Avrupa Birliği (AB) üyeleri ile karşılaştırıldığında, Türkiye yüzde 33 oranı ile en sonda. Bu oran Danimarka’da yüzde 75, Finlandiya’da yüzde 74, Hollanda’da yüzde 73, İsveç’te yüzde 72, Almanya’da yüzde 69, Fransa’da yüzde 62, İtalya’da yüzde 55, Polonya’da yüzde 50, Yunanistan’da yüzde 45, Bulgaristan’da yüzde 38. OECD’nin “Bir Bakışta Hükümet 2023” raporuna göre, Türkiye 38 OECD ülkesi arasında 2022 yılında 36’ncı sırada[11]. IV. İSTİNAF UYGULAMASININ UYGULANMAYA BAŞLAMASINDAN SONRA MAKUL SÜREDE YARGILANMA HAKKI İHLALİNE İLİŞKİN ANAYASA MAHKEMESİ (AYM) VE AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ (AİHM) İSTATİSTİKLERİ Bu başlık altında inceleyeceğimiz AİHM ve AYM’nin yalnızca makul sürede yargılanma hakkı ihlallerine ilişkindir ve BM mahkemeleri fiilen 2016 yılında göreve başlamış olduğundan, yalnızca, 2015-2024 yılları arasına aittir (istatistikler yıl bitiminden sonra yayınlandığından, 2025 yılı istatistikleri ise henüz yayınlanmamıştır). Aşağıda detaylarına yer verilen istatistikler, Türkiye’de makul sürede yargılanma hakkının ciddi şekilde ihlal edildiğini gözler önüne sermektedir. Bunun en büyük nedeninin ise, 2016 yılında uygulanmaya başlanan ve beklenen faydayı gerçekleştirmek bir yana, yargılamaları adeta kördüğüme çeviren, istinaf kanun yolu olduğu açıktır. A. AYM’NİN İHLAL KARARI İSTATİSTİKLERİ Bilindiği üzere 2010 yılında yapılan referandumla Anayasa’nın 148. Maddesine eklenen bir fıkrayla Anayasa Mahkemesi’ne insan hakları ihlali iddiasıyla bireysel başvuru yapma hakkı getirildi. AYM, 23.09.2017 tarihinde ise bireysel başvuruları fiilen kabul etmeye başladı[12]. AYM tarafından yayınlanan istatistiklere göre[13] makul sürede yargılanma hakkına ilişkin, AYM, 2015 yılında, 450 başvuruyu; 2016 yılında, 744; 2017 yılında, 803; 2018 yılında, 544; 2019 yılında, 132; 2020 yılında, 3.817; 2021 yılında, 10.631; 2022 yılında, 37.187; 2023 yılında 84.990 ve 2024 yılında ise 7.698 başvuruyu karara bağlamıştır. Adil yargılanma hakkına ilişkin derdest olan dosya sayısı ise 2020 yılından 6; 2021 yılından 32; 2022 yılından 45; 2023 yılından 274 ve 2024 yılından ise 615’tir. AYM raporunda en çok dikkat çeken detay ise toplamda 75.728 hak ihlali kararının 56.443’ünün makul sürede yargılanma hakkının ihlaline ilişkin olması. Makul sürede yargılanma, tüm ihlal kararları arasında %74,5 oranıyla ihlal edilen 18 hak arasında 1. sırada bulunmaktadır. İkinci sırada ise %6,9 (5.235 hak ihlali kararı) ile adil yargılanma hakkı ihlali gelmekte olup, makul sürede yargılanmanın, adil yargılanma hakkıyla dolaylı olarak ilgili olduğu da bir gerçektir. B. AİHM’İN İHLAL KARARI İSTATİSTİKLERİ Maalesef, AİHM verilerine göre 2024'te, aleyhinde en fazla dava başvurusu bulunan ülke Türkiye. AİHM'ye, 47 Avrupa ülkesinden yapılan şikayetlerin toplamı 60 bin 350. Bunların yüzde 35,8'i Türkiye kaynaklı hak ihlali iddialarından oluşuyor. Bu da karar bekleyen 21 bin 600 başvuru anlamına geliyor[14]. Adalet Bakanlığı resmi sitesinde yayınlanan istatistiklere göre[15] henüz istinaf inceleme uygulamasının başlamadığı 2015 yılında, yargılamanın uzunluğu nedeniyle ihlal sayısı kararı 8’dir (ihlal kararı verilen diğer haklar arasında yedinci). BM’lerin göreve başladığı 2016 yılında ise bu sayı 4’tür (ihlal kararı verilen diğer haklar arasında on birinci). 2017 yılında bu sayı tekrar 8’e çıkmıştır (ihlal kararı verilen diğer haklar arasında beşinci). 2018 yılında 9 ihlal kararı (ihlal kararı verilen diğer haklar arasında yedinci); 2019 yılında 4 ihlal kararı (ihlal kararı verilen diğer haklar arasında sekizinci); 2020 yılında 1 ihlal kararı verilmiştir (ihlal kararı verilen diğer haklar arasında on birinci); 2021 yılında ise ihlal kararı verilmemiştir (listede olmadığı için bu çıkarımda bulunulmuştur); 2022 yılında da ihlal kararı verilmemiştir (listede olmadığı için bu çıkarımda bulunulmuştur); 2023 yılında da ihlal kararı verilmemiştir (listede olmadığı için bu çıkarımda bulunulmuştur); 2024 yılında ise yine 1 ihlal kararı verilmiştir (ihlal kararı verilen diğer haklar arasında on ikinci). Görüleceği üzere, uzun yargılama konusunda, AİHM’nin hak ihlali kararları son derece olsa da bunun sebebi, yukarıda açıklandığı üzere, AYM’nin makul sürede yargılanma hakkı konusunda, ihlal iddialarına ilişkin başvuruların büyük bir çoğunluğunu kabul etmiş olmasıdır. V. SONUÇ VE ÖNERİLER Mevcut iki dereceli yargı denetimi sistemi (hem temyiz kanun yolu hem de istinaf kanun yolu), gereksizdir ve makul sürede yargılanma hakkına doğrudan, adil yargılanma hakkına ise dolaylı olarak büyük bir zarar vermektedir. Yukarıda yer verilen istatistikler de bu tezi doğrulamaktadır. Yargılama süreçlerinin uzaması, vatandaş açısından sosyolojik, psikolojik ve ekonomik olarak büyük bir yıpranmaya neden olmaktadır. Ayrıca toplumsal barış da bundan nasibini almaktadır. Mevcut uygulama, içtihat karmaşasına neden olduğundan, hukuki güvenlik hakkı da zedelenmektedir. Bütün bunlar, vatandaşın yargıya olan güvenini de haklı olarak, sarsmaktadır. Kanunda düzenlendiği şekliyle, BM’lerin davaların çoğunu yeniden görmeleri de masraflı ve meşakkatli bir yoldur ve yine yargılama sürelerini uzatmaktadır. Bu sorunların çözümü ise ancak büyük, cesur ve çarpıcı bir yargı reformu ile mümkündür. İki dereceli denetim sisteminden vazgeçilmelidir. İstinaf kanun yolu tamamen kaldırılmalı ve önceden olduğu gibi yalnızca temyiz kanun yolu olmalıdır. Ya da istinaf kanun yolu kaldırılmayacaksa, BM’nin duruşma açarak davayı yeniden görmesi uygulaması sınırlandırılmalıdır. Yeniden yargılama, yalnızca, ilk derece yargılamasında “kamu düzenine aykırılık” tespit edilmesi durumunda uygulanarak, istisna haline getirilmelidir. İlk derece mahkemelerinde yapılan vaka denetimleri ile yetinilmeli, ilk derece kararları yalnızca hukuki denetime tabi olmalıdır. İlk derece yargılamalarının kalitesinin artırılması için yeterli sayıda ve nitelikli hakim yetiştirilmelidir. Yine istinaf kanun yolu kaldırılmayacaksa, temyiz kanun yolundan vazgeçilmelidir. Kısacası iki dereceli yargılama sistemi, yargılama sürelerini uzattığından, Türkiye’ye uygun değildir. Dolayısıyla istinaf kanun yolunun olduğu bir sistemde, Yargıtay ve Danıştay, temyiz merci olarak değil, yalnızca, “İçtihatları Birleştirme Yüksek Mahkemeleri” olarak görev yapmalıdırlar. Yani BM’lerin birbirinden farklı kararlar verdikleri durumda, BM’lerin içtihatlarını birleştirmede devreye girmelidirler. Bu önerilerin dikkate alınması halinde, ülkede içtihat birliği sağlanacak; yargılama süreleri kısalacak; vatandaşların hızlı ve adil yargılanma hakkı gerçekleşmiş olacak; ayrıca, vatandaşların, avukatlarının ve yerel mahkeme hakimlerinin hangi içtihatlara göre hareket edecekleri de netleşerek, hukuki güvenlik hakkı da gerçekleşmiş olacaktır. Yasin ALTAY* ------------ * Öğretim Görevlisi (Bayburt Üniversitesi, Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu)-Arabulucu. [1] (12.05.2025) [2] (12.05.2025) [3] (12.05.2025) [4] (12.05.2025) [5] (12.05.2025) [6] (12.05.2025) [7] (1) On yıl veya daha fazla hapis cezasına ilişkin hükümlerde, Yargıtay, incelemelerini uygun görmesi halinde duruşma yoluyla yapabilir. Duruşma gününden sanığa, katılana, müdafi ve vekile haber verilir. Sanık, duruşmada hazır bulunabileceği gibi, kendisini bir müdafi ile de temsil ettirebilir… CMK Md. 299 [8] …(1) 353 üncü maddede belirtilen hâller dışında inceleme, duruşmalı olarak yapılır. Bu durumda duruşma günü taraflara tebliğ edilir… [9] (12.05.2025) [10] 5235 sayılı Kanun’un “Başkanlar Kurulunun Görevleri” başlığını taşıyan 35 inci maddesine göre; Bölge adliye mahkemesi ceza daireleri başkanlar kurulu ve hukuk daireleri başkanlar kurulu kendi aralarında toplanır ve aşağıdaki görevleri yaparlar: (…) 3. Re'sen veya bölge adliye mahkemesinin ilgili hukuk veya ceza dairesinin ya da Cumhuriyet başsavcısının, Hukuk Muhakemeleri Kanunu veya Ceza Muhakemesi Kanununa göre istinaf yoluna başvurma hakkı bulunanların, benzer olaylarda bölge adliye mahkemesi hukuk veya ceza dairelerince verilen kesin nitelikteki kararlar arasında ya da bu mahkeme ile başka bir bölge adliye mahkemesi hukuk veya ceza dairelerince verilen kesin nitelikteki kararlar arasında uyuşmazlık bulunması hâlinde bu uyuşmazlığın giderilmesini gerekçeli olarak istemeleri üzerine, kendi görüşlerini de ekleyerek Yargıtaydan bu konuda bir karar verilmesini istemek”, (….). Bu düzenlemeden maksat, içtihat karmaşasını önlemektir. Öte yandan HMK Md. 362- (1) Bölge adliye mahkemelerinin aşağıdaki kararları hakkında temyiz yoluna başvurulamaz (…) denilerek temyiz yasağı öngörülmüştür. Benzer şekilde bazı yerel mahkeme kararları verilmekle kesinleşir, istinafa başvurulamaz. Örneğin konusu belli bir parasal sınırın altındaki (2025 yılı için 40.000 TL) uyuşmazlıklarda, yerel mahkeme kararları istinaf edilemeden; konusu belli bir parasal sınırın altındaki (2025 YILI İÇİN 544.000 TL) BAM kararları da temyiz edilemeden kesinleşmektedir. Bunlar gibi benzer düzenlemelerden maksat yargılama sürelerinin uzamamasıdır. [11] (12.05.2025) [12] (12.05.2025) [13] (12.05.2025) [14]. (12.05.2025) [15] (12.05.2025)