A
Admin
Yönetici
Yönetici
Bir gün Anadolu’nun yorgun bir kasabasında, bir gün kıyıların kalabalık şehirlerinde… Bavulumda birkaç parça giysi, çantamda not defterim, gönlümde yerel yönetim emekçilerinin sesi. Bir zabıta memurunun anlattıklarıyla uyanıyorum bazen: “8 saat yazıyor ama 12 saat görevdeyiz, fiili hizmet süremiz hâlâ tanınmadı.” Fazla mesai karşılığı verilmeden, ağır tempoda çalışıyorlar. Geceleri çağrıldıklarında uykuları bölünüyor, ailelerinden uzak kalıyorlar. Ardından bir itfaiyeci giriyor söze: “Yangının ortasına koşuyoruz ama hakkımız olan yıpranma payı hâlâ yok. Üstelik gece gündüz nöbetteyiz.” Zorlu koşullarda canlarını hiçe sayarak görev yapan itfaiyeciler, fiziksel ve ruhsal yorgunlukla mücadele ediyor. Koruyucu ekipmanlar yetersiz olabiliyor, sosyal destek eksikliği hissediliyor. Bir kamu mühendisiyle karşılaşıyorum sonra: “Aynı diplomayı taşıyoruz ama bakanlık mühendisinden daha düşük ücret alıyoruz, teknik sorumluluğumuz hiçe sayılıyor.” Kadro güvencesi olmayan mühendisler, performans baskısı altında eziliyor, sürekli belirsizlik yaşıyorlar. Yanında duran bir tahsildar ise “Belediyenin tüm gelirini biz topluyoruz ama ne özlük haklarımız tamam ne de iş güvencemiz,” diye ekliyor. Sahada çalışan tahsildarlar, hem güvenlik endişesi taşıyor hem de hak ettikleri maddi ve sosyal destekten mahrum kalıyor. Bir şef söze karışıyor: “Hem işin yükü bizim sırtımızda, hem kadro eksikliği hem de yönetim baskısı.Ama hâlâ liyakate değil, sadakate bakılıyor.” Bu durum çalışma barışını bozuyor, emekçinin motivasyonunu kırıyor. Her sabah başka bir ilde uyanıyorum çünkü bu ülkede her ilde aynı dert var: Geçinemeyen yerel yönetim memuru, hakları görmezden gelinen büro çalışanı, sesi duyulmayan teknik personel. Kimlikler farklı, aksanlar farklı ama cümleler aynı: “Biz bu şehirler için çalışıyoruz, peki kim bizim hakkımızı savunacak?” Ziyaret ettiğim her belediye, her şube, her durak bana aynı şeyi hatırlatıyor: Bu topraklarda emek en çok konuşulması gereken şeyken, en çok susturulmaya çalışılan şey olmuş. Ama ne mutlu ki hâlâ susmayanlar var. Hâlâ umudunu kaybetmeyenler, hâlâ birlikte mücadele edenler var Her sabah başka bir ilde uyanıyorum çünkü örgütlü mücadele sadece masada değil, sahada kazanılır. Sadece yazıda değil, sokakta, belediye koridorlarında, atölyelerde büyür. O yüzden bir gün Tekirdağ’da, bir gün Kastamonu’da, ertesi gün Manisa’da, sonra belki Trabzon’da… Çünkü her şehirde bir yerel yönetim emekçisinin hikâyesi var. Ve bu hikâyelerin içinde biz varız, yan yana, omuz omuza. Bazıları bu yolculuklara “yoğun tempo” diyor, ben dayanışmanın coğrafyası diyorum. Her sabah başka bir ilde uyanmak, bu mücadelenin ne kadar büyük, ne kadar ortak ve ne kadar haklı olduğunu yeniden görmek demek. Ve ben biliyorum ki… Bir sabah hep birlikte, aynı haklara sahip olduğumuz, emeğin değer bulduğu bir ülkede uyanacağız.