A
Admin
Yönetici
Yönetici
Toplum içinde yaşamak durumunda olan insanın; aradığı huzur ve mutluluk, toplumun huzur ve mutluluğuna bağlıdır. Yani mutlu olmayan toplumda birey de mutlu olamaz. İşte toplumu oluşturan farklı kişi ve kesimlerin birbirlerine destek olmaları, birbirlerinden yararlanmaları ve dolayısıyla mutlu olmaları için; toplumsal hayatın sağlıklı, dengeli ve muntazam olması gerekir. İnsanlığın dünya ve âhirette mutluluğunu isteyen yüce Dinimiz İslâm ise, sağlıklı toplumsal hayatın ve buna bağlı olarak da mutluluğun vazgeçilmez şartlarından olan “vahdet”e yani birlik ve beraberliğe çok büyük önem vermiştir. Çünkü “vahdet” yani birlik halinde olan toplumda; şefkat, merhamet, yardımlaşma ve dayanışma vardır. Dolayısıyla birey ve toplum olarak mutlu olmak istiyorsak, “vahdet”e sarılmak zorundayız. Âyet-i kerimede buyuruldu ki: “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kuran’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler, birbirinize düşmanlar idiniz de O, kalplerinizi birleştirmişti. İşte O’nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola eresiniz.” (Âl-i İmran 103) Bunun için hiçbir kimse ve hiçbir kesimin tefrika çıkarmaması ve cemaatten yani Müslüman tolumdan uzaklaşmaması gerekir. Yüce Dinimiz; âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle temellendirdiği Din kardeşliği esaslı “vahdet” bağıyla, toplumsal hayatın sağlıklı ve düzgün olmasını hedeflemiş ve aynı zamanda bunu imanla ilişkilendirmiştir. Dolayısıyla aynı dine, aynı kitaba, aynı peygambere inanan ve aynı kıbleye yönelen Müslümanların yüce Dinimizin hayat veren prensipleri etrafında birleşmeleri; “vahdette rahmet” ve “birlikte dirlik var,” ilkesine sarılmaları, asla bölünüp parçalanmamaları gerekir. Tarihe baktığımızda, birlik ve dirliğini devam ettiren toplumların, yücelip yükseldiklerini; tefrikaya düşen yani bölünüp parçalananların ise, güçlerini kaybetmeye başladıklarını ve sonunda tarih sahnesinden silinip gittiklerini görmekteyiz. Cemiyeti oluşturan fertlerin karşılık birtakım hak ve vazifeleri vardır. Bu karşılık hak ve vazifeler yerine getirilirse cemiyet rahat eder; ihmal edilirse cemiyet sıkıntıya girer. İşte bu hak ve vazifelerin tam olarak yerine getirilmesi için; cemiyetin üyeleri olan fert ve cemaatlerin hak ve vazifenin kutsiyetine inanmaları gerekir. Bu kutsiyeti belirleyecek olan en önemli kaynak ise, Yüce dinimiz İslâm’dır. Allahü Teâlâ’ya ve âhiret hayatına inanan, yaptıkları işlerden dolayı Kıyamet gününde mutlaka hesaba çekileceğini bilen bir Müslümanın, mesuliyet ve vazife gibi birçok mefhumlara bağlı olarak hareket etmesi kaçınılmazdır. Binaenaleyh cemiyetin varlık ve bekası, nizam ve intizamı, birlik ve dirliği; içinde hak ve vazifenin de bulunduğu dinî ve manevî duyguların geliştirilmesi ve bu anlayışın yerleşmesi ile mümkündür. Bir toplumda dinin boşluğu, hiçbir şeyle doldurulamaz. Din duygusu, farklı fert ve grupları birbirine bağlayan çok güçlü bir sosyal râbıtadır. Bir toplumdan, din fikrini kaldırırsanız, o zaman onlar; ancak menfaat korkusunun etkisi altında bulunan bir topluluk olurlar. O topluluğu teşkil eden insanlar ise, birer kardeş değil, sadece müşterek menfaatleri bulunan birer ortak olurlar. Menfaat bağları çözülmeye başladığında ise, “vahdet” yani birlik ve dirliklerinden eser kalmaz. Bunun için, toplumu oluşturan birey ve grupların asgarî müştereklerde buluşmaları, birlik ve beraberlik, yardımlaşma ve dayanışma içinde olmaları yüce Dinimizin bize yüklediği bir sorumluluktur. Âyet-i kerimede buyuruldu ki: “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” (Hucurat 10) Dinimizde toplumu oluşturan bireyler, bir vücûdu oluşturan organlar gibidir. Nasıl ki bir organın rahatsızlığı bütün vücudu rahatsız ediyorsa; bir ferdin sıkıntısı da bütün müslüman toplum tarafından hissedilir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: “Müminler, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede, tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir beden gibidir.” (Müslim) (Devamı haftaya…)