A
Admin
Yönetici
Yönetici
Takvimler 27 Mayıs 2013’ü gösterdiğinde, Taksim’de bir parkta başlayan eylemler kısa sürede Türkiye'nin dört bir yanına yayıldı. İlk bakışta “çevreci bir hassasiyet” olarak gösterilen bu hareketin, ilerleyen günlerde neye dönüştüğünü hep birlikte gördük. Kamu binaları yakıldı, polis araçları tahrip edildi, ambulanslara bile saldırıldı. Peki bir ağacı koruma niyetiyle yola çıkanlar nasıl oldu da molotoflarla barikat kuranlara dönüştü? Bu soruyu hâlâ dürüstçe sormayanlar var kendine. Gezi olayları, Türkiye’nin yakın tarihinde organize edilen en büyük sokak kalkışmalarından biriydi. Arka planda kimlerin olduğunu, kimin hangi ajandayla bu hareketin içine sızdığını zamanla çok daha net gördük. Sosyal medya üzerinden yayılan yalanlar, montajlı görüntüler, dezenformasyonla körüklenen bir öfke dalgası… Ve bu öfkenin arasında kaybolan bir gerçek: Milletin iradesi. Sadece birkaç gün değil, haftalarca süren bu sokak hareketinde 46 kamu binası saldırıya uğradı, 231 polis aracı ve 44 ambulans kullanılamaz hale geldi. 326 iş yeri ve 201 araç tahrip edildi, 80 belediye otobüsü ve 85 otobüs durağı yakıldı. Bu mudur hak aramak? Bu mudur çevre duyarlılığı? Bazıları hâlâ “Gezi bir direniştir” diyor. Oysa Gezi, gençlerimizin nasıl kullanıldığının; ülkemizin nasıl bir sosyal mühendislik operasyonuna maruz bırakıldığının adıdır. Bugün bu olayların üzerinden 12 yıl geçti. Ama bazıları hâlâ Gezi’yi romantize etmeye devam ediyor. Ne adına? Kaos adına mı, yoksa hayali bir özgürlük adına mı? Şunu artık açıkça konuşmalıyız: Gezi, halkın iradesini hedef alan bir provokasyondu. Darbe heveslileri için bir prova sahasıydı. Ve en acısı, bu ülkede iyi niyetle sokağa çıkan gençlerin, marjinal gruplar tarafından nasıl istismar edildiğini gösteren bir trajediydi. Ve bu millet, ne sokakla, ne molotofla, ne de dışarıdan pompalanan yalanlarla yönlendirilecek bir millet değildir. Bir parkla başlayan ve bir milletin huzuruna kasteden o süreçten çıkarmamız gereken ders açık: Türkiye, artık eski Türkiye değil. Bu topraklarda kaosa değil, kardeşliğe; yakmaya değil, inşa etmeye ihtiyaç var. Ve unutmayalım: Gerçek özgürlük, başkasının hakkına saygı duymaktan geçer. Gerçek çevrecilik, sokakları ateşe vermekle değil; kök salmakla, büyümekle olur. Kazım Kurt, Gezi Olayları’nın 12. yıl dönümünde bir açıklama yaptı. X hesabından yaptığı paylaşımda şu ifadeleri kullandı: “Gezi onurumuzdur. Gezi, zalime zulme karşı koyuşumuzdur. Gezi yurtseverliktir. Gezi gençliğimizdir. Gezi birlikteliğimizdir. Gezi ben değil, biz olmamızdır. Gezi özgürlük sevgimizdir. Gezi, tek değil çok olmaktır. Gezi geleceğimiz, yarınımızdır. GEZİ, IŞIKTIR UMUDU AYDINLATAN!” Şimdi sormak gerekiyor: Zalim kimdi? Ne zulüm gördünüz? Yurtseverlik, polis araçlarını, ambulansları, kamu binalarını yakmak mıdır? “Geleceğimiz, yarınımız” dediğiniz Gezi Olayları seviciliğinizin, bu ülkenin gençliğine nasıl bir gelecek çizdiği ortada. Gezi ihanettir. Bu ülkenin taksim taksim bölünme girişimidir. Gezi İhanettir. Hem kullanılan gençlere, hem millete, hem de devlete...