BİR CÜMLELİK MAHŞER!

  • Konbuyu başlatan Admin
  • Başlangıç tarihi
A

Admin

Yönetici
Yönetici
Bâzı cümleler vardır, bir kez kurulur ama sâhibini ömrünün her köşesinde takip eder. İşte bu öyle bir hikâye… Karanlık bir otel odasında yankılanan bir ses… Ve o sesin altında ezilen koca bir vicdan: “Adam olamadı!..” Necip Fâzıl’ın dâhi sustuğu, kendi iç muhâsebesinde yargılandığı bir gece… Çünkü bâzı kelimeler, sâdece kulağa değil, kalbe, hatta kaderin kendisine dokunur. Necip Fâzıl Kısakürek, bir vazîfe vesîlesiyle Burdur’da bulunur. Mâzinin sessizliğine gömülmüş bir Anadolu köşesinde, Burdur’un sâkin bir otelinde, henüz gözlerini kapatmışken odasını bir ses dolduruverir: — Burdurlu Ömer, adam olamadı! Adam olmadı! Adam olmadı!” Sesi duyan üstâd irkilir, dikkat kesilir, ürperir, uykusu kaçar… Uykusunu kaçıran ses de hâlâ devam etmektedir: — Burdurlu Ömer adam olamadıııı!” Belli aralıklarla yankılanan bu nakarattan öylesine etkilenir ki giyinir, aşağıya iner ve bu sesin kime âit olduğunu sorar. Otel sorumlusu: — Telaş etmeyin beyim… Özür dileriz, rahatsızlık verdiysek affola... Ancak bunun belli bir süresi vardır. Vakti dolunca kendi sessizliğine gömülüp gider. O meczûptur, ama zararsız… Hâliyle konuşur, gelip geçer.” der. Üstâd: — Bu ses başka bir hakîkati daha haykırmaz mı?” diye sorar ürkek bir merakla, sanki cevâbı duymaktan korkarcasına. Sorumlu: — Hayır beyim. Sâdece sizin de duyduğunuz gibi, kendisinin adam olamadığını durmaksızın haykırır. Fazla rahatsız olduysanız gidip uzaklaştırayım ama süresi dolmak üzere efendim,” der. Üstâd derin bir iç çekişle: — Hayır, dokunma ona evlâdım… Bırak, ses kalsın.” der. Odasına çıkar ve başını iki elinin arasına alır ama yastığa koyamaz. Üstâd o geceden sonra kendi adını o sesle yan yana anmaya başlar ve dudaklarında sürekli aynı nakarat: — Maraşlı Necip adam olamadııı! Maraşlı Necip adam olamadııı!” Adam olamadığını söyleyen Burdurlu Ömer, belki de adam olduğunu haykıranlardan çok daha adam olduğunu göstermiş olmalı ki; Ziyâ Paşa’nın: “Âdeme âdem gerektir, âdem etsin âdemi; Âdem âdem olmayınca, âdem netsin âdemi.” (Adama adam gerekir, adam etsin adamı. Adam, adam olmayınca, adam ne yapsın adamı?) dediği gibi, üstâd yıllarca bu sesin etkisinden kurtulamaz. Kendisine göre gerçek adam olmanın yolunu araştırır ve sonunda bulur aradığını. İyi ki vardın Burdurlu Ömer… Sesinle nice kalbi sustuklarıyla yüzleştirdin. Bu hatırayı ilk okuduğum günden beri hep düşünmüşümdür: Adam olamayan, gerçekten adam olamadığını haykıran mıdır, yoksa henüz farkında olmayan mı? Yüce Rabbimiz: “Rahmân’ın has kulları o kimselerdir ki, yeryüzünde tevâzu ile yürürler…” (Furkan, 25/63) buyuruyor. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) ise: “Kim Allah için huşûundan dolayı tevâzu gösterirse, Allah onu kıyâmet gününde yüceltir. Her kim kibrinden dolayı böbürlenirse, Allah da onu kıyâmet gününde alçaltır.” buyuruyor. Kâmil bir îmânın hayatımızdaki en büyük tezâhürü, sâlih amelle birlikte güzel ahlâk sâhibi olmaktır. Çünkü güzel ahlâk, dünyamızı aydınlatan ve âhiretimizi cennete dönüştüren en değerli sermâyemizdir. Bizler, sonu cennet olan bir hayatın ancak güzel ahlâkla tamamlanacağına inanırız. Rabbimiz katında bizleri yüceltecek olan bu ahlâki güzelliklerin başında ise tevâzu gelir. Tevâzu, alçakgönüllü olmaktır. Kendini üstün görmekten ve böbürlenmekten uzak durmaktır. Gurur ve kibirden arınmış bir hayatı benimsemektir. Yaratılmış her canlıya saygı, şefkat ve merhamet göstermek, kibar davranmaktır. Biz tevâzuyu Güllerin Efendisi’nden (s.a.v.) öğrendik. O (s.a.v.), dâima sâde bir hayat sürdü. İnsana, insan olduğu için değer verdi. Mütevâzı olmanın, cennet ehlinin özelliklerinden biri olduğunu bildirdi. Müslüman bir kardeşimizi küçük görmenin kötülük olarak bizlere yeteceğini hatırlattı. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde tevâzu sahibi olmanın insanı Allah katında yücelten bir vasıf olduğunu şöyle haber vermiştir: “…Allah, bir kulun hoşgörülü olması sebebiyle izzetini artırır; Allah için tevâzu gösteren kişiyi ise yüceltir.” İslâm, bir yandan insan ruhuna alçakgönüllülüğü aşılarken, diğer yandan kibirden olabildiğince uzak durmayı hedefler. Kibir, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) ifâdesiyle; “Hakîkati inkâr etmek ve insanları küçük görmektir.” Kibirli insan, dünyanın kendi etrâfında döndüğünü zanneder. İnsanları küçümseyerek onlardan yüz çevirir. Oysa mü’min, hangi sebeple olursa olsun hiç kimseyi hakir görmemelidir. (diyanet.gov.tr) Hayalî: “Cihân-ârâ cihân içredür ârâyı bilmezler, O mâhiler ki deryâ içredür deryâyı bilmezler.” (Yaratılanlar bu dünyanın içindedir, dünyayı bilmezler; Balıklar koca denizin içindeler de denizi bilmezler.) Ziyâ Paşa ise: “Gerdûn bir âsiyâb-ı felâket-medârdır, Gûyâ içinde âdem-i âvâre dânedir.” (Uzayda gezip dolaşan bu dünya, felâketlerin sahnelendiği bir değirmendir; İçerisinde gâyesizce savrulan insanlar ise onun öğüttüğü tahıl taneleri hükmündedir.) İnsan, çoğu zaman hayatının akışında kaybolur, gündelik telaşların içinde kendi özüne yabancılaşır. Fakat derinlerde bir yerde, her birimizin içinde bir arayış vardır. O arayış, anlamı, doğruyu ve gerçeği bulma çabasıdır. Zaman zaman, bu yolculuk bir nehir gibi akar, bâzen de bir kuyunun derinliklerine düşer. Ancak her insanın içinde bir an gelir, o an ki; bir kelime, bir bakış, bir duygu, o zamana kadar bilinçaltında biriken tüm gerçekleri yüzeye çıkarır. O an, belki bir gece olur... belki bir ses... belki bir cümle... İşte o zaman, o hakîkat duyulur, kalpte yankı bulur ve bir insanın hayatı yeniden şekillenir. Çünkü bâzı hakîkatler, ancak nehrin taşması gibi, haykırıldığında ve kalpten dışarıya aktığında duyulabilir. …Ve bâzen bir gece, bir ses, bir cümle… bütün ömrünü yeniden kurar. Çünkü bâzı hakîkatler, sâdece haykırıldığında duyulur. Âsâr-ı Gönül de: “Kimi söz, yürekten dökülür ama kalbin tortularında sessizce kaybolur Kimi niyet, saf ve temiz başlar; kalpteki tortularla bulanır. İnsan, kendine dost olmadıkça; hiçbir hakîkate sadâkat gösteremez. Zîra insanı çoğu zaman sular değil, sükûtlar boğar; nehir değil, içindeki geçitler yutar. Söz fıtrata yenilince, kelâm susar; hâl konuşur. Ve bâzen bir cümle, bir ömrün en ağır kefâreti olur. “Adam olamadı!..” è Ses, yankı olur… è Yankı, muhâsebe… è Muhâsebe, mahşer... è Ve o mahşer, bâzen bir cümlelik olur.” der. Elbette anlayana, anlamak isteyene… Hâsıl-ı kelâm! Ölenler ölümü bilmez, ölüm kalanların hikâyesidir. Yol elif ise, yön bellidir… Herkes kendi tercihiyle, kendi hayatını yaşar… Söz meclise, kıssa herkese… Söz uzar, kesmek gerektir vesselâm! Selâm ve duâ ile… Âsâr-ı Gönül...
 
Geri
Üst