Zamanın rengi

  • Konbuyu başlatan Admin
  • Başlangıç tarihi
A

Admin

Yönetici
Yönetici
Eski bir kitabın arasından usulca süzülen, kenarları dalgalanmış, güneşin rengini içip saman sarısına dönüştürmüş bir fotoğraf buldunuz mu hiç? O an, parmaklarınızın ucunda tuttuğunuz şey, sadece bir karton parçası değil, zamanın kendisinden koparılmış kırılgan bir kehribar anıdır. Yüzler silikleşmiş, tebessümler birer hayalete dönüşmüş, mekânın keskin hatları yumuşayıp bir sis perdesinin ardına saklanmıştır. Fotoğrafın o yorgun dokusu, bize sessizce, asıl mucizenin hatırlamanın değil, unutabilmenin bir lütuf olduğunu fısıldar. Çünkü o solgunluk, hatıranın acıtan, kanatan taraflarını törpüleyen, geriye sadece tatlı bir sızı, vefalı bir hüzün bırakan zamanın o anıya merhametle dokunuşudur.

O solgun karede asılı kalan an, hakikatin kendisi miydi, yoksa bizim ona yıllar sonra yüklediğimiz bir hayal mi? Marcel Proust, bir madlen kurabiyesini çaya batırdığında çocukluğunun bütün bir kasabasını ruhunda yeniden inşa edivermişti. Bizim için de o eski fotoğraf, kokusuyla, dokusuyla, hatta sessizliğiyle bütün bir geçmiş zaman iklimini ruhumuza çağıran bir davetiyedir aslında. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın zamanı bir tür iç musikisi olarak duyması gibi, biz de o fotoğrafa bakarken geçmişin bitmeyen senfonisini dinleriz. Her detayın bir notaya, her gölgenin bir es’e dönüştüğü, sadece bize ait, kimselerin duyamayacağı bir beste...

Şimdi ise bambaşka bir çağın içindeyiz. Anılarımızı artık güneşin solduracağı kartonlara değil, sıfırların ve birlerin hüküm sürdüğü, sonsuz ve değişmez dijital arşivlerin buzdan saraylarına hapsediyoruz. Çektiğimiz her kare, on yıl sonra da aynı canlılıkta, aynı keskinlikte, aynı parlaklıkta olacak. Hiçbir detay kaybolmayacak, hiçbir renk solmayacak. Peki, bu bir kazanç mıdır? Anıların hiç yaşlanmaması, onların bilgelik kazanmasına, demlenmesine ve o merhametli unutuşun şifalı dokunuşundan mahrum kalmasına sebep olmuyor mu? Bir hatıranın hiç bozulmaması, onu kutsal bir emanet olmaktan çıkarıp, ruhu olmayan bir veri yığınına, duygusal bir yüke dönüştürmez mi? Belki de zamanın rengini soldurma kudreti, insanın faniliğine sunulmuş ilahi bir tesellidir.

Zaman ne düz bir çizgidir ne de bir kısır döngü; o, daha çok ruhumuzun iklimine göre renk değiştiren, dalgalanan bir denizdir. Bazen çocukluğumuzun bayram sabahları gibi aydınlık ve umut dolu; bazen bir ikindi vakti gibi hüzünlü ve dingin; bazen de geleceğin belirsizliği gibi koyu ve fırtınalı. Ellerimizdeki dijital kameralar, paha biçilmez anları ölümsüzleştirdiğimizi zannederken, belki de onları en canlı ve en fani hallerinden, o tatlı kusurlarından, o insana has eksikliklerinden arındırarak ruhlarını ellerinden alıyor.

Geçmişin o sararmış fotoğrafı mı daha gerçektir, yoksa bugünün piksellerden müteşekkil kusursuz kopyası mı? Bu, belki de cevabı olmayan sorulardan biridir. Lakin her birimiz, kendi içimizdeki o büyük ve sessiz arşivi taşırız. Ve o arşivdeki hatıralara hangi rengi vereceğimizi yine biz seçeriz. Kimi zaman affediciliğin sepyasıyla, kimi zaman pişmanlığın grisiyle, kimi zaman da şükrün ve huzurun aydınlık beyazıyla boyarız onları.

Peki, sizin zamanınızın rengi ne?
 
Geri
Üst