A
Admin
Yönetici
Yönetici
Gazze’de son aylarda yaşananlar yalnızca bir savaşın değil, aynı zamanda bir medeniyetin direncinin sınandığı bir yıkımı temsil ediyor. İsrail’in Gazze’yi tamamen boşaltarak yerli halkı başka ülkelere sürme çabası yalnızca siyasi bir mühendislik değil; tarihsel bir tezahürdür. Bu tezahür bölgenin hakiki sahiplerini yerinden etme arzusunun antik çağlara yaslanarak modern çağda bir etnik temizlik pratiğine dönüşmesini ifade eder. Oysa tarih bu tür kibrin ve zorla yerinden etmenin nasıl kırılmalarla sonuçlandığını defalarca göstermiştir. Yahudi Tarihinde Sürgünler ve Tekerrür Eden Kibir Tarihte Yahudiler birçok kez zulme uğramış, ama aynı zamanda güç kazandıkları dönemlerde farklı halklara karşı tahakküm kurma eğiliminde olmuşlardır. Bu durum özellikle Roma öncesi Kudüs dönemlerinde sonra İspanya’da, Portekiz’de, İngiltere ve Fransa’da, nihayetinde Doğu Avrupa ve Almanya'da yaşanmıştır. Yahudiler yalnızca antisemitizm nedeniyle değil çoğu zaman ekonomik, kültürel ve siyasal kibirleriyle toplumsal gerilimleri tetikledikleri için de sürgünlere maruz kalmışlardır. Antik Yahudi krallıklarına yapılan atıflar günümüz İsrail devletinin Filistinlilere uyguladığı şiddeti meşrulaştırma aracı olarak kullanılamaz. Zira tarihî süreklilik, yalnızca mekân üzerinden değil meşruiyet ve aidiyet üzerinden okunmalıdır. Son 2000 yıl boyunca Filistin topraklarının demografik gerçekliği Yahudilerin yerli değil diasporik bir unsur olduğunu ortaya koymaktadır. Yerli Halk: Gazze’nin Kadim Sahipleri Gazze halkı bu toprakların binlerce yıllık yerlileridir. Kenanîlerden Osmanlı’ya, Memlüklerden İngiliz Mandası’na kadar bu bölge Yahudilerden ziyade Arap kökenli halklarla doluydu. Dolayısıyla Gazze’yi boşaltma, orayı “boş bir araziye” çevirme ve ardından Yahudi varlığını “meşru” kılma projesi bir tür tersine tarih kurgusudur. İsrail'in gerçekleştirmek istediği şey bir kolonizasyon projesidir ve bunun dünya tarihinde benzerleri her zaman ciddi kırılmalarla son bulmuştur. 7 Ekim ve Batı'nın Aczi: Bir Kıvılcımın Gücü 7 Ekim 2023 tarihinde yaşanan olaylar yalnızca bir güvenlik açığı ya da askeri bir sarsıntı değildir. Aynı zamanda Batı'nın İsrail’e kayıtsız şartsız desteğinin kırılganlığını göstermiştir. İsrail devlet aygıtının altı saat boyunca kilitlenmesi ve hiçbir “müttefikin” müdahale edememesi aslında psikolojik bir eşiğin aşılmasıdır. Bu eşik, İsrail'in dokunulmaz olmadığını, zayıf noktaları bulunduğunu ve uluslararası konjonktür değiştiğinde hızla çözülme potansiyeli taşıdığını ortaya koymuştur. Yeni Sürgün: Adaletin Tesisi Bugün İsrail başkalarına reva gördüğü sürgünle kendi kaderini yazmaktadır. Eğer Yahudiler, “binlerce yıl önce bizimdi” diyerek halkları yerinden etmeyi meşru sayıyorsa aynı mantıkla kendilerinin de sürülmesi meşrulaşmış olur. Nitekim bu topraklarda bir Filistinliyi yerinden eden söylem bir Yahudi yerleşimciyi orada tutamaz. Tarih, bu tür hak gasplarını affetmez; bu yüzden yeni bir Yahudi sürgünü konuşulabilir hâle gelmiştir. Bu sürgün bir antisemitist duyguyla değil; halkların meşru müdafaa hakkıyla, kendi vatanlarını koruma direnişiyle ilişkilidir. Filistin’in yok oluşu engellenemezse insanlık da yok olacaktır. Ancak Filistin yaşarsa, kibriyle zulmedenler tıpkı tarihte olduğu gibi, o topraklardan çekilmek zorunda kalacaktır. Gazze'nin Küllerinden Doğacak Tarihî Hesaplaşma Gazze bugün yok olmakla yüz yüze olabilir ama her direnişin sonunda olduğu gibi bu defa da tarih bir yön tayin edecektir. Direnişle büyüyen bir halkın karşısında tanklarla ve füzelerle inşa edilen yapay bir devletin kalıcı olması mümkün değildir. Yahudi halkı eli kanlı olanlardan ayrıştırılarak, bu topraklardan çekilmek zorunda kalacaktır. Çünkü artık mesele bir çatışma değil; tarihî bir hesaplaşmadır. Ve bu hesaplaşmanın adı “Yeni Yahudi Sürgünü” olabilir.