A
Admin
Yönetici
Yönetici
Baharlar mayıs ayında başlar. Bu sene “Terörsüz Türkiye” ile huzurlu bir baharı yaşamanın umudu bütün toplumda hissediliyor. Dünya ateş topu gibi. Rusya Ukrayna Savaşı hâlâ devam ediyor. İsrail terör örgütünün Gazze’de yaptığı Siyonist soykırım, bütün vicdanlı insanların yüreklerini kanatıyor. Şimdi de Hindistan, durduk yerde İslam ülkesi Pakistan’a ve özellikle camilerine saldırdı. Asya’da savaş rüzgârları esiyor. Bu karmaşaya en çok sevinenler, şüphesiz emperyalist ülkeler ve silah baronlarıdır. Bütün bu hadiseler içinde Suriye’de yaşananlar, kanlı diktatör katil Esat’ın ülkeden kaçıp Rusya’ya sığınması, bu ülkenin huzura ve istikrara kavuşması, elbette önce bizi sonra da hür dünyayı çok sevindirdi. Türkiye’deki “Terörsüz Türkiye” çabalarından ise aylardır sonuç bekleniyordu. Şimdi o gayretin meyveleri toplanmaya başladı. Cuma günü yapılan olumlu açıklama, umuda yol açtı. Küçük bir itirazcı grubun dışında neredeyse 85 milyon insanımız yapılan barışçı açıklamalardan memnun. İnşallah ülkemizdeki yarım yüzyıllık terör belası tam anlamıyla sona erecek ve Türkiye’nin mevcut olan gücü daha da artacak. Herkes bu umut ve heyecan içinde bekliyor. Bu sürece en büyük desteği sağlayan Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a, MHP lideri Devlet Bahçeli’ye ve katkıda bulunan diğer siyasi aktörlere teşekkür etmek lazım. Türkiye’ye hizmet edenler sağ olsun, var olsun. MAZLUMLARIN SIĞINAĞI Türkiye sıradan bir ülke değil. Selçuklu ve Osmanlı medeniyetini kuran ve dünyada derin izler bırakmış devletlerin muhteşem mirasına sahip. Atalarımızın yeryüzünde hâkim kıldıkları adalet, barış, huzur ve sevgi ortamına bugün bütün insanlık ziyadesiyle muhtaç. Geçmişte dünyayı parselleyen ve ülkelerin sınırlarını masa başında haritalar üzerinde çizen emperyalist ülkeler, bugün artık sinsi plan ve düşüncelerini hayata geçirmeden önce “Acaba bu konuda Türkiye ne der?” demekten kendilerini alamıyorlar. Çünkü Türkiye, Türk dünyasında ve İslam âleminde ağırlığı/gücü olan büyük bir ülke. İnşallah gelişmeler hepimizi sevindirecektir. Bu duygu ve düşünceler içinde “Terörsüz Türkiye”nin mimarlarını yürekten selamlıyorum. Kardeşlik, birlik, beraberlik ve dayanışma duygusunun bütün yüreklere işlemesi en büyük duam ve temennim. Muhabbet iklimi önce Anadolu’yu sonra yeryüzünü sarmalı. Rabbim ülkemizin ve insanlarımızın yâr ve yardımcısı olsun. Allah devletimize, milletimize, ümmetimizi zeval vermesin, âmin. NİJAD EKREM VE TEFEKKÜR Eski müelliflerin, yazarların, şairlerin bütün eserlerinin günümüz okuyucularına ulaştırılması büyük bir hizmet. Bunu sağlayanlardan biri de Hece Yayınları. Yayınevi yöneticileri, Tanzimat devrinin ikinci nesil simalarından “Üstad-ı Ekrem” diye bilinen Recaîzade Mahmut Ekrem Külliyatı’nı neşretmeye başladı. Dizinin ilk kitabı Nijad Ekrem ve Tefekkür. Hazırlayanlar: Hakan Sazyek, Esra Sazyek ve Betül Solmaz. Kitabın başında edibimizin, oğlu Nijad’ı kaybettikten sonraki hislerini okuyoruz: “Gücüm yettiği kadar da yaşamağa çalışıyorum ve çalışacağım. Lâkin her insan yaşamak için ziyaya, havaya muhtaçtır. Benim ise yaşamak için bu ikiden fazla ve onlardan evvel Nijad’ıma ihtiyacım vardı! Nijad’ım gitti. Demek ki ben bundan sonra ziyadan, havadan mahrum bazı biçarelerin yaşayabildiği kadar yaşayacağım.” Okul ders kitaplarında şairin yaşadığı evlat acısının hislerini terennüm ettiği “Ah Nijad!” şiirini okumuş hüzünlenmiştik. Hisli şairimiz yavrucağını kaybettikten sonra “Şu berzahta işte böyle yapayalnız kaldım.” dedikten sonra kederini anlatmaya devam ediyor: “O benim refikim, enisim, mahremim, hem-demim, hem-zebânım, hem-hâlim, hem-hayâtım… O benim her şeyim, o benim ruhumdu; ben onsuz hiçbir şey değilim.” Bu satırları okurken eceliyle ölen çocukların yanı sıra her gün Gazze’de katledilen masum yavrucakları ve ebeveynlerini hatırlamamak mümkün değil! Bu acının bin beterini bugün Filistin topraklarında binlerce anne ve baba yaşıyor! Allah sabırlar versin. Nijad Ekrem ve Tefekkür, Recaîzade’nin oğlunun doğum vefat hadisesine dair kaleme aldığı bir abide kitap. Hakan Sazyek, kitabın sunuşunda şöyle diyor: “Recaîzade Mahmut Ekrem Külliyatı”nın ilk cildinde, Nijad Ekrem ve Tefekkür bulunuyor. Bilindiği gibi Tefekkür, Recîzade’nin, Nijad’ın doğumundan (31 Ağustos 1884) sonra yaşadığı sevinçle kaleme alıp bastırdığı Nijad Ekrem ise tutkuyla sevdiği oğlunun ölümünden (1 Mart 1900) ardından yaşadığı derin acıyla, onunla biriktirdiği anıları, onun için yazdığı şiirleri, ona ait resimleri ve ondan geriye kalan her şeyi derleyip yayımladığı (1911), hayat tanığı iki kitaptır. Bu özellikleriyle iki eser – ama özellikle Nijad Ekrem- Recaîzade Ekrem’i her şeyden önce ve öte bir baba, bir insan olarak gösterir. Üstadın bütün eserleri içinde çok farklı bir yerde duran Nijad Ekrem, ölüm ardı (nekroloji) tarzının da Türk edebiyatındaki ilk büyük örneğidir.” ŞU BİZİM ANKARA Şehir kitaplarını çok severim. Zira bu kitaplarda sadece küçük intibalar, şahsi hatıralar değil bir bakıma şehirlerin kültürü, folkloru, edebiyatı, gelenekleri, âdetleri ve bütünüyle medeniyeti dikkatinizi çeker. Merhum D. Mehmet Doğan’ın Ömrüm Ankara kitabından sonra Başkentimiz için kaleme alınan yeni eser Prof. Dr. Bilal Kemikli Hocamızın Şu Bizim Ankara’sıdır. Esasen herkes, bilhassa kalem erbabı, doğup büyüdükleri, yetiştikleri ve okudukları şehirleri muhakkak yazıp gelecek nesillere bırakmalıdır. Zira bu tür kitaplar bir hatıratın ötesinde yaşanan döneme bir tanıklıktır. Devrin sosyal, siyasi, fikrî ve kültürel boyutlarını öne çıkaran hakikat aynalarıdır. “Tâş u toprak âresinde” Şu Bizim Ankara, şu hatırnaz satırlarla başlıyor: “Ankara’da ruh yoldaşım Cahit Zarifoğlu’na ve bana Ankara’yı sevdiren D. Mehmet Doğan ağabeyimin aziz hatırasına…” Dibâce’de eserin sebeb-i telif’ini okurken yazarımızın bütün samimi hislerine de şahit oluyoruz. Bilal Hocamız şöyle diyor: “Ne büyük adamım ne de sıradan bir insan. Evet, kendi halinde hocalık görevini yapmaya gayret eden, okuyan, yazan birisiyim. Yazdıklarım geride kalacak mı? Bunu bilemiyorum. Ama yazarak dertlerimi sağalttığımın farkındayım. Yazmayı sevdiğim gibi, dilimi ve milletimi de seviyorum. Ülkem için insanlarım için dertleniyor, kendi dar çevremde çözümler aramaya gayret ediyorum Ancak tasvir ettiğim hal, bugünden bakılınca ortaya çıkan bir durum. Oysa bundan kırk yıl önce, elinde büyük bir valiz ve bir telis çuval içinde yorganını sırtlayıp Ankara Terminali’ne gelen bir genç vardı… Taşradan başkente okumak için gelen genç. O genç, sıradan bir insandı. Onun gibi binlerce genç, aynı mevsimde aynı terminale yahut tren garına inerek bir hayat kurma telaşına kapılmışlardı. Sene seksen beş, milletin üzerinden silindir gibi geçen bir darbenin beşinci yılı. Onca meseleye, çaresizliğe ve yoksulluğa karşın, umut dolu ve düşleri olan taşralı bir gencin Ankara günlerine dair düştüğü notlar.” Aslında yazarımızın tarif ve tasvir ettiği hâli az çok hepimiz yaşamadık mı? Ben de 80’li yıllarda aynı hâlet içinde Haydarpaşa Garı’nda ürpertiyle inivermiştim. Demek ki eserde anlatılanlar, bir bakıma Anadolu delikanlılarının ortak serüveni. Taşradan büyükşehirlere geliriz; şayet kaderimizde var ise iyi bir muhit ediniriz. Güzel ağabeylerin, hocaların, âlimlerin etrafında kümeleniriz. Bilal Kemikli de Ankara’da seçkin simaların buluştuğu mekânlarda hayatı teneffüs eder. O maneviyatı yüksek yerlerden biri de “Saatçi Musa”nın dükkânıdır. D. Mehmet Doğan’ın çevresinde halkalanan Yazarlar Birliği çevresidir. Dergiler, kitapevleri, sahaflar, kahvehaneler, kütüphanelerdir. Hakikaten insanı sarıp kucaklayan, pişirip yetiştiren büyük ölçüde muhiti değil mi? Bilal Kemikli’nin içinde bulunduğu çevrede aşina isimler o kadar çok ki. Onlar zaten fikir ve sanat dünyamızın öncüleri, temsilcileri, bendeleridir. İlahiyat Fakültesi’ndeki güzide hocaların yanı sıra gayr-ı resmî hocalar… Zaten hepimizin böyle hocaları olmadı mı? Fakülte duvarları içindekiler ve dışındaki abide şahsiyetler! Hepsinden faydalandık, istifade ettik. Zihinlerimiz deva buldu, ruhlarımız yoğruldu. Ve bugün o büyük hocaların birer tilmizi, talebesi olarak hatıralarını yaşatmaya çalışıyoruz. Bilal Kemikli Hocamız iyi ki Şu Bizim Ankara’yı yazdı. Diğer hocalarımız, ilim, fikir ve sanat adamlarımız da keşke şehirlerini kaleme alsa… Şehir kitaplarından meydana gelecek böyle bir külliyat, gelecek nesillerin belki de de kılavuzu, yol haritası olacaktır. Yeter ki biz, üzerimize düşeni yapalım. GARİP VE İKİNCİ YENİ ŞİİRİ Çok kıymetli, iyi ve emek mahsulü kitaplar yayımlanıyor. Bu eserlerden biri de Sinan Bakır’ın Garip ve İkinci Yeni Şiiri adını taşıyor. Bizim eskiden “mukayeseli edebiyat dediğimiz” “Karşılaştırmalı Bir Araştırma”. Birinci bölümde “Garip ve İkinci Yeni Şiirinin Doğuşu, Gelişimi, Misyonu, Kaynakları” var. İkinci kısım ise “Garip ve İkinci Yeni’nin Estetik Zemini” bulunuyor. “Garip ve İkinci Yeni’nin İçerik Düzlemi” ise son fasıl. Sinan Bakır, “Ön Söz”ün başında “1940 sonrası edebî oluşumlara modern bir şiir geleneği hazırlayan ilk hareket Garip’tir. İkinci Yeni her ne kadar Garip’ten ayrıklaşan/bağımsızlaşan, hatta ona karşıt gelişen estetik bir yönelim içine girse de çıkışı itibariye Garip Akımı’na bağlıdır.” diyor. Bugün edebiyat çevrelerinde bilhassa yeni edebiyattan söz edilirken en çok konuşulan ve tartışılan iki ana cereyanın enine boyuna incelenmesi, birbirleriyle karşılaştırılması ve bir sonuca gidilmesi Türk edebiyatı tarihine büyük bir katkı olmuştur. Şiirimize değer veren ve bu yolda alın teri/göz nuru döken bütün araştırmacılarımıza selam olsun. Ellerine, kalemlerine, yüreklerine, zihinlerine sağlık! HECE’DEN DİĞER ÇIKANLAR Bahsettiğim her üç eser, yayın dünyamıza ve kitap okuyucularına seçkin çalışmaları armağan eden Hece Yayınları’ndan çıktı. Yayınevi edebiyat tarihine muhtelif yayınlarla hizmet ederken bugünkü kalem erbabına da gönlünü açıyor ve onların eserlerini okurlara ulaştırıyor. Mihriban İnan’ın Daha Güvercin ile Müzeyyen Çelik Kesmegülü’nün Dünya Artık Büyülü Değil İhsan isimli hikâye kitapları bunlar arasında dikkat çekiyor. Mihriban İnan, uzun yıllardan beri öykülerini dergilerde okuduğumuz, seçkin eserlere imza atan usta bir kalem. Müzeyyen Çelik Kesmegülü de hikâye ile birlikte çocuk edebiyatımıza ciddi katkılarda bulunan bir hanım yazarımız. Yasamın Gholamrahmani’nin hazırladığı Günümüz İran Öyküsü, komşu ülkemizdeki edebiyat ve bilhassa birikimini ortaya koyuyor. Franz Kafka’nın Milena’ya Mektuplar’ını ise Erdinç Yücel ve Hasan Yılmaz Türkçemize kazandırdılar. Toplum olarak muazzam sanat sarayımızı inşa ederken edebiyat konağımıza değerli taşları hediye eden Hece Yayınları yöneticilerine, kültür dünyası adına teşekkür ediyorum.