A
Admin
Yönetici
Yönetici
Trafik kazaları sonucu ortaya çıkan maddi zararlar içinde araç değer kaybı ve ikame araç (geçici kullanım aracı) ihtiyacı önemli bir yer tutmaktadır. Kazaya uğrayan araçların, tamir edilse bile ikinci el piyasa değerlerinde düşüş yaşanması ve onarım süresince kullanılamaması, zarar görenler açısından ek zarar kalemleri doğurmaktadır. Bu makalede, Türk hukukunda araç değer kaybı talebi ile ikame araç temininin hukuki çerçevesi ayrıntılı olarak incelenecektir. İnceleme, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK), 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu (KTK) ve 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu hükümleri ile zorunlu mali sorumluluk (trafik) sigortası ve kasko sigortası şartları temel alınarak yapılacaktır. Ayrıca, konu Avrupa hukukuyla da karşılaştırmalı olarak ele alınacak; değer kaybı ve kullanım mahrumiyeti kavramlarının zarar kavramındaki yeri, hukuki niteliği, ispatı, zamanaşımı ve temerrüt gibi teknik boyutları öğretideki görüşler ışığında değerlendirilecektir.. Araç Değer Kaybı Araç değer kaybı, trafik kazası sonucu hasar gören bir aracın onarım görmüş olmasına rağmen ikinci el piyasa değerinde meydana gelen kalıcı düşüşü ifade eder. Araç her ne kadar tamir edilip kullanılabilir hale gelse de daha önce kaza geçirmiş olması nedeniyle benzer özelliklerdeki hasarsız bir araca kıyasla daha düşük bir bedele alıcı bulacaktır. İşte bu değer farkı, zarar görenin malvarlığında oluşan gerçek bir kayıp olarak kabul edilmektedir. Türk hukukunda araçta meydana gelen değer kaybı, maddi zarar kapsamında değerlendirilir ve kaza nedeniyle oluşan “gerçek zarar” kalemlerinden biridir. Zararın hukuki niteliği bakımından, değer kaybı doğrudan malvarlığında azalma niteliğindedir; dolayısıyla TBK m.50/1’de geçen fiilen uğranılan zarar kavramının içine girer. Bir başka deyişle, araç değer kaybı, kaza sonucunda aracın maddi değerinde ortaya çıkan eksilmedir ve onarım giderlerinden ayrı ve ek bir tazmin kalemi olarak talep edilebilir. Değer kaybının tazmini, tam zarar ilkesinin bir gereğidir. Trafik kazasında kusursuz olan kişinin malvarlığı, kaza olmasaydı bulunacağı durumdan daha kötü bir konumda bırakılmamalıdır. Onarım masraflarının karşılanması aracın fiziksel olarak eski hâline getirilmesini sağlarken, piyasa değerindeki eksilme giderilmediği takdirde zarar tamamen tazmin edilmiş sayılmaz. Yargıtay da onarım sonrası araçta piyasa değeri bakımından oluşan eksilmeyi gerçek zararın bir parçası saymakta ve bu zarardan hem kusurlu sürücüyü hem de onun zorunlu mali sorumluluk sigortacısını sorumlu tutmaktadır. Bu yaklaşım, dengeleyici adalet ilkesine uygun olarak zarar görenin tam olarak tatmin edilmesini amaçlamaktadır. Türk Borçlar Kanunu ve İlgili Mevzuat Çerçevesi: TBK m.49, genel haksız fiil sorumluluğu hükmü olarak araç değer kaybı talebinin de yasal temelini oluşturur. Değer kaybı talep eden zarar gören, TBK m.49 uyarınca aracına verilen zararın (maddi değerdeki düşüşün) tazminini isteyebilir. Araç değer kaybı, çoğunlukla trafik kazalarından kaynaklandığı için KTK hükümleri de önem kazanır. KTK m.85 uyarınca motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına veya bir şeyin zarara uğramasına sebebiyet verirse, araç işleteni sorumlu olur. Bu hüküm kapsamındaki “bir şeyin zarara uğraması” ibaresi, araçlarda meydana gelen maddi zararları da kapsar. KTK m.88 ise işletenin sorumluluğunun zorunlu sigorta tarafından karşılanacak kısmını düzenlemektedir. Zorunlu trafik sigortası kapsamındaki maddi zararlar, ilgili genel şartlar (Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartları) ile tanımlanmıştır. 2015 yılında yenilenen Trafik Sigortası Genel Şartları’nda, maddi zararlar teminatı kapsamında “zarar gören araçta oluşan değer kaybı da dâhil olmak üzere doğrudan mal üzerindeki azalmalar” açıkça maddi zarar olarak sayılmıştır. Bu ifade, araç değer kaybının sigorta teminatına girebilecek meşru bir zarar kalemi olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak aynı genel şartlarda, değer kaybının ödenebilmesi için zarar gören tarafından talep edilmesi şartı getirilmiştir. Yani sigorta şirketi, değer kaybını kendiliğinden hesaplayıp ödeme yapmak yerine, ancak zarar görenin başvurup talep etmesi halinde bu kalemi eksper raporuyla tespit edip ödemektedir. Doktrinde bu şart eleştirilmiştir: Zira değer kaybı, hasarın doğal bir sonucu olup ayrı bir talebe bağlanmadan, tıpkı onarım masrafı gibi, gerçek zararın parçası olarak resen tazmin edilmelidir. Talep şartı, birçok mağdurun bu kalemi bilmemesi halinde tazminatının eksik kalmasına yol açabileceği için sigortacılık ilkelerine ve hakkaniyete aykırı görülmüştür. Nitekim sigortacının temel yükümlülüğü, gerçek zararı tazmin etmektir; bu ilke gereği değer kaybının ayrıca talebe bağlanmaksızın karşılanması gerektiği savunulmaktadır. Değer kaybı talebi, sadece sigorta şirketine karşı değil, doğrudan kusurlu tarafa (aracın işletenine/sürücüsüne) karşı da ileri sürülebilir. Zarar gören, zorunlu sigorta limitinin yetersiz kaldığı veya sigortanın ödeme yapmadığı hallerde, kalan kısmı failden isteyebilir. TBK m.49 gereğince değer kaybından kusurlu araç sürücüsü, işleten ve bunların bağlı olduğu teşebbüsün sahibi (örneğin araç bir şirketin aracı ise şirket) müştereken ve müteselsilen sorumludur. Bu sorumluluk, KTK m.95 ve devamındaki rücu ve sorumluluk hükümleri çerçevesinde genel hükümlere tabidir. Değer kaybı talebinin hukuki niteliği bakımından, temelinde bir haksız fiil tazminatı olduğu açıktır. Uygulamada bazı durumlarda, kusurlu tarafla zarar gören arasında var ise kasko sigortacısının ödediği tazminat için rücu ilişkileri de devreye girebilir; ancak bu makalenin odağı, doğrudan zarar görenin talep hakkıdır. Hesaplama ve Kriterler: Araç değer kaybının miktarı her somut olayda ayrı ayrı belirlenir. Hesaplama yapılırken aracın kazadan önceki ikinci el piyasa değeri ile onarımdan sonraki değeri arasındaki fark esas alınır. Bu farkı etkileyen unsurlar arasında aracın markası, modeli, üretim yılı, kilometresi, genel durumu, hasarın niteliği ve boyutu, değişen parça olup olmadığı gibi kriterler bulunur. Örneğin yeni ve yüksek piyasa değerli bir araçta küçük bir boya hasarı bile ikinci el değerini düşürebilirken, çok eski veya yüksek kilometreli bir araçta benzer bir hasar değerine hemen hemen etki etmeyebilir. Sigorta sektörü, değer kaybının hesaplanması için standart formüller geliştirmiştir. 2020 itibariyle Trafik Sigortası Genel Şartları ekinde yer alan “Ek-1 Değer Kaybı Hesap Esasları” başlıklı tabloda, araç yaşına ve kilometre durumuna göre bir değer kaybı hesaplama yöntemi öngörülmüştür. Bu yöntemde aracın yaşı büyüdükçe ve kilometresi arttıkça hesaplanan değer kaybı miktarına bir düşüş katsayısı uygulanmaktadır. Ayrıca hasar gören parçanın türüne (örneğin kaporta aksamının boyanması veya değişmesi) göre belirli yüzde değer kaybı oranları kullanılmaktadır. Bu standartlar, sigorta şirketlerinin benzer durumlarda tutarlı bir hesaplama yapmasını hedeflese de her somut olayın özelliklerine tam uymayabilir. Bu nedenle mahkeme süreçlerinde bilirkişi raporları, salt genel şart formülüne dayanmayıp piyasa koşullarını ve aracın özelliklerini gözeten değerlendirmeler yapmaktadır. Örneğin, aracın daha önce hasar kaydı olup olmadığı, hasarın aracın güvenliğine etkisi, ikinci el piyasasındaki algı gibi faktörler de değerlendirmeye alınabilir. İspat ve Usulî Durumlar: Araç değer kaybı talebinde bulunan kişi, öncelikle kaza ve hasar olgusunu belgelemesi gerektiği gibi, değer kaybı yaşandığını da ortaya koymalıdır. Genellikle onarım faturası, servis kayıtları ve eksper raporu gibi belgeler delil olarak sunulur. Sigorta şirketine başvuru yapıldığında, Sigorta Eksperleri Atama Yönetmeliği uyarınca bir sigorta eksperi tayin edilerek değer kaybı tespiti yapılır. Eksper raporunda aracın onarım görmüş kısımları, parçaların orijinalliği ve ikinci el piyasaya etkisi değerlendirilir. Zarar gören, sigorta dosyasındaki eksper raporunu veya kendi temin edeceği bağımsız bir bilirkişi raporunu delil olarak kullanabilir. İspat yükü zarar gören tarafta olsa da, trafik sigortası kapsamında yapılan başvurularda sigorta şirketi eksper atama ve zararı belirleme sorumluluğunu fiilen üstlenmektedir. Bu, uygulamada ispat yükünü hafifleten bir işbölümü yaratır. Ancak sigortanın kapsamı dışında kalan bir değer kaybı talebi (örneğin limit üstü kısım) için açılan davada, mahkeme dışı bir eksper raporu yoksa, dava sırasında bilirkişi incelemesi yaptırılması gerekecektir. Yargılama usulü bakımından, araç değer kaybı talebi belirsiz alacak davası şeklinde de açılabilmektedir. Özellikle miktarın tam olarak bilinemediği hallerde, HMK m.107 uyarınca dava belirsiz alacak olarak açılıp, bilirkişi raporu sonrası talep arttırılabilmektedir. Değer kaybı alacağı, niteliği gereği kazadan hemen sonra tam ve kesin hesaplanamadığı için uygulamada genellikle belirsiz alacak davası yoluna elverişli kabul edilir. Yargıtay da 2015 tarihli bir kararında araç değer kaybı ve araç kullanılamamasından doğan zarar taleplerinin belirsiz alacak davasına konu olabileceğini içtihat etmiştir. Avrupa Hukuku ve Mukayeseli Bakış: Avrupa ülkelerinin çoğunda araçlarda meydana gelen değer kaybı, tazminat hesabında dikkate alınan bir unsurdur. Özellikle Kıta Avrupası hukuk sistemlerinde, tamir edilmiş olsa bile araçtaki “merkantile Minderwert” (ticari değer kaybı) kalemi, zarar görenin talep edebileceği meşru bir zarar olarak kabul görür. Alman hukukunda araç değer kaybı uzun yıllardır uygulanan yerleşik bir kavramdır. Örneğin Almanya’da bir aracın hasar görmesi halinde, bilirkişi raporlarında onarım masraflarına ek olarak piyasa değeri düşüşü de hesaplanmakta ve sorumlu taraf bu farkı ödemekle yükümlü kılınmaktadır. Benzer şekilde İsviçre hukukunda da kısmen hasar gören malın değerinde azalma olduysa, onarım masrafından bağımsız olarak bu azalma tazmin edilir. Bu yaklaşım aslında 1926 tarihli eski Borçlar Kanunumuzun 122. maddesinde de mevcuttu ve Türk hukukuna İsviçre'den geçmişti. Nitekim BK m.122 (Eski BK) açıkça “bir şeyin kısmen hasar görmesi halinde kullanılamamasından doğacak zararların da sorumlu kişiden talep edilebileceğini” öngörerek hem değer kaybını hem kullanım kaybını tazminat kapsamında saymıştı. Dolayısıyla Türk hukuku, başlangıç noktası itibarıyla Avrupa hukukuyla uyumlu bir anlayışa sahip olmuştur. Anglo-Amerikan hukukunda ise “diminution in value” olarak anılan bu kavram, özellikle üçüncü kişi sorumluluk taleplerinde kabul edilmektedir. Örneğin İngiltere’de trafik kazasında karşı tarafın aracı değer kaybına uğramışsa, mağdur bu farkın ödenmesini talep edebilir; ancak kendi kasko sigortasından değer kaybını talep edemez, talep hakkı haksız fiil sorumlusuna yönelir. ABD hukukunda bazı eyaletler sigorta şirketlerinin değer kaybını da ödemesini şart koşarken, bazılarında bu kalemin ödenebilmesi için aracın onarımı sonrası belli koşullar aranmaktadır. Genel olarak Avrupa pratiği, tam hasar tazmini ilkesi doğrultusunda, onarım sonrası ortaya çıkan makul değer kaybının da mağdura ödenmesi yönündedir. Bu bakımdan Türk hukukundaki mevcut uygulama (değer kaybının tazmin edilmesi), Avrupa ile paraleldir. Ancak Avrupa’da sigorta şirketleri genellikle bu kalemi mağdur talep etmese bile hesaplayıp ödemeye dahil etme eğilimindedir; Türkiye’de ise genel şartlardaki talep şartı nedeniyle uygulamada farklılık yaşanmaktadır. Öğreti ve Tartışmalar: Araç değer kaybı konusunda öğretide genel kabul, bunun tazmini gereken meşru bir zarar olduğu yönündedir. Bununla birlikte, tartışmalar daha çok hesaplama yöntemi ve kapsamı üzerinde toplanmaktadır. Örneğin bazı yazarlar, aracın değer kaybının ancak araç satılacaksa gerçek zarara dönüşeceğini, satılmayıp kullanılmaya devam edilen araç için değer kaybının “henüz gerçekleşmemiş” farazi bir zarar olabileceğini ileri sürmüştür. Ancak baskın görüş, araç satılsa da satılmasa da piyasa değerindeki düşüşün malvarlığında derhal hüküm ifade eden bir eksilme olduğu yönündedir. Zira zarar gören aracını satmasa bile, elindeki malvarlığı kıymeti kaza öncesine göre azalmıştır. Bir diğer tartışma, önceden hasarlı veya eski araçlarda değer kaybı hesaplanıp hesaplanmayacağı noktasındadır. Genel kanı, çok yüksek kilometreli veya yaşı ilerlemiş araçlarda küçük çaplı hasarların ilave bir piyasa değeri düşüşü yaratmayabileceği, dolayısıyla bu gibi durumlarda değer kaybı tazminatının ya hiç oluşmadığı ya da sembolik düzeyde kaldığı yönündedir. Nitekim sigorta genel şartlarındaki formül de 10 yaş üstü araçlarda değer kaybını sıfıra indirmektedir. Bu, ekonomik gerçeklerle uyumlu görülmekle birlikte, her somut olayda aracın durumu ayrıca değerlendirilmelidir. Örneğin nadir bulunan klasik araçlar, yaşlı olsalar dahi koleksiyon değeri taşıyabilir ve kaza görmek bu değeri ciddi oranda düşürebilir. Dolayısıyla bu tür istisnalarda da gerekirse bilirkişi takdiriyle değer kaybı belirlenebilecektir. Sonuç olarak, araç değer kaybı talebi Türk hukukunda hukuki dayanağını TBK m.49’dan alan ve trafik mevzuatınca da tanınan bir tazminat kalemidir. Doğrudan maddi zarar niteliğinde olup, ispatı uzmanlık gerektiren teknik bir konudur. Uygulamada yaygın hale gelmesi, sigorta şirketlerinin ödeme süreçlerini etkilemiş ve bir dizi yargısal içtihatla prensipler netleşmiştir. Değer kaybının kapsamlı şekilde tazmini, hem mağdurun zararının tümden giderilmesi hem de trafik kazaları neticesinde adil bir sonuç sağlanması açısından büyük önem taşımaktadır. İkame Araç (Kullanım Mahrumiyeti) Tazmini Kavram ve İçerik: İkame araç temini, trafik kazası sonucu hasar gören aracın onarım veya yenilenme sürecinde, zarar görenin ulaşımdan mahrum kalmaması için geçici bir araç tahsis edilmesi veya bunun maliyetinin tazmini anlamına gelir. Uygulamada daha yaygın tabirle araç mahrumiyet tazminatı ya da kullanım mahrumiyeti zararı olarak da anılır. Kaza nedeniyle aracı belirli bir süre kullanılamayan kişi, bu dönemde ya araç kiralayarak ihtiyacını karşılamakta ya da taksi, toplu taşıma gibi alternatif yollara başvurmaktadır. İkame araç tazmini, işte bu döneme ilişkin ek külfetlerin veya fırsat kayıplarının telafi edilmesini hedefler. TBK m.49 çerçevesinde, kusurlu fiil neticesinde zarar görenin uğradığı her türlü maddi kayıp karşılanmalıdır; aracı kullanamaması yüzünden ortaya çıkan makul giderler veya gelir kayıpları da buna dahildir. Hukuki Dayanak ve Niteliği: İkame araç için yapılan giderler veya aracın kullanılamaması nedeniyle kaybedilen gelirler, TBK m.50’de belirtilen “mahrum kalınan kazanç” kapsamında değerlendirilir. Zarar gören, kazadan önceki durumuyla karşılaştırıldığında, aracının yokluğu nedeniyle bir kazanım imkanından yoksun kalmıştır. Örneğin, aracı işinde kullanan biri, araçsız kaldığı dönemde iş yapamayarak kar kaybına uğrayabilir; yahut aracı kişisel ihtiyaçları için kullanan biri, aynı işleri görmek için taksi ücreti ödemek zorunda kalabilir. Bu gibi haller, mali olarak ölçülebilir kayıplardır. Dolayısıyla Türk hukukunda araçtan mahrum kalma zararı, parayla ölçülebilen maddi zarar sayılır ve tazmin edilebilir. Eski Borçlar Kanunu m.122’de bu husus açıkça dile getirilmiş ve “bir şeyin kısmen hasar görmesi halinde kullanılamamasından doğacak zararların sorumlu kişiden talep edilebileceği” belirtilmiştir. Yargıtay da çok sayıda kararında, “bir mal kısmen hasar gördüğünde kullanılamamasından doğan zararların tazmin edilebileceğini, motorlu araçlarda aracın kullanım amacına göre araçtan mahrum kalma zararının belirlenmesi gerektiğini” vurgulamıştır. Bu yaklaşım, kullanım mahrumiyetini bağımsız bir zarar kalemi olarak tanımaktadır. İkame araç temini konusunda TBK m.49 doğrudan uygulanır: Kusurlu araç sürücüsü/işleteni, mağdurun bu kapsamda uğradığı zararları gidermekle yükümlüdür. Bu sorumluluk müteselsil olup, mağdur dilerse sürücüye, işletene veya her ikisine birden talebini yöneltebilir. Genellikle fiili zarar veren sürücü olmakla birlikte, KTK m.85 gereği işleten de sorumlu olduğundan, araç mahrumiyeti zararını karşılamak yükümlülüğü işleteni de kapsar. Mağdurun zararının karşılanması açısından, borçlular arasında paylaşım (rücu ilişkileri) daha sonra kendi aralarında halledilmek üzere, dış ilişki bakımından müşterek sorumluluk esastır. Kapsamın Belirlenmesi – Hususi Araç vs. Ticari Araç: Araç mahrumiyeti tazminatının hesaplanmasında, aracın hususi (özel) kullanım aracı mı yoksa ticari amaçla kullanılan bir araç mı olduğu büyük önem taşır. Çünkü aracın kullanım amacı, yokluğunda ne tür bir kayıp yaşanacağını belirler. - Özel kullanıma mahsus araçlarda (örneğin kişinin şahsi otomobili), aracın kullanılmadığı dönemde doğrudan bir kazanç kaybı olmayabilir; ancak kişinin ulaşım ihtiyacını karşılamak için yaptığı alternatif giderler vardır. Mağdur, eğer kaza sonrası araç kiraladıysa, kiralama bedelini talep edebilir. Kiralamadı ancak taksiye binmek zorunda kaldıysa, makul taksi giderlerini isteyebilir. Hiçbir alternatif harcama yapmayıp evde oturduysa, bu durumda da aslında aracın kullanımından mahrum kalmanın ekonomik değeri gündeme gelir. Böyle bir kişi, ikame araç bedeli olarak düşünülen meblağı fiilen harcamamış olsa da, doktrindeki soyut zarar teorisine göre malın kullanım imkanından yoksun kalmanın kendisi ekonomik bir kayıp sayılabilir. Alman hukukunda geliştirilen ve Türk öğretisinde de tartışılan “Kommerzialisierung” (ticarileştirme) teorisi, bir malı kullanabilme imkanının parayla ölçülebilir bir değer olduğunu, dolayısıyla bu imkandan mahrum kalmanın da tazmin edilmesi gerektiğini savunur. Bu teoriye göre kişi, aracını kullanamayarak aslında piyasa değeri olan bir hizmetten yoksun kalmıştır; tıpkı aracını kiraya verse elde edeceği gelir gibi, kendi kullanımı da parasal değer taşır. Türk hukukunda da Yargıtay’ın belge ibraz edilemeyen hallerde dahi hakkaniyete uygun bir bedel takdir edilmesini öngören kararları, bu soyut kullanım kaybının tazminine imkan tanımıştır. Sonuç olarak hususi araçlarda, somut harcama yapılmamış olsa bile, emsal bir aracın kiralanmasının günlük bedeli esas alınarak bir kullanım mahrumiyeti tazminatı hesaplanması gündeme gelebilir. Bu miktar belirlenirken, aracın segmenti, bölgedeki araç kiralama piyasası fiyatları, araçsız kalınan gün sayısı gibi kriterler dikkate alınır. Örneğin lüks bir otomobil için günlük ikame bedeli daha yüksek, ekonomik bir araç için daha düşük olacaktır. - Ticari araçlarda (örneğin taksi, dolmuş, otobüs, kamyon, şirket aracı, servis aracı vb.), aracın çalışmaması doğrudan kazanç kaybı anlamına gelir. Bu tip durumlarda zarar iki yönlü olabilir: İlki, eğer araç yerine yenisi kiralandıysa kiralama bedeli; ikincisi, araç kullanılamadığı için yapılamayan iş nedeniyle mahrum kalınan kar. Uygulamada, ticari araç sahibi genellikle alternatif bir araç kiralayarak işini sürdürmeye çalışır, çünkü işi durdurmak daha büyük kayba yol açabilir. Böyle bir kişi, hem kiralama giderini hem de belki yine de bir miktar kazanç kaybını talep edebilir (zira kiralık araçla çalışmak da bazen aynı verimi sağlamayabilir). Eğer hiç araç temin edemedi ve iş tamamen durduysa, bu kez doğrudan iş durmasından kaynaklı kar kaybı kalemi öne çıkar. Örneğin ticari taksi 10 gün çalışamamışsa, bu 10 gün boyunca kazanacağı ortalama net gelir tespit edilip talep konusu edilebilir. Yargıtay, ticari araçlarda “araç mahrumiyeti zararının aracın kullanış amacına göre belirlenmesi gerektiğini” ifade ederek, bu tür araçlarda ticari kazanç kaybının da hesaba dahil edilmesini gerekli görür. Ticari araçlar açısından hesaplama yapılırken, geçmiş dönem kazanç kayıtları, günlük ciro ve masraflar gibi veriler değerlendirilir. Ayrıca araç çalışmadığı için yakıt, bakım vb. masraflardan tasarruf edilmişse, bunlar da yine net zararın tespitinde indirim olarak dikkate alınır. Böylece zarar gören, araç yokken katlanmak zorunda kaldığı ek maliyetler ile yoksun kaldığı net geliri talep edebilir; fakat aracın yokluğundan kaynaklanan tüm sonuçlar çifte tazmin edilmez, her bir kalem tek tek hesaplanıp toplam zarar belirlenir. Zorunlu Sigorta Kapsamında İkame Araç: İkame araç (araçtan yoksun kalma) zararı, zorunlu trafik sigortası yönünden özel bir duruma sahiptir. Karayolları Trafik Kanunu ve ilgili genel şartlar, bu kalemin sigorta kapsamında olmadığını açıkça düzenlemiştir. 1 Haziran 2015’te yürürlüğe giren Trafik Sigortası Genel Şartları m. A.6/k bendine göre, kazayla bağlantılı dolaylı zararlar (gelir kaybı, kar kaybı, iş durması, kira mahrumiyeti vs.) nedeniyle yöneltilecek tazminat talepleri trafik sigortası kapsamı dışındadır. Bu kapsamda, aracın kullanılamamasından doğan kazanç kayıpları veya ikame araç kiralama bedelleri, trafik sigortacısının teminat verdiği zarar kalemlerine dahil değildir. Sigortacı, poliçe limitleri dahilinde yalnız “gerçek zararı” karşılar ki Yargıtay uygulamasına göre bu, aracın onarım masrafı ile değer kaybıyla sınırlıdır; kullanım mahrumiyeti ise poliçede teminat dışı bırakılmıştır. Bu nedenle zarar gören, aracından mahrum kaldığı süreye ilişkin zararlarını kendi sigortasından veya karşı tarafın trafik sigortasından alamamaktadır. Bunun tek istisnası, bazı sigorta poliçelerinde ek sözleşme klozu ile bu tür zararların da teminat altına alınmasıdır (örneğin ihtiyari mali mesuliyet sigortasında teminat verilmiş olabilir). Zorunlu sigorta karşılamayınca, mağdurun müracaat edebileceği adres doğrudan kusurlu taraftır. Nitekim Yargıtay kararlarında da, trafik sigortacısının kapsam dışı kalan bu zararları ödemeyeceği ancak işleten ve sürücünün genel hükümlere göre sorumlu olacağı belirtilmiştir. Bu durum, sigorta güvencesi boşluğu doğurmaktadır: Mağdur, aracının tamir masraflarını sigortadan alabilse de, araçsız kaldığı dönemdeki kayıpları için ayrıca dava açmak zorunda kalabilir. Uygulamada, birçok araç mahrumiyeti tazminatı talebi, sigorta şirketine değil doğrudan kusurlu şahsa (veya işletene) yöneltilerek ileri sürülmektedir. Ancak burada da bir pratik zorluk ortaya çıkmaktadır: Kusurlu sürücünün bu bedeli ödeme gücü veya isteği olmayabilir, dava ve tahsil süreçleri uzayabilir. Bu bakımdan, doktrinde zarar görenin korunması adına zorunlu sigorta kapsamının genişletilmesi gündeme getirilmiştir. Zorunlu trafik sigortasının, en azından belli bir süreye kadar makul bir ikame araç giderini teminat altına alması, Avrupa ülkelerindeki uygulamaya da uygun düşecek bir reform olarak değerlendirilmektedir. Kasko Sigortası Kapsamında İkame Araç: Kasko sigortası, araç sahibinin kendi aracındaki zararları teminat altına alan ihtiyari bir sigorta türüdür. Standart kasko poliçeleri genellikle araçta meydana gelen doğrudan maddi hasarları (onarım bedeli veya tam hasar durumunda piyasa değerini) karşılar. Ancak aracın tamir süresince kullanılamaması nedeniyle ortaya çıkan masraflar, kural olarak kasko poliçesinin kapsamına dahil değildir. Bazı genişletilmiş kasko paketlerinde veya ek teminat klozlarında ikame araç hizmeti sunulmaktadır. Örneğin, birçok sigorta şirketi, kasko poliçesi kapsamında belirli bir süre için (örneğin 7 gün, 15 gün veya onarım süresince) ücretsiz ikame araç sağlamayı taahhüt eden asistans hizmetleri vermektedir. Böyle bir teminat mevcutsa, sigortalı aracın kaza sonucu serviste kaldığı dönemde sigorta şirketinin anlaşmalı kiralama firması aracılığıyla benzer segmentte bir araç, poliçe limitleri çerçevesinde sigortalıya tahsis edilir. Bu, teknik olarak tazminat değil hizmet edimi şeklinde tezahür eden bir uygulamadır. Eğer kasko poliçesinde böyle bir asistans hizmeti yoksa veya araç daha uzun süre kullanılamaz hale gelmişse, sigortalı kendi cebinden yaptığı kiralama masrafını kasko sigortacısından talep edemez (poliçe kapsamı dışında kaldığından). Ancak sigortalı kusursuz ise, kasko şirketi hasarı ödese dahi rücu hakkıyla kusurlu tarafa döneceği için, araç mahrumiyeti kısmında yine mağdurun kusurlu taraftan talep hakkı saklıdır. Bu noktada, kasko sigortacısı kendi ödediği (onarım bedeli gibi) kalemler dışında kalan ve mağdurun halen kusurlu taraftan isteyebileceği kalemlere karışmamaktadır. Son yıllarda sigorta sektöründe müşteri memnuniyetini arttırmak için “ikame araç güvencesi” yaygınlaşmıştır. Bu sayede mağdur, en azından temel ulaşım ihtiyacını karşılayabilmekte ve zararı dolaylı olarak giderilmektedir. Bununla birlikte, kasko sigortasının hukuki boyutu itibariyle, böyle bir hizmet yoksa bile, sigortalı mağdurun ikame araç gideri kusurlu taraftan istenebildiği için, teorik olarak zararının tazmini imkanı mevcuttur. Avrupa Hukuku ile Karşılaştırma: Avrupa ülkelerinde araçtan yoksun kalma tazminatı genel olarak kabul edilmektedir, ancak bunun pratiği hukuk sistemlerine göre çeşitlilik gösterebilir. Civil law geleneğine sahip Almanya, Fransa, İsviçre gibi ülkelerde, bir kişinin aracı hasar nedeniyle kullanamaması sonucu uğradığı zarar, “kullanım mahrumiyeti tazminatı” adı altında talep edilebilir. Özellikle Alman hukukunda “Nutzungsausfallentschädigung” adı verilen bu tazminat, mağdurun araçsız kaldığı günler için belli bir günlük miktarın ödenmesini öngören yerleşik bir uygulamadır. Alman mahkemeleri, mağdur fiilen araç kiralamasa bile, aracın kullanımından mahrum kalmanın ona parasal bir zarar verdiğini kabul ederler. Bu kapsamda araç tipine göre değişen standart günlük tazmin bedelleri belirlenmiştir (örneğin lüks bir araç için yüksek, küçük sınıf araç için daha düşük bir tarifeye dayalı). Böylece, aracın yokluğu dolayısıyla çekilen zarar objektif bir ölçüte göre parasal karşılığa çevrilir. İsviçre hukukunda da benzer şekilde, eğer mağdur aracını kullanamadığı için makul bir şekilde araç kiralamışsa bu giderleri; kiralamadıysa bile kullanım yoksunluğunun ekonomik değerini talep edebilmektedir. Anglo-Amerikan sistemde ise bu konu biraz daha farklı yaklaşılmaktadır: Anglo-sakson hukukta genel ilke, fiilen yapılan harcama veya kaybın tazminidir. Dolayısıyla İngiltere veya ABD’de mağdur araç kiralamamışsa, salt aracın yokluğundan duyduğu sıkıntı için maddi tazminat alamayabilir; ancak örneğin başka bir araç satın almak zorunda kalmışsa veya ulaşım için ekstra para harcamışsa bunları talep edebilir. Yine de son dönemde özellikle İngiliz mahkemeleri, bir aracın piyasa değeri dışında kullanım değerinin de olduğunu kabul ederek, loss of use adı altında tazminata hükmetmeye başlamıştır. Birleşik Krallık’ta haksız fiil sorumlularının sigortacıları, genellikle mağdura doğrudan courtesy car (geçici araç) temin ederek veya credit hire denilen bir sistemle kiralama masrafını sonradan karşılayarak bu ihtiyacı gidermektedir. Bu da fiilen, Avrupa’da pek çok ülkede zorunlu sorumluluk sigortasının kullanım mahrumiyeti zararını karşıladığı anlamına gelir. Nitekim AB Motorlu Taşıt Sigortası Direktifleri ve ilgili Avrupa topluluğu düzenlemeleri, üçüncü taraf mağdurların kaza sonucu uğradıkları tüm zararın (dolaylı zararlar dahil) karşılanmasını üye devletlerden beklemektedir. Türkiye’de zorunlu trafik sigortasının kapsamı, şu an için bu standarttan dar olmakla birlikte, AB müktesebatına uyum sürecinde kapsamın genişletilmesi olasıdır. İspat ve Hesaplama: Araçtan mahrum kalma zararının ispatında, öncelikle aracın serviste kaldığı süre netleştirilmelidir. Bu amaçla tamir faturasında belirtilen onarım gün sayısı, servis kayıtları veya ekspertiz raporlarındaki süre tahmini delil olur. Mağdurun bu sürede yaptığı ulaşım harcamaları (araç kiralama sözleşmesi ve faturaları, taksi fişleri vb.) en somut ispattır. Eğer mağdur araç kiraladığını belgeleyebiliyorsa, genellikle bu bedel zararının temelini oluşturur. Kiralama yapmamışsa, Yargıtay uygulaması belge sunulmamasının tazminata engel olmadığı yönündedir; bu durumda hakim, TBK m.50/2 (BK 42/2) uyarınca hakkaniyete uygun düşen bir miktarı belirleyebilecektir. Bilirkişi raporları, piyasa araştırması yaparak kaza tarihindeki günlük kiralama fiyatlarını tespit etmektedir. Örneğin, mağdurun aracı C segmenti bir otomobil ise, o sınıfta bir aracın günlük ortalama kira bedeli (örneğin 300 TL/gün gibi) saptanır ve araç serviste 10 gün kaldıysa 10×300=3000 TL brüt zarar hesaplanır. Daha sonra bu tutardan, eğer mağdur bazı masraflardan kurtulmuşsa (yakıt vb.), küçük indirimler yapılabilir. Ayrıca aracın kişisel kullanımda olması halinde, alternatif ulaşımda harcanan süre veya konfor kaybı gibi ölçülmesi zor hususlar da dolaylı olarak bu paranın içinde değerlendirilir. Ticari araçlarda hesaplama, işin niteliğine göre değişebilir. Örneğin bir nakliye kamyonu çalışamadıysa, o sürede yapılamayan taşımaların kar marjı hesaplanarak tazminat istenebilir; ancak burada da eğer o taşımalar başka araçlarla yapılmışsa veya ileriki tarihe ertelenmişse bu etkiler de göz önünde bulundurulur. Sonuç itibariyle, araç mahrumiyeti zararının hesaplanması, gerçek kaybın olabildiğince tam yansıtılması ilkesine dayanır. Öğreti ve Görüş Ayrılıkları: Araç mahrumiyeti konusundaki doktrinel tartışmaların merkezinde, soyut kullanım hakkının tazmini meselesi yer alır. Bazı yazarlar, malın kullanılmamasından doğan zararın, ancak somut bir finansal kayıp varsa tazmin edilebileceğini, eğer kişi hiçbir harcama yapmamış ve sadece aracı garajda beklemişse maddi tazminata konu olamayacağını ileri sürer. Bu görüş, maddi zarar kavramını dar yorumlayarak, maldan yoksun kalmanın tek başına parasal değer taşımadığını savunur. Bunun karşısındaki görüş ise, aracın kullanımının ekonomik bir değer olduğunu, kişinin aracını kullanamayarak ikame bir hizmet satın almak zorunda kalmasa bile malvarlığının fayda tarafında bir eksilme meydana geldiğini iddia eder. Bu yaklaşım, Alman hukukundaki ticarileştirme teorisinden beslenmektedir ve Yargıtay uygulamasında da karşılık bulmuştur. Gerçekten de Yargıtay, belge ibraz edilemese bile hakkaniyete uygun bir bedel takdir edilebileceğini kabul ederek soyut kullanım kaybının tazminine kapı aralamıştır. Öğretide bir diğer görüş ayrılığı, kiraya verenin sorumluluğu konusunda ortaya çıkar: Eğer bir araç kiraya verilerek gelir elde edilen bir mal ise (örneğin araç kiralama şirketlerinin araçları), bu araç hasarlandığında hem tamir masrafı hem değer kaybı hem de kira gelirinden yoksun kalma zararları gündeme gelir. Kiraya verenin, aracın kaza nedeniyle kullanılamaması sonucu kaybettiği gelir, aslında o aracın işletilmesinden beklenen kazançtır ve talep edilebilir. Ancak bazı yazarlar, kiraya verilen aracın zaten ticari riskleri olduğunu, bu tür kayıpların sigorta ile (örneğin iş durması sigortası) karşılanmasının daha doğru olacağını savunur. Yine de mevcut hukuk çerçevesinde, kiraya veren de kusurlu tarafa karşı kaybettiği kira gelirini talep hakkına sahiptir. Bu durum, kullanım mahrumiyeti zararının ne kadar geniş yorumlanabileceğine dair bir örnektir. Sonuç olarak, ikame araç (kullanım mahrumiyeti) tazminatı Türk hukukunda teorik olarak kabul edilmiş ve uygulamada da karşılığını bulan bir zarar kalemidir. Her ne kadar zorunlu trafik sigortası kapsamı dışında tutularak mağdurların doğrudan sigortadan tazmin alması engellenmişse de, genel hükümlere göre kusurlu tarafın bu zararı ödeme yükümlülüğü nettir. Bu alanda Avrupa hukukuyla kıyaslandığında, Türkiye’deki temel fark sigorta şirketlerinin sorumluluğundadır; yoksa zarar kaleminin tanınırlığı benzer çizgidedir. İkame araç tazminatı, trafik kazalarının özellikle iş dünyasında ve günlük hayatta yol açtığı sekteyi telafi eden önemli bir mekanizmadır. Bu mekanizmanın etkin işleyebilmesi için, mağdurların haklarının farkında olması, sigorta poliçelerinin ise bu yönde geliştirilmesi gerekmektedir. Sigorta Hukuku Açısından Değerlendirme Araç değer kaybı ve ikame araç konularını sigorta hukuku perspektifinden ayrı bir gözle incelemek gereklidir. Çünkü hangi zararların fiili sorumlu tarafından, hangilerinin sigortacı tarafından üstlenileceği meselesi, uygulamada tazminatın tahsilini doğrudan etkilemektedir. Zorunlu Trafik Sigortası (ZMSS): 2918 sayılı KTK gereği her motorlu araç işleteni, zorunlu mali sorumluluk sigortası yaptırmak zorundadır. Bu sigortanın amacı, bir trafik kazasında üçüncü kişilere verilen zararların belirli limitler dahilinde sigorta şirketince karşılanmasını sağlamaktır. Zorunlu trafik sigortasının kapsamı, ilgili mevzuat ve poliçe genel şartları ile çizilidir. Maddi zararlar teminatı, başkasının malına (örneğin aracına) verilen zararları kapsar. Yukarıda değinildiği gibi, 2015 genel şart değişikliği ile araçta meydana gelen değer kaybı da açıkça bu kapsama dahil edilmiştir. Dolayısıyla sigortalı sürücünün sebep olduğu bir kazada karşı tarafın aracındaki değer kaybı, poliçe limitleri içinde kalmak kaydıyla, sigorta şirketi tarafından ödenmelidir. Uygulamada sigortacılar, kendilerine doğru yapılan başvurularda eksper raporuna dayanarak değer kaybını hesaplamakta ve ödemektedir. Ancak burada da bir sınırlama vardır: Poliçe limiti, hem hasar bedelini hem değer kaybını kapsayan toplam ödeme yükümlülüğüdür. Eğer kazadaki hasar onarım maliyetiyle birlikte değer kaybı toplamı poliçe limitini (örneğin maddi zararlar için ~50 bin TL) aşıyorsa, sigortacı limit kadar ödeme yapar, aşan kısım için sorumluluk işleten/sürücüde kalır. Sigorta hukuku bakımından önemli bir diğer nokta, sigortacının faiz ve yargılama giderleri sorumluluğudur. Zarar görenin talebi halinde, sigortacı limit dahilindeki zarar tutarına ek olarak işlemiş faiz ve (dava açılmışsa) mahkeme masraflarını da ödemek durumundadır. Bu husus, sigortacının temerrüdüyle ilgilidir ve Yargıtay kararları ile açıklığa kavuşturulmuştur: Sigorta şirketi, poliçe limiti kapsamındaki ana parayı geç ödeme nedeniyle oluşan faizden de sorumludur ve bu faiz ödemesi, limitin üzerinde kalsa dahi ödenmelidir. Böylece, sigortacı geç ödeme yaparak limit aşımından kaçınma yoluna gidememektedir. Zorunlu trafik sigortasının kapsamı dışında bırakılan dolaylı zararlar ise (gelir kaybı, iş durması, araç mahrumiyeti gibi) sigortacıdan talep edilemez. Bu durumun eleştirisi yukarıda yapılmıştır. Kısaca tekrar etmek gerekirse, Avrupa’daki eğilim, trafik sigortasının bu tür makul dolaylı zararları da kapsaması yönündedir. Türkiye’de ise 2015 değişikliğinde destekten yoksun kalma teminatı gibi yeni kalemler eklenirken, kullanım mahrumiyeti konusunda kapsam dar tutulmuştur. Sigortacılık Kanunu ve ilgili düzenlemeler, sigorta poliçesi genel şartlarının Hazine Müsteşarlığı (bugün Sigortacılık ve Özel Emeklilik Düzenleme ve Denetleme Kurumu) tarafından belirlenmesini öngörür. Dolayısıyla burada kamusal bir tercih söz konusudur. Mevcut durumda mağdur, araç mahrumiyeti zararını sigortacıdan talep edemediği için genel hükümlere göre kusurlu tarafa başvurmak zorundadır. Bu da pratikte bazen mağdur için ikinci bir uğraş anlamına gelir. Zira hasar ve değer kaybı için sigorta ödemesini hızlıca alan kişi, araç mahrumiyeti için ayrıca dava süreciyle uğraşmak durumunda kalabilir. Bu noktada Sigorta Tahkim Komisyonu önemli bir alternatif uyuşmazlık çözüm yoludur. 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu ile kurulan Sigorta Tahkim sistemi, sigorta şirketleri ile hak sahipleri arasındaki uyuşmazlıkları mahkemeye gitmeden, hızlı ve düşük masraflı bir biçimde çözme imkanı tanımaktadır. Ancak Sigorta Tahkim Komisyonu da, poliçe genel şartlarını esas alarak karar vermektedir. Yani genel şartlarda kapsam dışı bırakılmış bir kalemi (örneğin araç mahrumiyeti) tahkim yoluyla sigortacıdan almak kural olarak mümkün değildir. Bunun yerine, zarar gören tahkimde sigortacıdan kapsamdaki zararları (onarım bedeli, değer kaybı gibi) talep ederken, kapsam dışı kısmı yine ayrı tutmak zorundadır. Sonuç itibariyle, zorunlu trafik sigortası kapsamında değer kaybı ödenir, ikame araç ödenmez ilkesi geçerlidir. Bu ikili durum, mağdurların tam olarak tatminini engellediği gibi yargı yükünü de artırmaktadır. Sigorta hukukçuları, bu sorunun giderilmesi için genel şartlarda değişiklik yapılarak, belli sınırlar dahilinde kullanım mahrumiyeti tazminatının da poliçe kapsamına alınmasını önermektedir. Örneğin, sigorta şirketinin en fazla 7 veya 15 günlük bir ikame araç bedelini (günlük belirli bir üst limit ile) karşılaması bir çözüm olabilir. Böylece, ağır kusuru olmaksızın kazaya karışıp aracından mahrum kalan kişiler, hiç değilse makul bir süre için sigorta güvencesi altında olacaklardır. Bu tür düzenlemeler, AB ülkelerindeki uygulamaya yaklaştırıcı bir adım olacaktır. Kasko Sigortası: Kasko sigortası açısından araç değer kaybı ve kullanım mahrumiyeti, poliçe şartlarına bağlı konulardır. Standart kasko poliçelerinde, araçta meydana gelen maddi zarar poliçe kapsamındadır; ancak aracın piyasa değer kaybı teminat kapsamında değildir. Çünkü kasko sigortası, “sigortalı aracın tamir masraflarını veya çalınma halinde değerini ödeme” esasına dayanır. Onarım yapılıp araç geri teslim edildiğinde sigortacının yükümlülüğü ifa edilmiş sayılır. Aracın ikinci el değerinin düşmesi durumu, kasko genel şartlarında açıkça teminat dışı sayılmamışsa da, zımnen kapsam dışıdır. Sigorta şirketleri genelde bu tür talepleri reddeder ve uygulamada araç sahibi kusurlu değilse değer kaybını karşı tarafın sigortasından talep yoluna gider. Ancak kaskoda “0 km araç değer koruma” gibi ek teminatlar mevcuttur; örneğin aracın belirli bir süre içinde pert total olması halinde fatura değeri üzerinden ödeme yapma taahhüdü gibi. Bu tip ek güvenceler, araç değerinin korunmasına yöneliktir ama kısmi hasardaki değer düşüşünü kapsamamaktadır. Diğer yandan, kasko şirketleri müşteri memnuniyeti gereği bazı durumlarda jest uygulamalar yapabilmektedir. Kasko sigortasında araç mahrumiyeti ise yukarıda anlatıldığı üzere genellikle asistans hizmeti olarak sunulur. Bunun dışında, eğer sigortalı araç kusurlu sürücü ise (yani kendi kaskosundan hasarını alıyor ama o kazada suçlu), araç mahrumiyeti tazminatı zaten kasko poliçesinden beklenmez; kişi kendi hatasının sonucunda oluşan kullanım kaybını üstlenmiş sayılır. Fakat sigortalı kusursuz ise (yani karşı taraf kusurlu, ama belki sigortası yok veya kaçmış), bu durumda kasko şirketi “rücu” hakkını kullanarak karşı taraftan tahsil etmek üzere hasarı ödeyebilir, ancak kullanım mahrumiyeti için aynı şey geçerli değildir. Kasko şirketi, poliçe kapsamında olmadığı sürece, kullanım mahrumiyeti için ödeme yapmaz. Yalnız, uygulamada eğer kasko poliçesinde ikame araç hizmeti yoksa bile, bazı sigorta şirketleri sadakat programları veya iyi niyet çerçevesinde kısa süreli araç tahsis edebilmektedir. Bu durumlar tamamıyla sigortacının inisiyatifine bağlıdır. Sigortacılık Kanunu Bakımından Değerlendirme: 5684 sayılı Sigortacılık Kanunu, sigorta sözleşmelerinin genel hükümlerini ve sigortacının yükümlülüklerini düzenler. Bu Kanun’un tüketiciyi korumaya yönelik hükümleri arasında, sigorta ettirenin ve sigortadan menfaat sağlayanların zarar azaltma yükümlülüğü (TTK 1448) ve sigortacının ihbar sonrası 5 iş günü içinde eksper ataması, belgelerin tesliminden itibaren 15 gün içinde ödeme yapması gibi hükümler bulunur. Araç değer kaybı ve ikame araç talepleri açısından, sigorta şirketlerinin hızlı ve adil ödeme yapma yükümlülüğü önemlidir. Sigortacılık Kanunu madde 30 uyarınca Hazine Müsteşarlığı (şimdi SEDDİK) sigorta genel şartlarını düzenleme yetkisine sahip olduğundan, bu taleplerin kapsamı idari düzenlemelerle belirlenmektedir. Ayrıca Sigorta Tahkim Komisyonu’nun verdiği kararlar incelendiğinde, değer kaybı konusunda sigorta şirketleri ile mağdurlar arasında sıkça uyuşmazlık çıktığı, buna karşın ikame araç konusunda genellikle sigortacı lehine (kapsam dışı olduğundan) kararlar verildiği görülmektedir. Bu durum, sistemin mevcut halinin bir yansımasıdır. Özetle, sigorta hukuku açısından araç değer kaybı kısmen güvence altında, ikame araç ise büyük ölçüde güvence dışındadır. Bu ikili yapı, mağdurların korunmasında bir açıklık yaratmaktadır. Akademik çevrelerde, zorunlu sigortanın kapsamının genişletilmesi veya hiç değilse isteğe bağlı teminatların teşvik edilmesi yoluyla bu açığın kapatılması gerektiği dile getirilmektedir. Özellikle artan araç kiralama maliyetleri ve trafik kazalarının sıklığı dikkate alındığında, sigorta sisteminin mağdurlara daha kapsamlı bir koruma sunması beklenir. Böylelikle, trafik kazası mağdurları, zararın bir kısmı için sigorta, kalanı için dava yoluna başvurmak yerine, zararlarının tamamını tek elden ve hızla tazmin ettirebileceklerdir. Sonuç Türk hukukunda araç değer kaybı ve ikame araç (kullanım mahrumiyeti) talepleri, haksız fiil sorumluluğu kapsamında tazmini gereken önemli zarar kalemleridir. TBK m.49 ve m.50 hükümleri, bu zararların prensipte tazmin edilebilir olduğunu ortaya koymuştur. Araç değer kaybı, kazaya uğrayan aracın piyasa değerinde onarım sonrası meydana gelen eksilmeyi ifade eden ve doğrudan maddi zarar niteliğinde bir kalemdir. Bu zarar, gerek doktrin gerek yargı içtihatları tarafından gerçek zararın parçası sayılmakta ve kusurlu taraftan talep edilebilmektedir. İkame araç temini ise, araçtan yoksun kalma nedeniyle ortaya çıkan gider ve kayıpların telafisini amaçlar. Özellikle ticari araç sahipleri için bu kalem hayati önemde olup, işlerinin durmaması için vazgeçilmez bir tazminat unsurudur. Türk hukuk doktrini, soyut kullanım imkanının dahi parasal değer taşıdığı ve uygun şartlarda tazmin edilmesi gerektiği yönünde güçlü eğilim sergilemektedir. Bu sayede, mağdur fiilen harcama yapmasa bile aracının yokluğundan kaynaklanan ekonomik kayıplarını giderebilmektedir. Sigorta hukuku açısından mevcut durumda bir dengesizlik söz konusudur: Zorunlu trafik sigortası, araçtaki doğrudan maddi zararları (onarım gideri ve değer kaybı gibi) karşılamakta, ancak dolaylı zararları (iş göremezlik, kazanç kaybı, kullanım mahrumiyeti gibi) kapsam dışında tutmaktadır. Bu nedenle trafik kazası mağdurları, araç değer kaybı için sigortadan nispeten kolay ödeme alabilirken, ikame araç bedeli için ayrıca uğraşmak zorunda kalmaktadır. Kasko sigortası ise ikame araç konusunda sınırlı çözümler sunmakta, değer kaybını ise genelde kapsamamaktadır. Bu tablo, mağdurun tam korunması hedefine hizmet etmediği gibi, çok sayıda uyuşmazlığa da yol açmaktadır. Avrupa hukuku ile karşılaştırıldığında, Türk hukukunun temel ilkeler ve kavramlar açısından büyük ölçüde uyumlu olduğu, ancak uygulamada sigorta kapsamının dar tutulması nedeniyle mağdur lehine sağlanan korumanın pratikte daha zayıf kaldığı görülmektedir. Avrupa’daki birçok ülke, zorunlu sorumluluk sigortası vasıtasıyla mağdurun hem araç hasarını hem makul kullanım kaybını tazmin etmeyi sistemine dahil etmiş durumdadır. Türk hukukunda bu konuda bir reform ihtiyacı olduğu açıktır. Öneri olarak, zorunlu trafik sigortası genel şartlarına araç kullanım mahrumiyeti tazminatının da sınırlı ölçüde eklenmesi, mağdurların hak arama yükünü hafifletecektir. Ayrıca sigorta limitlerinin ekonomik gerçeklere göre güncellenmesi, değer kaybı hesaplama yöntemlerinin şeffaflaştırılması ve standartlaştırılması (örneğin eksper eğitimlerinin bu doğrultuda geliştirilmesi) de uygulamadaki sorunları azaltacaktır. Doktrindeki tartışmalar ve farklı görüşler, genel itibarıyla bu zararların tazmini yönünde yoğunlaşmaktadır. Görüş ayrılıkları daha ziyade tazminatın kapsamı ve hesap yöntemi üzerinedir. Bu da doğal olup, hukuk sistemimizin esnekliğini gösterir. Nihai hedef, mağdurun ne eksik ne fazla, tam olarak uğradığı zararın karşılanması, haksız fiil failinin ise gereğinden fazla yük altında bırakılmamasıdır. Bu denge sağlanırken sigorta mekanizmalarının etkin kullanımı büyük rol oynar. Sigorta, sosyal risk dağıtımının bir aracı olarak mağduru koruduğu ölçüde amacına ulaşır. Sonuç itibarıyla, araç değer kaybı ve ikame araç temini konuları, Türk hukuku bakımından gelişmeye açık, dinamik alanlardır. Hukuki literatürde bu konulara dair kapsamlı incelemeler yapılmış, çeşitli çözüm önerileri sunulmuştur. Yargı kararları da zaman içinde daha tutarlı ilkeler oluşturarak belirsizlikleri azaltmaktadır. Özellikle Yargıtay’ın son yıllarda verdiği kararlar, araç değer kaybının gerçek zarar kapsamına girdiğini ve araç mahrumiyeti zararının da kusurlu taraftan istenebileceğini netleştirmiştir. Bundan sonraki adım, yasal ve sözleşmesel düzeyde mağdur lehine iyileştirmeler yapmaktır. Bu makalede ortaya konan analiz, araç değer kaybı ve ikame araç tazminatının hukuki niteliğini, ispat ve hesaplama usullerini, zamanaşımı ve temerrüt boyutlarını ve sigorta hukukuyla kesişimini kapsamlı biçimde ele almıştır. İnceleme sonucunda varılan temel kanaat, mağdurun tam tazmini ilkesinin bu alanda yol gösterici olması gerektiğidir. Bu ilke gereği, bir trafik kazasında kusursuz araç sahibinin uğradığı her türlü maddi kayıp –aracın onarım gideri, değer düşüşü, kullanamama dolayısıyla yapılan masraflar ve kaybedilen kazançlar dahil– eksiksiz giderilmelidir. Mevcut hukuk sistemi bunu büyük ölçüde sağlamakla birlikte, pratik aksaklıklar ve eksikler bulunmaktadır. Akademik tartışmalar ve karşılaştırmalı hukuk tecrübesi, bu eksiklerin giderilmesinde yönlendirici olacaktır. Özellikle Avrupa hukukundan alınacak ilhamla, sigorta sistemimizin mağdur lehine güçlendirilmesi ve uygulamada yeknesaklığın sağlanması mümkündür. Son olarak, araç değer kaybı ve ikame araç temini konusunun sadece bireysel mağdurların değil, toplumun genelinin menfaatine ilişkin bir boyutu da vardır. Trafik kazaları kaçınılmaz oldukça, adil ve hızlı tazmin mekanizmaları sosyal huzur ve güven duygusu için önem arz eder. İnsanlar, kusurları olmaksızın bir kazaya karıştıklarında, araçlarının tam anlamıyla eski hale getirileceğini ve bu süreçte uğradıkları zararların telafi edileceğini bilmelidir. Bu güvence, hukuk düzenine duyulan güvenin de bir parçasıdır. Dolayısıyla kanun koyucunun ve uygulayıcıların, bu alandaki gelişmeleri takip ederek gerektiğinde müdahale etmesi beklenir. Türk hukuku, köklerini İsviçre hukukundan alan sağlam bir özel hukuk temeline sahiptir ve araç değer kaybı ile kullanım mahrumiyeti konularında da teorik olarak tatmin edici bir altyapı mevcuttur. Bu altyapının pratiğe tam yansıması için gerekli adımlar atıldığında, kazazede araç sahipleri yönünden çok daha adil ve dengeli bir durum sağlanacaktır. Böylece hem hukuk devleti ilkesinin bir gereği olan zararın dengin giderilmesi sağlanacak, hem de Avrupa standartlarıyla uyumlu, modern bir tazmin sistemi tesis edilmiş olacaktır. Av. Ahmet Tarık KOÇAK