TEVFİK YAMANTÜRK

  • Konbuyu başlatan Admin
  • Başlangıç tarihi
A

Admin

Yönetici
Yönetici
Bizim nesil, İdris Yamantürk’ü bir ulu çınar gibi tanır. Kökleri Anadolu’nun çetin topraklarına inmiş, gövdesi nice fırtınalara göğüs germiş, dallarıyla gölgesini sadece ailesine değil, memlekete de yaymış bir çınar... O, Rize’nin Çamlıhemşin ilçesinin sarp dağlarında, sisin neredeyse hiç dağılmadığı, yağmurun toprağa ana gibi sarıldığı bir köyde dünyaya gelir. Çocukluğu, taşlı yollarda yalınayak yürümek gibidir; her adımda yeni bir mücadele, her nefeste biraz daha büyüyen bir inat, biraz daha köklenen bir azim... O yıllar, bugünün gençleri için birer hatıra değil, sanki zamanın unuttuğu bir çağdan kopup gelen bir efsane gibidir. Liseyi, doğunun sert rüzgârlarının yüzleri kamçıladığı Erzurum Lisesi’nin taş duvarları arasında yatılı olarak tamamlar. O yılları anlattığı kitabında, yaşadıklarını anlatırken, sadece kendi öyküsünü değil, bir kuşağın ve bir milletin direnişini de dile getirir. O anlatılar, bugünün gençlerine bir masal kadar uzak gelir; sanki dondurucu bir kış gecesinde bir soba başında, titrek bir lambanın ışığında dinlenen bir destandır. 2021 yılında aramızdan ayrılan İdris Yamantürk, hayatının son döneminde Osman Çakır ile birlikte yaşadıklarını, acı-tatlı hatıralarını, sevinçlerini ve sükûtlarını büyük bir içtenlikle kaleme almıştır. Kitabında yer alan bir sahne hâlâ hafızamda yerini koruyor: Yolun, iz bırakmanın bile zor olduğu karlı dağları aşarak tatil günlerinde köyüne dönüşünü öyle sade ama etkileyici anlatır ki, insanın gözünde karların üzerine düşen çocuk adımları canlanır. Yoklukla yoğrulmuş bir gençliğin ardından, Türkiye'nin en kıymetli eğitim kurumlarından biri olan İstanbul Teknik Üniversitesi’ni (İTÜ) başarıyla tamamlar. Henüz çocuk yaşlardayken kurduğu hayali, milletine faydalı bir birey olmak arzusunu hiç bırakmaz; adeta kaderine yön veren pusulayı küçük yaşta eline alır ve hep o yöne yürür. “Türk Milletine Borcumuz Var” adlı kitabı, bir iş insanının biyografisi olmanın çok ötesindedir. Bu eser, bir dönemin vicdanı, bir milletin çırpınışı, sanayileşmenin, kalkınmanın, ihanetlerin, hayal kırıklıklarının ve büyük ideallerin aynasıdır. Kitabı okurken sadece satırlarla değil, yaşanmışlıklarla da baş başa kalır insan. 70 yıl öncesinden 2020’ye kadar geçen sürede, bu ülkenin damarlarında dolaşan kan gibi bir akış hissedersiniz. İdris Yamantürk, yalnızca kendini değil, evlatlarını da aynı terbiye, aynı ülkü ve aynı sorumluluk duygusuyla yoğurdu. Onları, “Türk milletinin bir ferdi olmanın” ne demek olduğunu bilen insanlar olarak yetiştirdi. Bugün Türk sanayisinin öncüleri arasında yer alan bu aile, adeta tırnaklarıyla kazıya kazıya, yokuşları düze çevire çevire geldikleri noktaya ulaştı ve hâlâ o yolda ilerlemeye devam ediyorlar. Bizim kuşak, İdris Yamantürk’e “abi” diye hitap ederdi. Bu sadece bir hitap değil, ona duyulan saygının ve gönül yakınlığının bir ifadesiydi. Tevfik Yamantürk ise, yakın zamanda Beşiktaş Jimnastik Kulübü Divan Kurulu’nda yaşanan bir olayla kamuoyunun gündemine geldi. Oysa ben onu bundan çok daha önce, bir kez, uzun ve derinlikli bir sohbetimizde tanımıştım. O sohbetin tadı hâlâ damağımda. Karşımda, vatanını ve milletini sevmenin ne demek olduğunu kelimelerle değil, hâliyle anlatan bir adam oturuyordu. Kaprissiz, riyasız, içten bir sevgiyle doluydu sözleri. Anlattıkları, sadece düşünce değil, bir inancın, bir duruşun, bir ahlakın yansımasıydı. O gün anladım ki; bazı insanlar sadece yaşamakla değil, yaşattıklarıyla da iz bırakırlar. Son Beşiktaş Kongresi’nde, eski başkanın sergilediği tavırlara karşı Tevfik Yamantürk’ün gösterdiği tepkinin kökleri, sevdanın ağır yüklerine dayanıyor. Çünkü her sevgi, bir yük taşıyan çilekeş dağ gibi, zamanla daha ağır hale gelir. Ve ne kadar fazla severseniz, o kadar fazla bedel ödersiniz; tıpkı güneşin yakıcı ışığının toprağa düşürdüğü derin gölgeler gibi. Salondaki o anlık patlamanın ardında, kırılan kalp değil yalnızca bir insanın yıllar içinde biriktirdiği güvenin, inancın ve sadakatin kırık dökük hatıraları yatıyordu. Tevfik Bey’in sakin ve ölçülü tavrı, bir göl kenarındaki su gibi durgundu, ama bazen sabır da bir nehir gibi akar ve taşkınlaşır. Sabır, tıpkı yapraklar arasında gizli kalan rüzgâr gibi önce yavaşça esip, sonra tüm gücüyle sarmaya başlar; o an, o salonda sabır rüzgârı esmesine sebep olmuştu. Türk sporunun bu köklü kulübünün bir parçası olmak, o kulübe yön vermek, sadece bilgi veya tecrübeyle ölçülen bir şey değildir. BJK’nin temelleri, vatan ve millet sevgisinin yüreklerde bir ateş gibi yakıldığı, her bir tuğlası sevdanın ve fedakârlığın yoğurduğu bir mirastır. O mirası inşa edenler, göğüslerinde bu sevdanın ateşiyle, yalnızca başarıları değil, bir milletin umutlarını, onurlarını ve en derin değerlerini de taşımışlardır. Bir kulüp yönetmek, bir kulübe sahip çıkmak, gövdede büyüyen kökler gibi derin bir sorumluluk ister. Her karar, toprağa düşen bir damla su gibi, o kulübün tarihine iz bırakır. O suyu içenlerin her biri, birer gerçek vatansever olarak, kulübün ruhunu taşıyan birer meşale gibi parlamalıdır. Şu sıralar bazı platformlarda Tevfik Yamantürk’ün Beşiktaş’tan ihraç edilmesi gündeme geliyor. Ancak, genel kurulun böyle bir karar vereceğini hiç tahmin etmiyorum. Konuşulması bile, teklif edilmesi bile Beşiktaş’ın kuruluş felsefesiyle çelişiyor ve kulübün ruhuna zıt bir adım olur. Çünkü Beşiktaş, kuruluşundan bu yana, vatan sevgisi ve millet aşkını kalbinde taşıyanların emekleriyle var olmuştur. Bu kulübün temelleri, fedakârlıkla yoğrulmuş ve gönülleri birleştiren bir sevda ile atılmıştır. BJK, sadece bir spor kulübü değil, duruşuyla, kimliğiyle, milletin kalbinde kök salmış bir çınar gibidir. O çınarın dallarına ne kadar zarar verilirse, kökleri o kadar derinlere inmeye devam eder. O kökler, vatanseverlik ve onurla büyüyen bir anlayışla şekillenen bir kimliktir. Bu kimlik, her zaman sevgiyle, sadakatle beslenmiş, bir milletin kalbinin atışı gibi sürekli güç kazanmıştır. BJK aklının devreye gireceğine olan inancım tam. Beşiktaş, yalnızca bir spor kulübü değil, bir milletin ruhunun şekillendiği, gönüllerin birleştiği bir arenadır. Ve böyle bir kulübün aklı, her zaman sağduyulu ve derin bir sezgiye sahiptir. Beşiktaş sevgisini yüreğinde taşıyan, geçmişin izlerini ve geleceğin umutlarını aynı anda kucaklayan değerli bir insanın camiadan uzaklaştırılması fikri, rüzgârın önünde savrulmuş bir yaprak gibi anlamsız kalır. Bu düşünceden vazgeçilmesi gerektiğine inancım güçlüdür. Çünkü Beşiktaş’ın ruhu, sevgisi ve sadakati, kulübün temellerine kök salmış ve zamanla göklerde dalgalanan bir bayrak gibi özgürlüğünü kazanmıştır. Her bir üyesi, o bayrağın altındaki renklerin anlamını yüreğinde taşır. Beşiktaş’ın asil aklı, doğruluğun ve adaletin ne olduğunu bilir. Bu düşünceden sapmak, o asil ruhla çelişir. Bir insanın camiadan uzaklaştırılması, kulübün kalbindeki sevdayla bağdaşmaz. Bu sevda, bir dağın zirvesinde karla kaplanmış bir doruk gibi yüksek ve sarsılmazdır. Ve BJK’nin aklı, her zaman bu sevdanın ötesindeki anlamı görerek hareket eder. Kulübün geçmişine ve değerlerine sadık kalındığında, bu tür kararların bir çıkmaz sokağa girdiğini görürüz.
 
Geri
Üst