A
Admin
Yönetici
Yönetici
'Müzik ruhun gıdasıdır' deriz ya aslında bu söz, sadece romantik bir benzetmeden ibaret değil. Bilim, tarih ve kadim gelenekler diyor ki; müzik ruhu da, bedeni de besliyor. Öyle ki, bundan 6 bin yıl önce atalarımız sadece eğlenmek ya da yas tutmak için değil, hastalıkları iyileştirmek için de müziğe sarılmış. Ve işin en ilginç yanı hangi makamın hangi hastalığa iyi geldiği; dinleneceği saat, kişinin burcu, hatta ten rengine göre değişiyor.
'Müzik ruhun gıdasıdır' deriz ya aslında bu söz, sadece romantik bir benzetmeden ibaret değil. Bilim, tarih ve kadim gelenekler diyor ki; müzik ruhu da, bedeni de besliyor. Öyle ki, bundan 6 bin yıl önce atalarımız sadece eğlenmek ya da yas tutmak için değil, hastalıkları iyileştirmek için de müziğe sarılmış. Ve işin en ilginç yanı hangi makamın hangi hastalığa iyi geldiği; dinleneceği saat, kişinin burcu, hatta ten rengine göre değişiyor.
İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müzikoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Pınar Somakcı’nın verdiği bilgiler ve akademisyen müzisyen Emine Begüm Kanıkey Güvenç Akçay’ın aktardıkları bu hikâyeyi bugünün okuruna büyük bir hayranlıkla sunuyor.
Şifa kopuzdan geldi, ney ile devam etti
Türklerin müzikle tedavi geleneği Şamanizm'e kadar uzanıyor. Şamanlar, kötü ruhların hastalıklara neden olduğuna inanıyor, kutsal kabul ettikleri hayvanların seslerini taklit eden ritüellerle iyileştirme seansları yapıyorlardı. Kopuzla başlayan bu yolculuk, bağlama, ney, santur, tanbur ve rebap gibi enstrümanlarla zenginleşti.
Daha sonra İslamiyet’in kabulüyle birlikte bu pratikler dini kurallara uygun hâle getirildi. Ayinler yerini sosyal etkileşimi, cesareti ve birlik hissini destekleyen ezgilere bıraktı. Müziğin ruhu olduğu kadar bir düzeni, saati ve 'kişisel eşleşmesi' olduğuna inanıldı.
Her burcun bir makamı, her tenin bir frekansı var
Osmanlı’nın son hekimlerinden Gevrekzâde Hafız Hasan Efendi'nin aktardıklarına göre; bir müzisyen hastanın burcunu, ten rengini ve mizacını bilmeden doğru makamı seçemezdi. Esmer tenliler için Irak makamı, buğday tenliler için Isfahan, sarışınlar için Rast, beyaz tenliler için Küçek makamı uygun görülüyordu. Makamlar sadece fiziksel hastalıklara değil, duygusal dengeye de hitap ediyordu.
Yıldıznameyle karakter analizi yapılır, hastaya uygun ezgi tespit edilir, o ezgiye uygun enstrümanlarla terapi başlatılırdı. Geceleri Hicaz, gün doğarken Saba, kuşluk vaktinde Rast makamı dinletilir, kalp atışlarını tekrar eden ritimlerle bedenin uyumu yakalanmaya çalışılırdı.
Bugün otizme, dün felce
Geçmişte felç, gut, baş ağrısı, çarpıntı, bağırsak sancısı gibi fiziksel sorunlara iyi geldiği bilinen makamlar, günümüzde otizm, Alzheimer, hiperaktivite gibi nörolojik rahatsızlıkların tedavisinde de araştırılıyor. Akçay’ın belirttiği gibi, dombra ve su sesiyle desteklenen pasif müzik terapileri, özellikle otistik bireylerin içsel güvenini ve iletişimini güçlendirmede kullanılıyor.
Üflemeli sazlar zihni arındırıyor, telli çalgılar kararlılık hissi veriyor, yaylı çalgılar güne başlarken dinginlik sağlıyor. Vurmalı sazlar ise ritim aracılığıyla duygusal dengesizlikleri yatıştırıyor.
Müzikle tedavinin bilimsel temeli 1920’lerde New York’ta atılsa da, bizde asırlardır bilinen bir gerçeğin adı konmuş oldu. I. ve II. Dünya Savaşı’nda yaralılara müzik dinletilmesi, bugünse psikoterapi teknikleriyle müzik terapisinin bütünleşmesi bu köklü yöntemin modern tıpta da yer bulduğunu gösteriyor.Dr. Rahmi Oruç Güvenç’in yıllarca sürdürdüğü çalışmalar, müzikle tedavinin sadece geçmişin değil, geleceğin de şifa alanı olacağını kanıtlıyor.
'Müzik ruhun gıdasıdır' deriz ya aslında bu söz, sadece romantik bir benzetmeden ibaret değil. Bilim, tarih ve kadim gelenekler diyor ki; müzik ruhu da, bedeni de besliyor. Öyle ki, bundan 6 bin yıl önce atalarımız sadece eğlenmek ya da yas tutmak için değil, hastalıkları iyileştirmek için de müziğe sarılmış. Ve işin en ilginç yanı hangi makamın hangi hastalığa iyi geldiği; dinleneceği saat, kişinin burcu, hatta ten rengine göre değişiyor.
İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Müzikoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Pınar Somakcı’nın verdiği bilgiler ve akademisyen müzisyen Emine Begüm Kanıkey Güvenç Akçay’ın aktardıkları bu hikâyeyi bugünün okuruna büyük bir hayranlıkla sunuyor.
Şifa kopuzdan geldi, ney ile devam etti
Türklerin müzikle tedavi geleneği Şamanizm'e kadar uzanıyor. Şamanlar, kötü ruhların hastalıklara neden olduğuna inanıyor, kutsal kabul ettikleri hayvanların seslerini taklit eden ritüellerle iyileştirme seansları yapıyorlardı. Kopuzla başlayan bu yolculuk, bağlama, ney, santur, tanbur ve rebap gibi enstrümanlarla zenginleşti.
Daha sonra İslamiyet’in kabulüyle birlikte bu pratikler dini kurallara uygun hâle getirildi. Ayinler yerini sosyal etkileşimi, cesareti ve birlik hissini destekleyen ezgilere bıraktı. Müziğin ruhu olduğu kadar bir düzeni, saati ve 'kişisel eşleşmesi' olduğuna inanıldı.
Her burcun bir makamı, her tenin bir frekansı var
Osmanlı’nın son hekimlerinden Gevrekzâde Hafız Hasan Efendi'nin aktardıklarına göre; bir müzisyen hastanın burcunu, ten rengini ve mizacını bilmeden doğru makamı seçemezdi. Esmer tenliler için Irak makamı, buğday tenliler için Isfahan, sarışınlar için Rast, beyaz tenliler için Küçek makamı uygun görülüyordu. Makamlar sadece fiziksel hastalıklara değil, duygusal dengeye de hitap ediyordu.
Yıldıznameyle karakter analizi yapılır, hastaya uygun ezgi tespit edilir, o ezgiye uygun enstrümanlarla terapi başlatılırdı. Geceleri Hicaz, gün doğarken Saba, kuşluk vaktinde Rast makamı dinletilir, kalp atışlarını tekrar eden ritimlerle bedenin uyumu yakalanmaya çalışılırdı.
Bugün otizme, dün felce
Geçmişte felç, gut, baş ağrısı, çarpıntı, bağırsak sancısı gibi fiziksel sorunlara iyi geldiği bilinen makamlar, günümüzde otizm, Alzheimer, hiperaktivite gibi nörolojik rahatsızlıkların tedavisinde de araştırılıyor. Akçay’ın belirttiği gibi, dombra ve su sesiyle desteklenen pasif müzik terapileri, özellikle otistik bireylerin içsel güvenini ve iletişimini güçlendirmede kullanılıyor.
Üflemeli sazlar zihni arındırıyor, telli çalgılar kararlılık hissi veriyor, yaylı çalgılar güne başlarken dinginlik sağlıyor. Vurmalı sazlar ise ritim aracılığıyla duygusal dengesizlikleri yatıştırıyor.
Müzikle tedavinin bilimsel temeli 1920’lerde New York’ta atılsa da, bizde asırlardır bilinen bir gerçeğin adı konmuş oldu. I. ve II. Dünya Savaşı’nda yaralılara müzik dinletilmesi, bugünse psikoterapi teknikleriyle müzik terapisinin bütünleşmesi bu köklü yöntemin modern tıpta da yer bulduğunu gösteriyor.Dr. Rahmi Oruç Güvenç’in yıllarca sürdürdüğü çalışmalar, müzikle tedavinin sadece geçmişin değil, geleceğin de şifa alanı olacağını kanıtlıyor.