A
Admin
Yönetici
Yönetici
GİRİŞ Ceza hukuku, bireylerin ve toplumun huzurunu korumak amacıyla hangi fiillerin suç teşkil ettiğini ve bu fiillerin karşılığında uygulanacak yaptırımları düzenleyen bir hukuk dalıdır. Suçun oluşabilmesi için bazı temel unsurların birlikte bulunması gerekir. Bu unsurlar, ceza hukukunun sistematiğini oluşturan ve suçun varlığını belirleyen kriterlerdir. Bu unsurlar arasında yer alan “tipiklik”, suç teşkil eden bir fiilin kanunda yer alan suç tanımına uygunluk göstermesi anlamına gelir. Suçun manevi ve maddi unsurlarıyla birlikte değerlendirilen tipiklik, ceza sorumluluğunun belirlenmesinde hayati bir rol oynamaktadır. Bu çalışmada, suçun unsurlarından biri olan tipiklik kavramı detaylı şekilde ele alınacak, tipiklik türleri ve bu kavramın ceza hukukundaki önemi üzerinde durulacaktır. I. SUÇUN TANIMI Suç, ceza kanununda veya yan ceza kanunlarında düzenlenen ve karşılığı ceza ve/veya güvenlik tedbiri uygulanan fiillerdir[1]. Doktrinde yer alan bir başka tanıma göre suç, kamu düzeninin sürekliliği için muhafaza edilmesi gereken hukuksal çıkarların aleni şekilde ve bilerek ihlal edilmesi ya da bu çıkarları korumak için konulmuş hukuk kurallarını ihlal etmemek için özen göstermeyen kişinin davranışı ile hukuka uygunsuzluk biçiminde karşılaştığımız özel bir durumdur[2]. Sözlükte ise suç, hukuk kurallarının yasakladığı ve yapılmasına veya yapılmamasına cezai yaptırım bağladığı eylem[3] olarak tanımlanmıştır. Bu tanımlardan hareketle bir eylemin suç oluşturabilmesi için kanunla düzenlenmiş olması ve karşılığında yaptırım bağlanmış olması gerekmektedir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda (TCK) suçun ne olduğuna ilişkin bir tanımlama yapılmamıştır. Ancak Kabahatler Kanunu (KK) 2. maddesinde kabahatin ne olduğu tanımlanmıştır. Buna göre kabahat, kanunun karşılığında idari yaptırım uygulanmasını öngördüğü haksızlıktır (madde 2). 2. maddenin gerekçesinde de kahabatin tıpkı suç gibi haksızlık teşkil ettiği belirtilmiştir[4]. Suçun ne olduğunun tespiti açısından yaptırım dışında haksızlık oalrak nitelendirilmesi yeterli değildir. Çünkü haksızlık teşkil eden başka fiiler de bulunmaktadır. Bir fiile gerçek suç karakterini veren haksızlığın ne olduğunun, unsurlarının belirlenmesi gerekmektedir. Yani suçun yapısının ortaya konulması gerekmektedir. Suçun yapısı, cezalandırılabilir bir davranışın unsurlarını ve unsurlarının açıklanmasını ifade etmektedir[5]. Doktrinde suçun unsurları bakımından farklı birçok ayırım yapılmıştır[6]. Katıldığım görüşe göre suçun unsurları tipiklik ve hukuka aykırılık olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Tüm bu tanımlardan hareketle suçun tanımını yeniden yapacak olursak suç, bir haksız eylem karşısında mevcut yasada karşılığı olarak müeyyide öngörülen, kanuni tanıma uygun (tipe uygun, tipik) ve hukuka aykırı davranışlardır. A. SUÇUN UNSURLARI Suçun unsurları yukarıda da belirttiğimiz ve katıldığımız görüşe göre tipiklik ve hukuka aykırılık unsurlarından oluşmaktadır. 1) TİPİKLİK Tipiklik, dar anlamda tipiklik ve geniş anlamda tipiklik olmak üzere ikiye ayrılır. Geniş anlamda tipiklik, cezalandırılabilirliğin tüm koşullarını ifade etmektedir. Bir başka deyişle geniş anlamda tipiklik cezalandırılabilirliğin şartlarını ifade etmeketedir. Cezalandırılabilirliğin şartlarına dar anlamda tipiklik, hukuka aykırılık, kusur, objektif cezalandırılabilme şartları, şahsi cezasızlık sebepleri ve cezayı ortadan kaldıran şahsi sebepler girmektedir. Dar anlamda tipiklik ise, her suça kendi özelliğini veren ve onun haksızlık içeriğini karakterize eden kanuni tanımdaki unsurlardır[7]. 5237 sayılı TCK’ye göre kanunda yer alan tanımlar tipikliği oluşturmaktadır. Bizim de inceleme alanımız olan dar anlamda tipikliğin kapsamına maddi ve manevi unsurları girmektedir. TCK madde 30/1 fıkrasında, fiilin icrası sırasında suçun kanuni tanımındaki maddi unsurları bilmeyen bir kişi, kasten hareket etmiş sayılmaz. Bu hata dolayısıyla taksirli sorumluluk hali saklıdır, denilmek suretiyle kanuni tanımda yer alan unsurlar içerisinde maddi unsurların olduğunu ifade etmektedir. Yine, suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır (madde 21/1) ve taksirle işlenen fiiller kanunun açıkça belirttiği hallerde cezalandırılır (madde 22/1) hükümleri gereği suçun kanuni tanımındaki usnurları arasında manevi unsurun da olduğunu belirtmektedir. Tipikliğin maddi ve manevi unsurları fiilin haksızlık içeriğini etkileyen unsurlardır. Hukuka aykırılık da haksızlığın unsuru olmakla beraber, haksızlık içeriğini etkilemez. Çünkü hukuka aykırılık ya vardır ya yoktur, dolayısıyla da derecelendirilemez[8]. Suçun maddi unsurları haksızlık tipini oluşturan ve onu şahsileştiren unsurlardır. Fail, hareket (fiil), mağdur, netice, nitelikli haller, konu gibi kanuni tanımda yer verilen unsurlardır. Manevi unsur ise iç, ruhsal olguyla ilgilidir[9]. Manevi unsur, fail ile fiil arasındaki manevi bağı ifade etmektedir[10]. Bir haksız eylemde failin sorumluluğuna gidilebilmesi için suçun kanuni tanımında yer alan maddi ve manevi unsurların gerçekleşmiş olması gerekmektedir. B. TİPİKLİĞİN MADDİ UNSURLARI a. FİİL (HAREKET) Fiil (hareket) suçun maddi unsurlarındandır. Fiil, eylemin dış dünyada meydana getirdiği sonuç olarak tanımlanabilir. Fiilsiz, suç olmaz. Bu nedenle fiil her suçta bulunması gereken bir unsurdur. Hareket davranış, icra ve ihmali kapsamaktayken fiil ise insani hareket olarak değerlendirilmektedir. Dolayısıyla fiil kavramının yerine eş anlamlı olarak hareket kavramının kullanılması pek tabi mümkündür. Hareketin tipiklikte düzenleniş şekline göre suç tipleri vardır. Bunlar: tek hareketli suçlar, çok hareketli suçlar, serbest hareketli suçlar, bağlı hareketli suçlar, seçimlik hareketli suçlar ve kesintisiz (mütemadi) suçlardır. Tek hareketli suçlar, ismi gereği tek bir hareketin yapılması haksızlık içeriğinin oluşması için yeterli görülen suçlardır. Tehdit (madde 106), Hırsızlık (madde 141) gibi suç tipleri tek hareketli suçlara örnek olarak verilebilir. Çok hareketli suçlar, kanuni tanımında birden çok harekete yer veren ve hepsinin yapılması gereken fiillerdir. Yağma (madde 148), özel belgede sahtecilik (madde 207), dolandırıcılık (madde 157) gibi suç tipleri örnek olarak verilebilir. Serbest hareketli suçlar, kanuni tanımda yer alan hareket tiplerinden herhangi birinin yapılmasıyla haksızlık içeriğinin oluştuğu suç tipleridir. Görevi kötüye kullanma suçu (madde 257/1) örnek olaran verilebilir. Bağlı hareketli suç, hangi tür hareketin suç oluşturacağının kanuni tanımda belirtildiği hallerde bağlı hareket söz konusudur. İhaleye fesat karıştırma (madde 235) örnek olarak verilebilir. Seçimlik harektli suç, kanuni tanımda alternatif olarak sayılan harektlerden biriyle işlenebilen suçlardır. Suç eşyalarının satın alınması veya kabul edilmesi (madde 165), göçmen kaçakçılığı (madde 79), insan ticareti (madde 80) örnek olarak verilebilir. Kesintisiz (mütemadi) suçlar, fiilin icrasının devam ettiği suçlara kesitiniz suçlar denir. Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma (madde 109), suç işlemek amacıyla örgüt kurma (madde 220) örnek olarak verilebilir. b. İCRAİ-İHMALİ SUÇLAR Suçlar hareketin şekline göre icrai ve ihmali suçlar olmak üzere ikiye ayrılır. Basit tabirle, bir suç icra hereketlerinin gerçekleşmesiyle işleniyorsa icrai suç, ihmali harektlerin işlenmesiyle işleniyorsa ihmali suç söz konusudur. İcrai suçlar, suçun kanuni tanımında failin bedensel hareketleriyle işlenen suçalardır. El hareketi, söz sarf etmek yahut da baş hareketi örnek olarak verilebilir[11]. İhmali suçlar bakımdan ise gerçek ihmali ve suç gerçek olmayan ihmali suç ayrımı mevcuttur. Gerçek ihmali suç kanuni tanımda suçun gerçekleşmesi için aranan ihmali davranıştır. Bir diğer deyişle failin sessiz kalması, failden beklenilen hareketin yapılmamasıdır. TCK madde 278’de düzenlenen “Suçu Bildirmeme” örnek olarak verilebilir. Fail burada işlenmekte olan suçu beş duyu organıyla hissetmiş ve bu suçun işlendiğini yetkili makamlara ihbar etmemişse, failin sessiz kaldığı ve ondan beklenilen hareketi gerçekleştirmediği için ihmali davranışla TCK madde 278’de düzenlenen suçu işlemiş olmaktadır. Gerçek olmayan ihmali suç ise, kanuni tanımda davranış unsurunun aktif olmasının yer aldığı, bu nedenle icrai suçlar şeklinde düzenlenen fiillerdir. Ancak bu suçlar belli bir icrai davranışta bulunma hususunda hukuki yükümlülüğü olan fail tarafından da işlenebilmektedir. Örneğin öldürme suçunun ihmali davranışla işlenmesi gerçek olmayan ihmali suçtur[12]. c. NETİCE Kanuni tanımda yer verilen bir suçun gerçekleşmesi bir neticeye bağlı kılınan hallerde netice de maddi unsur içerisinde yer almaktadır. Bu tür suçların tamamlanabilmesi için neticenin gerçekleşmesi gerekmektedir. Kanuni tanımda neticenin aranıp aranmamasına göre suçlar, sırf hareket suçları ve neticeli suçlar olmak üzere ikiye ayrılır. Sırf hareket suçları, kanuni tanıma uygun hareketin icrasıyla tamamlanan, neticenin gerçekleşmesinin şart koşulmadığı suçlardır[13]. Gerçek ihmali suçlar ve soyut tehlike suçları sırf hareket suçları niteliğindedir. Potansiyel tehlike suçları da sırf hareket suçları kapsamında değerlendirilmektedir[14]. TCK madde 125’de düzenlenen hakaret suçu, madde 106’da düzenlenen tehdit suçu, madde 272’de düzenlenen yalan tanıklık suçları örnek olarak verilebilir. Neticeli suçlar ise, maddi unsurun gerçekleşmesi için kanuni tanımda hareketin yanında ondan ayrı olarak dış dünyada meydana gelen değişikliğin arandığı suçlardır[15]. TCK madde 81’de düzenlenen kasten öldürme, madde 151’de düzenlenen mala zarar verme suçları gösterilebilir. d. NEDENSELLİK BAĞI VE OBJEKTİF İSNADİYET Nedensellik bağı, hareket ile netice arasında kurulan bir bağdır. Bir başka deyişle hareket ile netice arasında bulunması gereken neden ilişkisidir. Buradan hareketle nedensellik bağının gerçeklşmesi için hareket ve neticenin bulunması gerektiğine göre bu ilişki yalnızca neticeli suçlar bakımından söz konusu olabilecektir. Yani sırf hareket suçlarında nedensellik bağı araştırılmayacaktır. Objektif isnadiyet ise, hareket ile netice arasındaki bağın, yani nedensellik ilişkisinin faile yüklenebilmesidir. Yargıtay da birçok kararında tek başına nedensellik bağının faili cezalandırmak için yeterli olmadığını, bunun yanında objektif isnadiyetin de aranması gerektiğini belirtmiştir[16]. e. FAİL Fail, hareketiyle suçun kanuni tanımında yer alan unsurları gerçekleştiren kişiye denir[17]. 5237 sayılı TCK’de tanımlanan suçlar kural olarak herkes tarafından işlenebilmektedir. Ancak fail açısından bazı suç tipleri genel suç ve özgü suç ayrımına tabi tutulmuştur. Ceza kanunumuzun kural olarak öngördüğü ve herkes tarafından işlenen suçlara genel suçlar denilmektedir. Burada failin kişiliği, mesleği, önemli değildir. Özgü suçlar ise 5237 sayılı TCK’da bazı suç tiplerinde görülen istisnai hallerde mevcuttur. Bu suç tiplerinde failin kim olduğu önemlidir. Nitekim 5237 sayılı TCK madde 40’da bu husus, “özgü suçlarda, ancak özel faillik niteliğini taşıyan kişi fail olabilir” vurgulanmıştır. Yine TCK’nın 40. maddesine göre bu tür suç tiplerinde özel faillik niteliğini taşımayan fakat bu tür suçlara iştirak eden kişilerin fail olamayacağını ancak azmettiren veya yardım eden olabileceği düzenlenmiştir. Özgü suçlara örnek olarak 5237 sayılı TCK madde 204/2’de düzenlenen Resmi Belgede Sahtecilik suçunu verebiliriz. Ancak şöyle bir husus vardır: Resmi belgede sahtecilik suçunun 1. fıkrası herkes tarafından işlenebilen genel suçlardandır. 207. maddenin 2. fıkrası ise, yalnızca kamu görevlisi tarafından işlenebilen özgü suçtur. Bunun yanında yukarıda bahsettiğimiz TCK madde 40 hükmünün bir istisnası bulunmaktadır. Özgü suçlarda failin özel niteliğinin arandığını ve bu suça iştirak edenlerin azmettiren ya da yardım eden olarak cezalandırılacağını söylemiştik. 5237 sayılı TCK madde 94/4’te düzenlenen İşkence suçu bu kuraldan ayrılmaktadır. Anılan hükme göre, “bu suçun işlenişine iştirak eden diğer kimseler de kamu görevlisi gibi cezalandırılır” diyerek TCK madde 94’te düzenlenen İşkence suçuna iştirak edenler açısından özgü suç kuralının uygulanmayacağı ve bu kişilerin de tıpkı fail gibi cezalandırılacağı belirtilmiştir. f. MAĞDUR Mağdur, suçun konusunun ait olduğu kişi veya kişiler olarak tanımlanabilmektedir[18]. Suçun konusu belirli bir kişi veya kişilere ait değilse mağdur toplumu oluşturan herkestir[19]. Buradan hareketle ceza hukuku anlamında mağdur belirli bir kişi veya kişiler olabileceği gibi toplum da olabilmektedir. Örneğin 5237 sayılı TCK madde 86’da düzenlenen kasten yaralama suçunda mağdur yaralanan kişidir dar anlamda. Yine TCK madde 81’de düzenlenen kasten öldürme suçu bakımından ise mağdur suç sonucundan etkilenen, zarar gören kişidir. Bu suç tipinde mağdur, maktül/maktülenin annesi, babası, kardeşi, eşi olabileceği gibi çocucuğu da olabilir. Mağdurluk, yalnızca gerçek kişiler bakımından mümkündür. Bu durumd tüzel kişiler fail olmayacağı gibi mağdur da olamayacaklardır. Ancak tüzel kişinin de olaydan etkilenmesi halinde suçtan zarar gören olabileceklerdir. Bazı suç tiplerinde mağdurun belirli bir sıfata sahip olması ilgili suç tipi için öngörülebilmektedir. 5237 sayılı TCK madde 82/1-d bakımından incelersek mağdur failin üstsoy ve altsoy yahut eş, boşandığı eş veya kardeş olursa kanunda öngörülen temel cezada artırım yapılarak failin cezalandırılması yoluna gidilecektir. Bu tür suçlara mağduru bakımından özgü suç adı verilmektedir[20]. Suçun kanuni tanımında böyle bir belirlemeye gidilmemişse mağdur herhangi bir kimse olabilecektir. g. KONU Suçun konusu, fiilin veya fiillerin hedefinde bulunan eşya veya bir şahsın fiziki varlığıdır. Örneğin 5237 sayılı TCK madde 125’te düzenlenen Hırsızlık suçu bakımından suçun konusu taşınır mal, TCK madde 86’da düzenlenen Kasten Yaralama suçunda ise suçun konusu insan bedenidir. Suçun konusu her zaman maddi bir varlık üzerinde gerçekleşmez. Bazen de maddi olmayan varlık (şeref, haysiyet gibi) üzerinde de gerçekleşebilir. Kanun koyucu bazı hallerde suçun konusunun belirli bazı özelliklere sahip olmasını aramaktadır. Suçun oluşması için fiilin o özellikte konuya yönelik olması gerekmektedir. Örneğin 5237 sayılı TCK madde 247’de düzenlenen Zimmet suçunun konusu herhangi bir mal değil, görevi nedeniyle kendisine zilyetliği devredilmiş olan veya koruma ve gözetimiyle yükümlü olduğu maldır[21]. h. NİTELİKLİ UNSURLAR 5237 sayılı TCK, bazı suç tiplerini düzenlerken bu suça ilişkin daha ağır veya daha hafif şekillerine de yer vermiştir. Bu şekilde belirlenen unsurlara nitelikli unsurlar ası verilmektedir. Nitelikli unsurlar suçun temel şeklindeki unsurlara ek olarak bazı ilave unsurlar içermektedir. Örneğin 5237 sayılı TCK madde 106’da düzenlenen tehdit suçu. Bu suç tipinin maddenin 2. fıkrasında yer alan; “silahla, kişinin kendisini tanınmayacak bir hale koyması suretiyle, imzalı mektupla veya özel işaretle, birden fazla kişiyle beraber, var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanarak” işlenmesi halinde kanuna göre failin cezası temel cezaya oranla ağırlaştırılacaktır. C. TİPİKLİĞİN MANEVİ UNSURLARI a) KAST Kast, 5237 sayılı TCK’nin 21’nci maddesinde düzenlenmiştir. Anılan hükme göre: “kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir”. Kast, tipikliğin manevi unsurları içerisinde zikredilmiştir. Bunun sebebi, kastın failin kendi iç dünyasındaki yansıması şeklinde ortaya çıkmasıdır. Burada failin niyeti araştırılmaktadır. Örneğin A, B’yi yaralamak amacıyla ayağına bir el ateş etmiştir. Bu olay sonucunda B, yaralanarak hasteneye kaldırılmıştır. Örnek olayda fail A’nın niyeti yaralama fiilini gerçekleştirmekdir. Fail A için TCK madde 86’da düzenlenen kasten yaralama suçu işletilecektir. Çünkü A, silahla bir kimsenin ayağına doğru ateş edildiğinde o kimsenin ölmeyeceğini, yaralanacağını bilebilecek durumdadır. Bu nedenle de suçun kanuni tanımındaki unsurları bildiği/bilerek hareket ettiği kabul edilebilir. Yani örnek olay açısından fail A’nın kastı vardır. Kural olarak 5237’de düzenlenen tüm suç tipleri kasten işlenebilir. Kural bu olmakla birlikte bir sonraki başlıkta inceleyeceğimiz taksir konusu ise istisnayı oluşturmaktadır. Bununla birlikte kast, doğrudan kast ve olası kast olmak üzere ikiye ayrılır. Doğrudan kastta failin kanuni tanımdaki suçun unsurunu bilerek ve isteyerek hareketine devam ettiği durumdur. Fail A, B’yi yaralamak istedi ve ayağına bir el ateş etti. Burada fail A’nın kastı doğrudan kast olarak değerlendirilecektir. Olası kast ise, 5237 sayılı TCK madde 21/2’de tanımlanmıştır. Anılan hükme göre, “kişinin, suçun kanuni tanımındaki unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, fiili işlemesi halinde olası kast vardır” denilmektedir. Bir diğer deyişle, olası kastın varlığından söz edebilmek için failin neticeyi öngörmesine rağmen fiiline devam etmesi yani “olursa olsun” düşüncesiyle hareket etmesidir. Yargıtay, etrafta insanların bulunduğu düğün evlerinde veya yüksek katlı binaların yer aldığı yerlerde ateş edilmesi olaylarında olası kastın bulunduğunu kabul etmektedir[22]. Örneğin A, B’yi öldürmek istemektedir. Bir gün B ve eşi E parkta el ele yürürken A ile karşılaşırlar. A, o anda silahını çekerek ateş etmeye başlar. Olay sonucunda B’nin eşi E hayatını kaybeder. Örnek olay incelendiğinde A, B’yi öldürmek istemektedir ve ona doğru ateş etmektedir. Ancak A, B’nin yanında el ele olduğu eşi E’yi de görür yine de ateş eder. Olayda A, kurşunların sekip E’ye isabet edebileceği ihtimalini de öngörebilecek pozisyondadır fakat “olursa olsun” mottosuyla hareket ederek ateş etmeye başlar ve B’nin eşi E hayatını kaybeder. A, B’nin eşi E’nin ölümünden suçun kanuni tanımında bahsedilen manevi unsur olarak kastın bir türü olan olası kast derecesinde sorumlu tutulacaktır. b) TAKSİR Taksir, 5237 sayılı TCK’nin 22. maddesinde tanımlanmıştır. Zikredilen hükme göre; “taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir” şeklinde tanımlanmıştır. Aynı hükmün 3. fıkrasında bilinçli taksir tanımlanmıştır. Hükme göre: “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır” denilerek basit taksire göre cezayı artıran bir neden olarak düzenlenmiştir. Ceza hukukumuzda kanunun yaptığı tanımlama yetersiz kalmakta ve uygulamada olası kast ile bilinçli taksir arasında net bir ayrım yapılamamaktadır. Yukarıda olası kastı açıklamıştık. Olası kastta fail neticeyi öngörmesine rağmen “olursa olsun” mottosuyla hareket ediyor. Bilinçli taksir halinde ise, kanuni tanımlamaya göre fail, neticeyi öngörmesine karşın ve fakat neticeyi istemeyerek icra hareketlerini devam ettiriyor. Örneğin A, hız sınırı 50 km/s olan bir yolda 80 km/s hızıyla trafikte ilerlemekte iken yola aniden atlayan B’ye çarparak B’nin yaralanmasına sebebiyet veriyor. Olayı incelediğimizde fail, hız sınırı 50 km/s olan bir yolda hız sınırını aşarak trafikte seyrederken herhangi birinin karşıdan karşıya geçmek için yola çıkabileceğini ve o kişi aracıyla çarpmak suretiyle yaralanmasına ya da ölmesine yol açabileceği neticeyi öngörebilecek durumdadır. Fakat fail B’nin yaralanmasını ya da ölmesini istememektedir. Buna rağmen hız sınırını aşarak karşıdan karşıya geçmek siteyen B’ye aracıyla çarpmak suretiyle yaralanmasına yol açmıştır. Bu olayda A, bilinçli taksir hükümlerinegöre sorumlu tutulacaktır. A, burada neticeyi öngörmesine rağmen icrai hareketlerine devam ediyor. Bir başka deyişle fail A, “tecrübelerine güvenerek” hareket ediyor. Bilinçli taksirle olası kast arasındaki ayrım; olası kastta fail neticeyi öngörüyor ve fakat “olursa olsun” düşüncesiyle hareket ediyor ancak bilinçli taksirde fail yine neticeyi öngörüyor ve fakat neticenin “tecrübelerine dayanarak” gerçekleşmeyeceğini düşünüyor. Bilinçsiz taksir halinde ise fail, davranışlarıyla kanuni tanımı gerçekleştirdiğinin farkında değildir[23]. Örneğin, sanığın gece vakti tali yolda ilerlerken yola gereken dikkat ve özeni göstermemesi nedeniyle yolun solundaki herhangi bir uyarı ışığı ve polis kontrolü bulunmayan kavşağı fark etmediği ve mevcut hızla kavşağa girip kavşak içinde mağdurun bulunduğu araca çarparak yaralanmasına neden olduğu olayda bilinçsiz taksirle hareket etmiştir[24]. c) NETİCE SEBEBİYLE AĞIRLAŞAN SUÇLAR Neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç, 5237 sayılı TCK madde 23’te tanımlanmıştır. Buna göre: “Bir fiilin, kastedilenden daha ağır veya başka bir neticenin oluşumuna sebebiyet vermesi halinde, kişinin bundan dolayı sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından taksirle hareket etmesi gerekir”. Kanun lafzından anlaşılacağı üzere, neticesi sebebiyle ağırlaşan suçlarda temel suç tipinde manevi unsur açısından kastın (olası kast veya doğrudan kast[25]) varlığının arandığı belirtilmektedir. Madde metninde “en azından taksirle hareket etmesi gerekir” hükmü ise neticesi sebebiyle ağırlaşan suçların kast-kast kombinasyonu şeklinde olabileceği gibi kast-taksir kombinasyonu şeklinde de gerçekleştirilebileceğini söylemektedir. Neticesi sebebiyle ağırlaşan fiilerde, fail tarafından temel suç tipinin neden olduğu ağır veya başka netice meydana getirilmekte ve fail bu ağır veya başka neticenin gerçekleştirilmesini cezalandıran hükümden en azından taksirinin bulunması nedeniyle sorumlu tutulmaktadır[26]. Bu suç tipi ancak kanunun lafzında açık bir şekilde failin cezalandırılacağının belirtildiği durumlarda uygulanır. Yukarıda da belirttiğimiz üzere TCK madde 23’te düzenlenen neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç hükümlerinin kast-taksir kombinasyonuyla gerçekleşebileceğinden bahsetmiştik. Doktrinde gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçların bu olduğu ifade edilmektedir[27]. Neticesi sebebiyle ağırlaşan suçun bu şeklinde (kast-taksir kombinasyonu) failin özel netice bakımından yalnızca taksirle hareket etmesi gerekmektedir. Kastının bulunuğu hallerde ise neticesi sebebiyle ağırlaşan suç değil başka bir suç gerçekleşmiş olacaktır[28]. 5237 sayılı TCK madde 87 bu suç tipi açısından incelendiğinde 4. fıkrası kapsamına gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşan suç (kast-taksir kombinasyonu) girmektedir. Ölüm neticesi gerçekleştiğinde faile, m.87/4 hükmüne göre sorumluluk tayin edilecektir. Failin eğer kastı varsa da artık m.87/4 değil, kasten öldürme suçu olan m.81 hükmüne göre sorumlu tutulacaktır. Ceza kanunumuzun 23. maddesinde taksir-taksir kombinasyonuna yer verilmemiştir. 23. madde kastettiğinden ağır veya başka neticenin gerçekleşmesini düzenlediğinden temel suç tipinin kasıtlı olması aranmaktadır. Ancak taksirle yaralamaya ilişkin 89. maddeden taksir-taksir kombinasyonunun hukukumuzda bulunduğu görülmektedir[29]. TCK’nin 23. maddesinde düzenlenen neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç tipi için failin hareketinden (fiilinden) bahsedilmiş ancak bu hareketin icrai veya ihmali olması ayrımı yapılmamıştır. Buradan yola çıkarak neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçların icrai hareketle işlenmesi mümkün olduğu gibi ihmali hareketle de işlenebilmesi mümkündür. Neticesi sebebiyle ağırlaşan suçlarda neticenin gerçekleşmesi söz konusu olduğu için nedensellik bağının varlığı da gerekmektedir. İki farklı nedensellik bağı söz konusudur. Birincisi temel suç tipi için aranan nedensellik, ikincisi ise, temel suç tipinin hereketi ile özel netice arasındaki nedensellik bağıdır[30]. SONUÇ Ceza hukukunda suçun oluşabilmesi için bazı temel yapı taşlarının bir araya gelmesi zorunludur. Bu yapı taşlarının en önemlilerinden biri, hiç şüphesiz tipiklik unsurudur. Tipiklik, bir fiilin kanunda suç olarak tanımlanan modele uygunluğunu ifade eder ve bu yönüyle hem suçun belirlenmesinde hem de failin cezai sorumluluğunun tayininde merkezi bir rol oynar. Tipiklik olmaksızın, bir eylemin suç sayılması ve faile ceza verilmesi mümkün değildir. Bu durum, ceza hukukunun temel ilkelerinden biri olan kanunilik (nullum crimen, nulla poena sine lege) ilkesinin de doğal bir sonucudur. Dar anlamda tipiklik, kanunda düzenlenen suç tipine ait maddi ve manevi unsurların gerçekleşmesini; geniş anlamda ise cezalandırılabilirliğin tüm şartlarını kapsar. Tipikliğin maddi unsurları (fail, fiil, netice, nedensellik bağı, konu vb.) ile manevi unsurları (kast, taksir, vb.) birlikte değerlendirildiğinde, bir eylemin haksızlık teşkil edip etmediği net olarak anlaşılabilir hale gelir. Bu bağlamda tipiklik, suçun haksızlık içeriğini ortaya koyar ve suçun diğer unsurları olan hukuka aykırılık ve kusurluluğun değerlendirilmesine zemin hazırlar. Ayrıca, ceza sorumluluğunu şekillendiren olası kast, bilinçli taksir, neticesi sebebiyle ağırlaşan suç gibi ileri düzey kavramlar da tipiklik unsuru çerçevesinde değerlendirilmekte, suçun niteliğini belirlemede bu yapıların önemi büyümektedir. Bu yönüyle tipiklik, yalnızca suçun varlığını değil, aynı zamanda cezanın ne şekilde uygulanacağını da belirleyen bir fonksiyona sahiptir. Sonuç olarak; tipiklik unsuru, ceza hukuku sisteminde hem bireylerin davranışlarını yönlendirme işlevi görür hem de yargı organlarının keyfi uygulamalarını engelleyerek hukuki öngörülebilirlik ve adaletin sağlanmasına katkı sunar. Bu sebeple, tipiklik unsurunun doğru anlaşılması ve uygulanması, ceza hukukunun hem teorik hem pratik anlamda işleyişi bakımından hayati bir öneme sahiptir. Av. Yasin EREN KAYNAKÇA AKBULUT, Berrin, “Ceza Hukuku Genel Hükümler”, Yıl 2018, 5. Baskı, (Adalet Yayınevi) Ankara 2018. AKBULUT, Berrin, Tıp Ceza Hukukunda Nedensellik Bağı, Tıp Ceza Hukukunun Güncel Sorunları, Ankara 2008. ARTUK, Mehmet Emin/GÖKÇEN, Ahmet /YENİDÜNYA, A. Caner, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Yenilenmiş Gözden Geçirilmiş 7. Baskı, Ankara 2013, (Genel Hükümler, 2013). DOĞAN, Koray, Neticesi Sebebiyle Ağırlaşmış Suçlar, Ankara 2011. KOCA, Mahmut/ ÜZÜLMEZ, İlhan, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Gözden Geçirilmiş ve Güncellenmiş 7. Baskı, Ankara 2014 (Genel Hükümler). MİTSCH, Wolfgang, Ordnungswidridkeiten, Recht der Ordnungswidridkeiten, 2. Auflage, Berlin Heidelberg, 2005. ÖZGENÇ, İzzet, “Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler”, 6.Baskı, (Seçkin Yayıncılık), Yıl 2006. ÖZTÜRK, Bahri/ERDEM, Mustafa Ruhan, Uygulamalı Ceza Hukuku ve Güvenlik Tedbirleri Hukuku, 14. Baskı, Ankara 2014. YILMAZ, Ejder, “Hukuk Sözlüğü”, (Yetkin Yayınları), 7.Baskı, Ankara 2017. ZAFER, Hamide, “Ceza Hukuku Genel Hükümler (TCK m. 1-75)”, İstanbul 2016. ------------- [1] AKBULUT, Berrin, “Ceza Hukuku Genel Hükümler”, Yıl 2018, 5. Baskı, (Adalet Yayınevi) Ankara 2018, s.219. [2] ÖZGENÇ, İzzet, “Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler”, 6.Baskı, (Seçkin Yayıncılık), Yıl 2006, s.150. [3] YILMAZ, Ejder, “Hukuk Sözlüğü”, (Yetkin Yayınları), 7.Baskı, Ankara 2017. [4] MADDE 2: Madde metninde, genel olarak kabahate ilişkin bir tanım yapılmıştır. Bu tanımlamada, suç gibi kabahatin de bir haksızlık olduğu vurgulanmıştır. Esas itibariyle haksızlık oluşturan bir fiilin suç veya kabahat olarak tanımlanmasında, izlenen suç politikası etkili olmaktadır. Haksızlıklar arasında bu yönde yapılan tasnifte, hukuka aykırı olan fiilin ifade ettiği haksızlık içeriği esas alınmaktadır. Esasen hukuka aykırı olan ve haksızlık ifade eden fiiller arasında suç veya kabahat olarak bir ayırım yapılması, bir nitekil farkı oluşturmamaktadır. Söz konusu tasnif, haksızlıklar arasında nicelik farkına dayanmaktadır. [5] ZAFER, Hamide, “Ceza Hukuku Genel Hükümler (TCK m. 1-75)”, İstanbul 2013, s.162. [6] Suçun yapısındaki teoriler için bkz.: Özgenç, Türk Ceza Hukuku, s.139 vd. [7] Tipiklik ayrımı için bkz.: KOCA/ÜZÜLMEZ, Genel Hükümler, s. 96, 97. [8] AKBULUT, s.227. [9] MİTSCH, Wolfgang, Ordnungswidridkeiten, Recht der Ordnungswidridkeiten, 2. Auflage, Berlin Heidelberg, 2005, s.47. [10] ÖZGENÇ, Türk Ceza Hukuku, s.227. [11] AKBULUT, s. 272. [12] AKBULUT, s.273. [13] ÖZGENÇ, Türk Ceza Hukuku, s.170. [14] MİTSCH, s.53. [15] AKBULUT, s.311. [16] Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararına göre: “Günümüz modern ceza hukuku anlayışında nedensellik bağının belirlenmiş olması tek başına failin cezalandırılabilmesi için yeterli olmayıp ayrıca gerçekleşen neticenin failin eseri olup olmadığının diğer bir ifadeyle ortaya çıkan neticenin belirli bir kişiye objektif olarak isnadının mümkün olup olmadığının tespit edilmesi de gerekmektedir. Olayda öncelikle şart teorisine göre nedensellik bağı ortaya konulmalı, sonrasında gerçekleşen neticenin faile isnad edilip edilmeyeceği araştırılmalıdır”, CGK, 16.05.2017, E.2017/271, K. 2017/278. (E.T.:13.05.2025). [17] ÖZGENÇ, Türk Ceza Hukuku, s.178. [18] AKBULUT, s.373. [19] KOCA/ÜZÜLMEZ, Genel Hükümler, s.107. [20] ÖZTÜRK, Bahri/ERDEM, Mustafa Ruhan, Uygulamalı Ceza Hukuku ve Güvenlik Tedbirleri Hukuku, 14. Baskı, Ankara 2014, s. 168. [21] AKBULUT, s.376. [22] CGK, 04.05.2010, E. 2010/1-30, K. 2010/99 (E.T.: 13.05.2025). [23] AKBULUT, s.425. [24] CGK, 29.04.2014, E.2013/12-631, K. 2014/223 (E.T.: 13.05.2025). [25] ARTUK, Mehmet Emin/GÖKÇEN, Ahmet /YENİDÜNYA, A. Caner, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Yenilenmiş Gözden Geçirilmiş 7. Baskı, Ankara 2013, (Genel Hükümler, 2013), s.363. [26] AKBULUT, s.443. [27] DOĞAN, Koray, Neticesi Sebebiyle Ağırlaşmış Suçlar, Ankara 2011, s.27. [28] AKBULUT, s.445. [29] AKBULUT, s. 446, 89. maddede yer alan düzenlemenin nitelikli hal sayılması gerektiğine ilişkin olarak bkz.: DOĞAN, s.24. [30] AKBULUT, Berrin, Tıp Ceza Hukukunda Nedensellik Bağı, Tıp Ceza Hukukunun Güncel Sorunları, Ankara 2008, s.253.