Sosyal Medya ‘Aile’ye darbe vurdu

A

Admin

Yönetici
Yönetici
Bir toplumun mihenk taşını oluşturan aileyi yok etmeye yönelik girişimlerin olduğu artık aksi iddia edilemez bir gerçek. Kapitalist ve küreselci ideolojiye yeni pazarlar üretmek isteyen belirli odaklar, dijital mecralarda insanları yalnızlığa özendiriyor ve aile kurumunu işlevsizleştirmeyi hedefliyor. Giderek büyüyen bu tehditler karşısında, ailenin korunması için acil önlem alınması çağrısında bulunan HÜDA PAR Genel Merkez Kadın Kolları Başkanı Aynur Sülün ile "son kale" olarak nitelediği aileyi bekleyen tehlikeleri, bu tehlikelerin kaynaklarını ve çözüm yollarını konuştuk.

Manipulasyonlar


TEKNOLOJİ MANİPÜLE EDİYOR

Toplumun temel taşı ve ‘son kale’ olarak nitelendirdiğiniz aileyi günümüzde ne gibi tehlikeler bekliyor? Bu tehditlerin kaynağı nedir?


Aile, toplumumuzun fertlerini bir zırh gibi koruyan son kalesidir. Küresel sömürgeci güçler, fertler üzerinde tahakküm kurabilmek için doğrudan bu kaleyi, yani aileyi hedef almaktadır. Çünkü aile dağıldığında bireyleri yönetmek ve yönlendirmek kolaylaşır. Özellikle gelişen teknoloji ve medya aracılığıyla çocuklarımız ve gençlerimiz daha kolay manipüle edilebilir hale gelmiştir. Bu kanallar üzerinden yeni nesillere Batılı rol modeller sunulmakta, bize ait olmayan yaşam tarzları cazip gösterilerek yaygınlaştırılmaktadır.

Aile Yapımız


AİLE YAPIMIZ YOĞUN SALDIRI ALTINDA

Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramına yönelik eleştiriler hangi gerekçelere dayandırıyor ve siz bunun aile yapısı üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?


Bugün sokaklarımızda gördüğümüz manzaralar, ne yazık ki kendi medeniyetimizin bir yansıması değildir. Bunlar, küresel güçlerin medya aracılığıyla ailelerimizin içine taşıdığı görüntülerdir. Aile yapımız henüz ciddi bir direnç gösterse de bu direncimizi kırmaya yönelik uluslararası sözleşmeler ve antlaşmalar üzerinden yoğun bir saldırı altındayız. "Toplumsal cinsiyet eşitliği" gibi süslü kavramlar kullanılarak aile içindeki iş bölümü ve ebeveyn otoritesi yok edilmek istenmektedir. Bu gidişata karşı biz, Nisa Suresi 35. ayetinde de işaret edildiği gibi, adli süreçlerden önce devreye girecek "Aile Hakemliği" gibi mekanizmaların kurulmasını savunuyoruz. Mevcut sistem boşanmayı kolaylaştırırken, biz aileyi ayakta tutacak adil bir düzenin inşa edilmesi gerektiğine inanıyoruz.

Dizi Filmler


DİZİ FİLMLERİN AİLE YAPISINDAKİ RÖLÜ

Aileyi hedef alan bu operasyonların en çok yoğunlaştığı, ailenin en hassas noktası olarak gördüğünüz alan nedir?


Ailenin en hassas noktası, fertlerin birbirlerine karşı fıtrî rolleri ve sorumluluklarıdır. Aileyi ayakta tutan temel dinamik budur. Medya ve popüler kültür aracılığıyla en büyük savaş da bu rollere karşı yürütülmektedir. Kadının annelik ve eş rolü sürekli itibarsızlaştırılırken, babanın aile içindeki yönetici konumu bir tehlike unsuru gibi sunulmaktadır. Neredeyse yüz yıldır edebiyattan dizi filmlere kadar geniş bir yelpazede, ebeveynlerin çocukları için bir engel olduğu propagandası yapılıyor. Bu sistematik algı operasyonları, aile içindeki doğal dengeyi bozmaktadır. Bu roller ortadan kalktığında, geriye aynı çatıyı paylaşan bireyler kalır ama gerçek anlamda bir aileden söz edilemez.

Asırlardır Aileyiz


14 ASIRDIR ‘AİLE’YİZ

Peki, bireyler için bir güvenlik çemberi olan aileyi bu kuşatmaya karşı nasıl koruyabiliriz? Ebeveynlere ve bireylere düşen görevler nelerdir?


Bu sorunun cevabı aslında tarihimizde saklıdır. 14 asırdır aileyi nasıl koruyup bugünlere getirdiysek, aynı yol ve yöntemlerle korumaya devam edebiliriz. Öncelikle aileyi, dış müdahalelere kapalı sağlam bir kale olarak görmeliyiz. Ebeveynlerin, çocuklarını kendi inanç ve değerlerine göre yetiştirme hakkı desteklenmelidir. Dijital çağın getirdiği tehlikelere karşı ise özel bir gayret göstermeliyiz. Sosyal medyayı bilinçli kullanmak ve çocuklarımızı belirli bir yaşa kadar bu mecraların yıpratıcı etkilerinden uzak tutmak zorundayız. Ancak en önemlisi, çocuklarımıza sadece maddi imkânlar sunmak değil, onlara sevgi, ilgi ve şefkatle yaklaşarak değerlerimizi aktarmaktır. Aile içi iletişim güçlü olduğunda, dışarıdan gelen olumsuz etkilere karşı çok daha dirençli bir yapı oluşur.

Aile Kurumuna


AİLE KURUMU VE TOPLUMSAL DUYARLILIK

Bu mücadelenin toplumsal boyutu hakkında ne düşünüyorsunuz? Sivil toplumun, siyasetin ve bizatihi toplumun kendisinin üstlenmesi gereken sorumluluklar nelerdir?


Toplum olarak hepimize büyük sorumluluklar düşüyor. Aile kurumuna yönelik tehditlere karşı toplumsal bir duyarlılık geliştirmeli ve idarecileri harekete geçirecek güçlü bir kamuoyu oluşturmalıyız. Ortada aileyi yok etmek için çıkarılmış bir yangın var ve bu yangın artık hepimizin evini kuşatmış durumda. Bu mesele, siyaset üstü bir konudur. Toplumun tüm kesimleri, ideolojik ayrımları bir kenara bırakarak aileyi koruma noktasında ortak bir duruş sergilemelidir. Bu sorumlulukla hareket ederek Meclis'e "Ailenin Korunması ve Sapkınlığın Suç Sayılmasına Yönelik" bir kanun teklifi sunduk. Bu teklifin yasalaşması, aileyi koruma yolunda önemli bir adım olacaktır. Ancak yasalar tek başına yeterli değildir; bu mücadeleyi toplumsal bilinçle de desteklemeliyiz.

Ekonomi Evliliği Zorlaştırıyor


EKONOMİ EVLİLİĞİ ZORLAŞTIRIYOR

Günümüz gençleri arasında evliliğe karşı bir mesafenin olduğu gözlemleniyor. Sizce gençlerin evlilikten uzaklaşmasının ardında yatan temel sebepler nelerdir?


Gençlerin evlilikten uzak durmasının birkaç temel sebebi bulunmaktadır. Birincisi, medya aracılığıyla aileyi ayakta tutan tüm değerler hedef alınırken, gayrimeşru ilişkiler özendirilmektedir. Bu ahlaki yozlaşmaya acilen 'dur' denilmesi ve aile karşıtı yayınların engellenmesi gerekir. İkincisi, mevcut hukuki düzenlemeler ve boşanma süreçlerindeki adaletsizlikler gençleri evlilikten soğutmaktadır. Üçüncü ve önemli bir sebep ise ekonomik zorluklardır. Düğün masrafları, kira, ev kurma maliyetleri gibi giderler gençler için büyük bir yük oluşturmaktadır. Uzayan eğitim hayatı ve iş bulma süreçleri de evlilik kararının sürekli ertelenmesine neden olmaktadır.

Doğum oranlarındaki düşüş ve kadınların çocuk sahibi olma konusundaki çekinceleri de sıkça gündeme geliyor. Bu durumun arkasında sadece kişisel tercihler mi var, yoksa daha derin ve sistemli politikaların bir sonucu mu?

Bu durum kesinlikle tesadüfi değildir. 1960'lardan itibaren devlet, "Aile Planlaması" adı altında nüfusu azaltmaya yönelik sistematik politikalar uygulamıştır. Kadınları annelikten soğutacak her türlü proje ve medya propagandası devreye sokulmuştur. Çok çocuklu anneler, ne yazık ki sağlık kuruluşlarında dahi ayrımcılığa ve sözlü şiddete maruz kalabilmiştir. Bugün bu politikaların ağır sonuçlarıyla yüzleşiyoruz.

Annelik Bilinci


PEKİ BU SORUNUN ÇÖZÜMÜ NEDİR?

Bu sorunu sadece maddi teşviklerle çözemeyiz. Yıllardır süren bu psikolojik baskıyı tersine çevirecek bir sürece ihtiyaç var. Öncelikle eğitimden medyaya, sağlık sisteminden sivil topluma kadar tüm kurumların iş birliğiyle kadınlarda annelik bilinci yeniden güçlendirilmelidir. Diğer bir sorun ise kadın istihdamı politikalarındaki dengesizliktir. İstatistikler, ev hanımlarının çocuk sahibi olma oranının çalışan kadınlara göre yaklaşık iki kat fazla olduğunu göstermektedir. Bu, kadınların annelikle iş hayatı arasında sıkıştığını ortaya koyuyor. Biz kadınlar çalışmaya zorlanmamalı diyoruz; çalışan kadınların ise şartları iyileştirilmelidir. Ev hanımlığını tercih eden kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık yapılmalıdır. Örneğin, HÜDA PAR olarak 25 yıl evli kalan ev hanımlarına emeklilik hakkı tanınmasını öneriyoruz. Mevcut çocuk yardımları yetersizdir; her çocuk için, en azından lise eğitimini tamamlayana kadar anneye maddi destek sağlanmalıdır. Bu tür bütüncül politikalar, doğum oranlarını artırmada çok daha etkili olacaktır.
 
Geri
Üst