Osimhen’den Macron’a

  • Konbuyu başlatan Admin
  • Başlangıç tarihi
A

Admin

Yönetici
Yönetici
(Bu bir spor yazısı değildir.)

Fenerbahçe Teknik Direktörü Mourinho, neden daha lig başlamadan, takımının “Şampiyonlar Ligi takımı olmadığını” söyleyerek ekibinin ve taraftarın moralini bozmak ister ki? Soru, iletişim sorusudur. Sadece “yönetimi transfere zorlamak için” olamaz. Bunun için moral bozucu olmayan türlü yollar bulabilirdi. Sinirli, narsist ama akıllı adam. Transferler konusunda tatmin olmamış taraftarı hedef alıyor. Taraftarın şöhretli futbolcu beklentisinin farkında. Daha önemlisi, başarının gelmemesi durumuna taraftarı baştan hazırlıyor, dikkati kulüp yönetimine çeviriyor.

“Florya’daki arazinin avansıyla borç kapatan” Galatasaray yönetimi, Osimhen için o kadar yüksek transfer ücretini ödemek ister miydi? Taraftar baskısı mecbur bıraktı. Tribünün sevgisini arkasına almak da elbette Osimhen’in başarısı.

Uzun zamandır kulüpleri değil, oyuncuları konuşuyoruz. Her alanda böyle. Siyasette politikalar değil politikacılar konuşuluyor, ticarette şirketler değil CEO’lar öne çıkıyor.

Macron’un “Filistin’i tanıyacağız” demesinin, “Filistin davası”yla ilgisi olduğunu mu düşünüyorsunuz? Yükselen protestoların önünü almaya çalıştığı açık. Gazze’nin gördüğü eziyet bitecekse, kendi topraklarında gördükleri zulümden çok, yükselen tribün baskısı sayesinde olacak. Halk, her zaman zalime karşı zafer kazanan kahramanları sever.

Derin ABD’nin koyduğu engellerle, estirdiği rüzgârın şiddetinin düşmesini bir kenara koyarsak, tribün desteği olmadan Trump da olmazdı.

Dünyanın, “gerçeğin” ancak “gösteri”den geçerek gerçek olabildiği bir yer haline gelmesi nedeniyle “tribün”, tam yerinde bir metafor. Üstelik artık tribündekiler, bir önceki çeyrek yüzyıldaki gibi sadece seyretmiyor, seyretmekten doğan gücünü fark ediyor. Tıpkı dizi ve sinema izleyicisi gibi, seyircinin etkileyebildiği bir içerik dünyasında yaşıyoruz.

Kendi ifadesiyle “etrafımız ateş çemberiyle kuşatılmışken”, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uluslararası arenada Türkiye’yi taşıması, iç siyasette tribünleri gösterisiz bırakıyor. Tribünler “golü kim atar” sorusunun cevabına göre duygularını yönlendirirler.

Siyaset ve sahne ne kadar kolektif bir alan olursa olsun, seyirciyi çeken, her zaman başrolün şöhretidir.

İletişim notları

Bir, siyasetimiz, önemli bir soru karşısında “Arkadaşlar baksın” cevabı veren bakanlara alışkındır. Dışişleri Bakanı Fidan onlardan değil. Ayrıntılara hâkim. Güven oluşturan bir samimiyete sahip. NTV’deki söyleşisinde “Ne konuşuyorsak onu yapmaya çalışıyoruz” demesi durumun özeti. Asla liderinin önüne geçmiyor. Schengen vizesiyle ilgili gelişme üzerinden beklenti yükseltebilecekken “ara iyi haber” ifadesini seçmesi iletişimsel bir meziyet.

İki, çok sert bir tartışma yaşanıyor hukuk camiasında. Ahmet Minguzzi cinayetinin failleri, aynı zamanda mağdur olabilirler mi? İstanbul Barosu “Toplumda hoş karşılanmasa da suçlu çocuk mağdurdur, gerçek bu” diyerek tartışmayı başlattı. Şimdi geldik asıl gerçeğe: Çocuk toplumun bir ürünü müdür yoksa neoliberalizmin iddiasındaki gibi, kendi bireysel tercihlerinin sonucu mudur?

AKLIMDA KALAN

Nabız atışıyla anlatılan sevgi:
Her şeyin sert ve sıcak olduğu günlerde yüzleri gülümseten bir cümle duyduk. Selçuk Bayraktar, Next Sosyal’e katılan eşi Sümeyye Hanım’a, tüm kadınları kıskandıracak bir ifadeyle “Hoş geldiniz” dedi: “Sizi burada görmek de nabız artışına sebep olan türden harika bir duygu...” Sonuna kırmızı gül ekleyerek. Beni kıskandıran yanı ise, aşkı “nabız artışı” gibi çarpıcı ve gerçek bir benzetmeyle anlatmayı benim düşünememiş olmam. Selçuk Bey işinde olduğu gibi, aşk ifadelerinde de çıtayı yükseltti. Çok sevdim.

Üç, ehliyetlerin yenilenmesinde “kazanılmış hak” kavramını bir yana bırakarak, var olan ehliyetlerin bir yığın prosedürle yenilenmesi yerine, modern demokrasilerde olduğu gibi karar alındığı andan itibaren alınan ehliyetler için geçerli olması gerekirdi. Eskiler, sadece eski kartı verip hazırlanmış yenisini alabilirlerdi. İnsanlar nedensiz bürokrasiden yoruldu.
 
Geri
Üst