Olimpiyat ruhu politikanın tehdidinde

  • Konbuyu başlatan Admin
  • Başlangıç tarihi
A

Admin

Yönetici
Yönetici
Kirsten Coventry'nin yakın zamanda Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) Başkanı olarak seçilmesi, dahası bu görevi üstlenen ilk kadın ve Afrikalı olması, yüz milyonlarca sporsevere spor dünyasının Olimpiyat Hareketi'nin orijinal ideallerine döneceği konusunda umut verdi. Ne var ki tarafsızlık ve eşitlik ilkelerine geri dönüşün sancılı bir süreç olacağı açık. Zira geçtiğimiz on yıl spor dünyasına, onun doğasına yabancı ve düşmanca siyasi ve ideolojik çıkarlar sokmaya çalışmaktan başka bir şeye yaramadı ve bunların etkilerinin aşılması son derece zor olacak gibi gözüküyor. Kadın Tenisçiler Birliği'nde (WTA) yaşanan skandal ve Ukraynalı tenisçi Lesya Tsurenko'nun açtığı dava, sporun siyasi çatışmaların arenasına dönüştürülmesini savunanların, Olimpiyat hareketinin özgün ideal ve değerlerinin yeniden canlanmasını kabul etmeye hiç de hazır olmadıklarını gösteriyor. Tsurenko’nun “manevi travması” 2023 yılında WTA’daki Ukrayna temsilcisi Tsurenko, WTA Direktörü Steve Simon'u, ‘Rus ve Belaruslu sporculara uluslararası müsabakalara katılma fırsatı sağlanması gerektiğini söylediği’ için kendisine ‘manevi travma yaşatmakla’ suçlamıştı. Akabinde organizasyon dâhilinde yürütülen iç soruşturmalar neticesinde, Ukraynalı tenisçinin WTA başkanının bir takım davranış kurallarını ihlal ettiği yönündeki saçma iddiaları doğrulanmadı. Buna rağmen Tsurenko 2024 yılı sonunda New York mahkemelerinden birinde Simon aleyhine dava açtı. Lesya Tsurenko'nun bir takım siyasi açıklamalar yapmak suretiyle ve ilgili skandalı kışkırtarak açıkçası iki “ticari” sorunu aynı anda çözmeye çalıştığını belirtmek gerekiyor: Milliyetçiliği ve Rusya nefretini adeta bir devlet ideolojisi haline getirmiş ülkesinin iktidarı nezdinde popülerlik kazanmak ve bir dizi büyük turnuvadaki başarısızlıklarının faturasını WTA başkanının açıklamaları nedeniyle geçirdiği “sinir krizine” çıkarmak. Binlerce sporcuya men Son yıllarda uluslararası sporun, Soğuk Savaş döneminde dahi hayal edilemeyecek ölçüde aşırı bir siyasallaşmayla karşı karşıya olduğu herkesin malumu. Ukrayna'da büyük silahlı ihtilafın başlamasının ardından, IOC ve diğer uluslararası federasyonların üst düzey sportif yetkilileri, Rusya ve Belarus'tan sporcuların yarışmalardan tamamen men edilmesi için geniş çaplı bir kampanya başlatmıştı. Olimpiyat hareketinin temel ilkeleri normalde tam anlamıyla tarafsızlığı öngörmesine rağmen, binlerce sporcu yalnızca vatandaşlıkları ve milliyetleri nedeniyle turnuvalara katılma olanağından mahrum bırakılmış, şampiyonalara ve olimpiyatlara katılmalarına izin verildiği durumlarda ise tarafsız bayrak altında yarışmak zorunda kalmış ve dahası spor yetkililerinin sayısız saldırısı ve aşağılamasına maruz kalmıştı. Kuleba’nın IOC’ye baskısı Olimpiyat ideallerinin IOC ve diğer uluslar üstü kurumlar tarafından açıkça ayaklar altına alınması, sporu yeni bir savaş alanına dönüştürme çabalarını bile gizlemeyen üst düzey Ukraynalı yetkililerin açık müdahalesiyle gerçekleşti. Örneğin Vlodimir Zelenski yönetiminin Dışişleri eski Bakanı Dmitri Kuleba, Rus ve Belaruslu sporcuların uluslararası yarışmalardan diskalifiye edilmesini düzenli olarak talep etmiş ve bu istem ve beklentiler Ukraynalı ve Avrupalı birçok başka politikacı tarafından da tekrarlanmıştı. Bu ifadeler ne yazık ki IOC ve çoğu spor federasyonu idaresi tarafından neredeyse “bir eylem rehberi” olarak kabul edildiğinden, sporun birlik aracı olma özelliği bir süreliğine tamamen kaybolmuş oldu. ABD ve İsrail’e pozitif ayrımcılık Rus ve Belarusluların şampiyonalara ve 2023 Olimpiyat Oyunları'na tarafsız bir bayrak altında katılmalarına izin verildiğinde, spor yetkililerinin Olimpiyat ilkelerine uymak adına yaptıkları birkaç ve çok çekingen girişim bile, siyasi sorumluluk ile adalet arasında bir denge sağlamak için çok beceriksiz önlemler gibi görünüyordu. Ancak Kiev bu durumlarda bile sporu siyasi çatışmanın malzemesi yapmayı sürdürdü ve savaş devam ettiği sürece Rus ve Belaruslu sporcuların uluslararası müsabakalardan men edilmesi gerektiği konusunda ısrar etmeye devam etti. Bu mantıktan hareketle, hükümetleri askeri çatışmalara karışmış diğer ülkelerin sporcularına da yasak getirilmesi gerekir. Halbuki IOC ve diğer uluslararası spor kurumları; İsrail, Amerika Birleşik Devletleri (ABD) gibi, bir şekilde askeri müdahalelerde bulunmuş diğer ülkelere karşı her nedense bu türden ayrımcı önlemler uygulamıyor. Sporcular ne elçi ne de asker 19. Yüzyıl sonlarında ortaya atılan Olimpiyat ilkeleri; iki dünya savaşı, onlarca yerel çatışma ve kapitalist-sosyalist kamplar / bloklar arasındaki küresel ideolojik hesaplaşmayla sınandı. Ancak yeni milenyuma gelindiğinde spor bürokratları tarafsızlık değerlerini ihlal etmeye giriştiler, sporcuların ülkelerinin elçileri veya ordularının askerleri olmadığını unutuverdiler. Herhangi bir sporcunun; milliyeti, vatandaşlığı, ırkı veya dini ne olursa olsun, tüm yaşamının ve sıkı çalışmasının amacı propaganda veya siyasi hamleler peşinde koşturmak değil, sportif başarılar ve kendisi gibi sporcularla rekabette dürüst bir zafer kazanmak olmalıdır. Sporcuların milliyetlerine göre tecrit edilip ayrımcılığa uğraması sadece Olimpik değerlere aykırı bir suç değil, fakat aynı zamanda ahlaki bir sapkınlık olarak da görülmeli. “siyasi oyunlar platformu” Büyük spor dallarında yukarıda bahsedilen uygulamaların kararlılıkla kınanmaması ve devamında ortadan kaldırılmaması durumunda, yarın herhangi başka bir ülkenin sportif temsilcilerinin de - IOC veya diğer ulusüstü spor kurumlarında nüfuz sahibi olan önde gelen güçlerin siyasi oyunları bağlamında hangi çatışmaların ön planda olduğuna bağlı olarak - saldırı altında kalabileceklerini hesaba katmak gerekiyor. Ne yazık ki, şu anda ilgili bürokratların alaycılığı ve önyargıları yüzünden spor, sonuçları genel olarak beceriye değil, fakat dünya sahnesindeki mevcut güç dengesine bağlı olduğu bir “siyasi oyunlar platformuna” dönüşmüş durumda. Ve bu durum da haliyle Olimpiyat hareketinin geleceğini ve bütünlüğünü sorgulatır duruma getiriyor. Soğuk Savaş’ta centilmenlik vardı Ülkeler ve halklar arasındaki pek çok diğer iletişim kanalının ihtilaflar ve çatışmalar sebebiyle tıkandığı bir dönemde, sporun diyalog aracı olarak değerlendirilmesi fikri daha da önem kazanıyor. Soğuk Savaş döneminde Sovyet, Amerikan ve Kanada takımları arasında oynanan, jeopolitik çekişmelere rağmen sporcuların el sıkışıp adil bir şekilde yarıştıkları efsanevi hokey maçları, sporun herkes tarafından anlaşılabilir ve erişilebilir bir dil olabileceğini fazlasıyla gösterip kanıtlıyor. Ukraynalı yetkililer ve sporcuların günümüzde Rus ve Belaruslu sporcuları boykot etme çağrıları bir yerde tam tersi yönde işliyor ve sporun birleştirici bir araç olduğu ilkesinin özünü çarpıtıyor. Rekabeti diyalog ve dostluk platformu olarak kullanmak yerine, mevcut savaşı durdurmaya kesinlikle yardımcı olmayacak ve halklar arasındaki uçurumu daha da derinleştirecek yeni bir çatışma alanına dönüştürüyorlar. Spor her zaman insan azminin, hırsının ve iradesinin esas olduğu bir alan olagelmiştir ve öyle de kalmalıdır. Sonuçta, siyasi anlaşmazlıklar dindiğinde, bayrakları ne olursa olsun, çatışmanın ötesinde fair play ve karşılıklı saygıya her zaman yer olduğunu bize hatırlatacak olanlar gene sporcular olacaktır.
 
Geri
Üst