NATO’ya ve AB’ye lüzum kaldı mı?

A

Admin

Yönetici
Yönetici
Yıllardan beri egosunun (ve ABD derin devletinin) kuklası olarak nitelediğim Trump hakkında bu yılın ilk haftasında, cesaretimi toplayıp, “Trump, dengesiz filan ama bazen doğru laflar ediyor” demiştim. Beni bu kanıya iten ifadelerine örnek olarak, Netanyahu için söylediği “ABD’yi Irak işgaliyle başlayan bir dizi hezimete Netanyahu itti” ifadesi olmuştu. Trump, kendisinden önceki başkan Biden’ın başlattığı Ukrayna’yı Rusya’ya karşı attığı ateşe sahip çıkmamış, bu ateşi söndürmeye söz vermişti.

“Dengesiz Trump” ifadesi o zamandan beri birçok kez kanıtlandı. Örneğin, Trump, İsrail’in Orta Doğu stratejisinin arkasında, “derin Amerika”yı çekip çeviren Siyonistler olduğu hatırlatılınca, Netanyahu hakkındaki sözlerinin kefareti olarak, İsrail’e MK-84 bombaları ve hava savunma sistemi için roketler sevk etmişti(Bu mühimmatın İsrail’in İran’a saldırısında kullanıldığı bildirilmişti.) Cuma günü Putin’le görüşmesinde ise, onun saldırılarını sona erdirmek için istediği Ukrayna topraklarını, öyle bir kalemde Rusya’ya vermeye “derin Amerika”nın evet demediğini anladık.

Bu görüşmede bir şeyi daha tüm dünya iyi anladı: Trump şahsen değilse de “derin ABD”, Rusya ile ilişkilerini, NATO ve AB üyesi Avrupalılara danışmadan, en azından müzakere bile etmeden yürütmeye kararlıdır. Zirveden sonra Alaska’dan Washington’a 6 saatlik uçuş sırasında hem NATO Genel Sekreterihem AB yöneticilerine (ve sayılarını-isimlerini açıklamadığı Avrupalı liderlere) hem de Ukrayna lideri Zelenskiy’ye verilebilen bilgi ne kadar ise, NATO ve AB üyesi Avrupalıların ABD için önemi de o kadardır dersek, durumu abartmış veya bu kurumları küçültmüş olur muyuz?

Ukrayna’nın, Rus saldırısına Avrupalıların NATO bünyesinde değil ama kendi ikili ilişkileri ile sağladıkları destekle karşı koymak zorunda kalması, NATO’nun artık bir savunma ittifakı, saldırganı caydıran bir güç değil, raf ömrünü doldurmuş bir “Amerikan sopası” olduğunu ortaya koymuştu. Ancak, Alaska Zirvesi’nde “derin Amerika”nın Zelenskiy adına Rusya’ya istediği Ukrayna topraklarını verip, Ukrayna’yı da “hiçbir zaman NATO’ya almayacağına söz vererek savaşı (Trump’ın ifadesiyle “hemen şimdi”) bitirmemiş olması da üzerinde durulması gereken bir nokta.

Evet, ABD NATO’ya danışmadan, onun bütün üyelerini ilgilendiren görüşmeler yapıyor, ama NATO’nun Rusya’ya karşı var olmaya devam edeceği de anlaşılıyor. Sovyetler Birliği kendisini lağvettikten sonra, 21 Aralık 1991’de Rusya Devlet Başkanı Boris Yeltsin, NATO’ya bir mektup göndererek, Rusya’yı gelecekte ittifaka üye olarak kabul etmeyi düşünmesini istemişti. NATO (veya doğru ifadesiyle ABD) bu talebe ilk anından itibaren soğuk bakmış, tersine, eski Sovyet müttefiklerini, önce Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti’ni, ardından Bulgaristan, Estonya, Letonya, Litvanya, Romanya, Slovakya ve Slovenya’yı ve nihayet Karadağ ve Kuzey Makedonya’yı üye alarak, adeta “Rusya’yı kuşatma” stratejisi uygulamıştı. Bu stratejinin son adımı ise Gürcistan ve Ukrayna olacakken, Rusya, NATO sınırlarının kendi sınırlarına çok yaklaştığını bildirerek, bu iki ülkenin NATO üyeliğinin savaş sebebi olacağını açıklamıştı.

Amerika’nın şu anda bu stratejiden vazgeçtiğine dair tam bir belirti bulunmamakla birlikte, Rusya ile yeni bir pazarlığın içindedir; Alaska zirvesi, bu süreçte ne NATO’ya ne de AB’ye danışmayacağını açıklıkla ortaya koymuş oldu. Rusya ise bir yandan Ukrayna’ya açtığı saldırı savaşını sürdürürken müzakereye katılarak, elinin ne kadar güçlü olduğunu gösterdi. Ancak bu gücün kayıtsız-şartsız olmadığı da kabul edilmelidir; çünkü ABD Başkanı, yarım ağızla da olsa, 6 saatlik bir uçak yolculuğuna sığdırsa da, NATO’nun ve Avrupalı müttefiklerinin varlığını unutmadığını, hem onlara hem de Rusya’ya göstermiş oldu

Şimdi geriye bir ufak mesele kalmış bulunuyor: Zelenskiy’yi, bu süper güçler arasındaki güç satrancında piyonluğa devama ikna etmek. Bu işlemin sonucu bu akşama kadar belli olacak.
 
Geri
Üst