Mustafa Kemâl'in uydurma şecereleri ve hakîkî mensûbiyeti (98)

  • Konbuyu başlatan Admin
  • Başlangıç tarihi
A

Admin

Yönetici
Yönetici
“Mehmed Akif şiirlerini yaratırken başlıca iki unsur kullanmıştı: Dinî, millî. Açık olarak görmeliyiz ki, ruhumuzda onun şiirlerine makes olan taraf, millî olan tellerdedir. Meselâ Çanakkaleyi anlatan şiir parçasında iç duygularımızı titreten vuruşlar, onun tasvir ettiği muhteşem ve âlemleri içine alan büyük ve muhayyel tabutun dinî anasırından değil, bu tabutun içinde yatan Mehmetciğin kendisinden geliyor. Bu muharebe, ne Uhud, ne de Bedir gazvesine benzer. O, sadece Çanakkale muharebesidir. Karşı tarafta ‘kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne belâ…’ dediği her dinde ve hattâ bizim dinde düşmanlar, bu yanda ise Akifi kahramanlıklarile coşturan Türk yiğitleri vardır. Dava, aslâ bir tevhid meselesi değildi.

“İstiklâl mücadelesinden sonra Mehmed Akif, cemiyette gördüğü değişmelere inanmadı ve inanmadığı için de uyamadı. Beş altı sene memleketten uzak yaşamasının sebebi budur. Çünkü onun cemiyet telâkkisi geri idi. Halbuki kurtuluş zaferinden hızını alan inkılâp duramazdı. Bu muharebede sıkı bir yürüyüş zarureti hasıl olduğu zaman, bacaklarında kudret olmıyanlar, döküntüler arasında kalırlar.

“Mehmed Akif halkçılık ruhunda ve Türk milletinin gösterdiği kahramanlıkların destanını duymakta büyük bir isabet göstermişti. Onun bence yaratıcı tarafı buradadır; yarına intikal edecek tarafı burası olduğu gibi, bu isabete mukabil, büyük bir dalâlete de düşmüştü. Mısırda kendisini karşılayan ve koruyan nihayet şu veya bu ferd olmuştur. Halbuki hastalandıktan sonra döndüğü öz vatanında tabutunu eller üstünde götüren ferd değil, cemiyetti; feveranlı anlarında onun dilile kendi büyüklüklerini duyan ve dinliyen Türk cemiyetinin vicdanı… Onun da çok yakından tanıdığı bu yiğit millet, kendisinin herhangi bir faziletine, fedakârlığına hitap eden insanı, hattâ düşmanı olsa unutmaz. Mehmed Akif, son zamanlarında yazmayı tasavvur ettiği (Haccetül-Vedaı) ile değil, Mısırdan İstanbula hicretile, bu dalâletini, mübarek vücudünü ölümünden sonra bile göğsünde taşıyan Türk vatanına karşı ödemiş ve affettirmiş sayılmalıdır.” (Hasan Âli Yücel, “Pazartesi Konuşmaları: Mehmed Akif”, Akşam, 4.1.1937, s. 6. Hasan Âli’nin ismi, makâlesinin sonunda, bir dizgi hatâsı olarak “Hasan Âdil” şeklinde basılmıştır.)

1-106.jpg



Hasan Âli Yücel’in Latin harflerine çevirip bir “Mukaddime” yazarak neşrettiği inkârnâme ve onun, Mehmed Âkif ve temsîl ettiği “klerikal” dünyâ görüşünün mîadını doldurmuş olduğunu iddiâ ettiği makâlesi…

***


Akşam’da Mehmed Âkif hakkında Ataç’ın tezyîfnâmesi

Nurullah Ataç’ın, 30 Ocak 1937 târihli Akşam’daki fıkrası, tam bir tezyîfnâmedir!

Kimdir Nurullah Ataç?

Evvelâ takdîre şâyân taraflarını söyliyelim: Her şeyden evvel, tercüme târihimiz bakımından iftihâr edebileceğimiz bir tercümeci (tercüme nazariyecisi) ve kuvvetli bir mütercim! Kemalist Uydurma Dilin fanatik militanları arasına katılmadan evvel, zevk̆le okunan bir fıkra muharriri… Kezâ, kalemini kaprislerine uyarak kullanmadığı zamân şâyân-ı istifâde bir münek̆k̆id… Eh, bir kısım mezîyetlerini sayarken, menfî cephesini de tebârüz ettirmiş olduk! Yine de en büyük nak̆îsesini söylemedik: Katıksız bir Kemalist! Bu îmânının bir lâzımesi olarak: “Eritmeliyiz kendimizi Avrupa uygarlığı içinde; kurtuluş ondadır!” diyebilecek kadar Türklüğe sırt çevirmiş bir Garbperest! (Nurullah Ataç, “Ben”, Diyelim, İstanbul: Varlık Yl., 1954, s. 8) Ve yine aynı bâtıl akîdesinin bir lâzımesi olarak, fütûrsuz bir Mülhid! (Ataç hakkında tafsîlât şu eserimizdedir: Türkçenin Istılâh Mes’elesi ve İdeolojik Kaynaklı Sapmalar –“Öztürkçe” Dayatmasıyle Fransızcalaştırılan Resmî Dil-, Ankara: Kurtuba Yl., Nisan 2013, 571 s. Ataç’ı muhtelif cepheleriyle ele alan bir kitab têlîf etmek niyetiyle bir hayli malzeme topladık ve bunlar üzerinde çalıştık. Lâkin ömrümüzün şu son deminde artık buna imkân bulabileceğimizi zannetmiyoruz. İnşâallâh, genc araştırmacılar, onun hakkında objektif eserler têlîf ederek, kendisinin hem tenk̆îde şâyân, hem de istifâde edilebilecek taraflarını ortaya koymıya muvaffak olurlar! En fazla istifâde edilebilecek cephesinin, tercümeciliği ve mütercimliği olduğunu gözden kaçırmadan…)

Nurullah Ataç’ın Mehmed Âkif hakkındaki tenk̆îdî fıkrasında, maâlesef, kendi şahsıyetinin müsbet değil, menfî cephesi tezâhür ediyor. Mehmed Âkif’imizi bu derece tezyîf eden bir makâlenin Necmeddin Sadık Sadak’ın gazetesinde neşredilmiş olması da ayrı bir ibret mevzûudur. Bu fıkrayı “Büyük Şef” keyifle okumuş olsa gerekdir:

“…Avrupalıların ‘réaction’ filosofları, mütefekkirleri gayet ince, mantıkî ağlar örmesini bilen insanlardır; bizim ‘réaction’ mütefekkirlerimiz de öyledir sanıyoruz.

“Geçen gün Akif’in şiirlerini işte o vehm ile okumağa başladım. Her manzumeyi, her mısraı sevmek istiyordum. […]

“Elimden gelen hüsnü niyeti gösterdim. Fakat nihayet kollarım düştü. Eski kanaatime döndüm: Akif’in, bir insan olarak kıymeti ne olursa olsun, bir şair sayılması hayli zor işlerdendir. Hele onda fikir aramak, fikre hürmetsizlik olur. Din şairi, din filosofu değil, mahalle kahvesi hatibi. Hani: ‘Tesettür kalktı, ortadan bet bereket de kalktı’ sözü yok mu, Akif mütemadiyen onu tekrar edip duruyor. Medreseleri ıslah edelim, mektebleri ıslah edelim, namazımızı kılıp orucumuzu tutalım, ıslah edelim, ibadet edelim… Bütün Akif’i okuyun, başka bir şey bulamazsınız… Hayır, buna ‘réaction’, hattâ düpedüz ‘irtica’ fikriyatı, iedologiası demek bile fazladır.

“Eski zaman hasreti… Hangi eski zaman? Ayağı poturlu, Priol saatli köy ağalarının kalaylı maşrapadan şerbet içip namaz kıldıkları devir. Asım’ı okuyun, bakın bundan başka bir şey var mı?... Var; Asım Almanyaya gidip tahsilini bitirecek, oradan bize ‘terakkiyatı hazırai medeniye’ yi getirecek. Kültür, irfan diye bir şeye lüzum yok. Peki, Akif Avrupanın felsefesi, edebiyatı yerine ne teklif ediyor? Şarkın felsefesini, edebiyatını mı? Hayır; o da berbat: Eski şiirimiz kötü, yenisi manasız, Hafız ayyaşın biri, tasavvuf rakı içmeğe bir bahane… Akif’in kitablarına bakın: Şark kültüründe de, İbn-i Teymiye ile Sadi’den başka kimseyi kurtarmak kabil değil. Hayır, Akif’in kültür aradığı yok: Aklı selim icabı makineye falan itibarı var; çalışın, kazanın, sonra da camie gidip mukabele dinleyin, nenize yetmez.

“Fakat Akif’in kitablarını bir açtınız mı, bitirmeden bırakamıyorsunuz. Güzelliğinden mi? Hayır; ya nesinden? Basitliğinden. Ben ömrümde bu kadar basit bir eser okumadım. Hani bir şey anlatmak istemeyip de teferruatı bırakıp bir türlü esasa giremiyen adamlar vardır, acaba ne diyecekler diye merak edip dinleriz; Akif’in manzumeleri de öyle bir merak ile okunuyor.

“Belli ki aruzla söz söylemekten keyif duyuyor. Ne olsa, aklına ne gelse, ne duysa hemen aruza sokacak; ‘Selâmün aleyküm. – Aleyküm selâm. – Barıştık. Yüzün gülsün artık imam.’ Hani bazan alay için: ‘Şimendifer gidiyor düt deyip Bakırköyüne’ veya: ‘Şekerli kahve getir, bir de çay getir taze’ gibi mısralar söyleriz. (Bilmiyorum, belki bunlar da Safahat’tan aklımda kalmıştır.) Akif’in kitabları bunlarla dolu. Okudukça insanın güleceği tutuyor: Aruzu, şiiri tehzil eder gibi bir şey. Mısralar kolay söylenilmiş, pürüzsüz, akıcı imiş… Ne söylüyor ki güçlük çeksin? Asım’da arzıhal yazma parçasını okuyun, şiir lisanı ile bu kadar alay olur mu diye insanın tüyleri ürperiyor. Şiirin ifade vasıtasını bu kadar bayağılaştıran bir adama büyük şair değil, sadece şair de demek kabil midir? Hatıralarda ‘Berlin hatıraları’nı okuyun ve sonra söyleyin: Akif’in ‘şiirini’ ‘parodier’ etmek (alayla taklid) kabil midir? Sanki o mütemadiyen kendi kendini ‘parodier’ etmiş…


2-62.jpg



Necmeddin Sadık Sadak’ın Akşam gazetesinin 30 Ocak 1937 târihli nüshasında Nurullah Ataç’ın tezyîfnâmesi…

***



“Akif’in kitablarını ümid ile, severek okumak azmi ile açmıştım; yazık! Bir ümidim daha yıkıldı.” (Nurullah Ataç, “Sohbet: Mehmed Akif”, Akşam, 30.1.1937, ss. 3 ve 4)

Kaskatı Kemâlperest, fanatik Uydurmacacı Nurullah Ataç, bu sapkın dünyâ görüşü îcâbı, ömrünün sonuna kadar Mehmed Âkif’in iflâh olmaz bir hasmı olarak kaldı. Yukarıda atıfta bulunduğumuz “Ben” başlıklı makâlesinde, “Eritmeliyiz kendimizi Avrupa uygarlığı içinde; kurtuluş ondadır!” cümlesinin yer aldığı paragrafta, Mehmed Âkif’i, 1937’deki fıkrasında yer alan bâzı ifâdeleri tekrâr ederek, yine tezyîf etmekden kendini alamıyor:

“ ‘Medeniyet denilen tek dişi kalmış canavar’ diyen şair ise şüphesiz bayağıdır. Mahalle kahvesi düşünürü. Hani ‘tesettür kalktı, bet bereket kalktı’ diye konuşanlar vardır mahalle kahvelerinde, işte onların şairi, onların düşünürüdür Mehmet Akif.” (Nurullah Ataç, “Ben”, Diyelim, İstanbul: Varlık Yl., 1954, s. 9)

Mehmed Âkif’in “Medeniyet denilen tek dişi kalmış canavar”dan kasdının, “medeniyet” kisvesi altında Milletimizi yok etmiye çalışan Siyonist Avrupa Emperyalizmi olduğu mâlûm… Milletimiz, dolaylı olarak o emperyalizmi alkışlıyan, o âlem içinde eriyip yok olmayı “ilerilik” zanneden Nurullah Ataç ve emsâli Avruparestlerin aklıyle hareket etseydi, çoktan târihten silinmiş olurdu!
 
Geri
Üst