Mustafa Kemâl'in uydurma şecereleri ve hakîkî mensûbiyeti (39)

  • Konbuyu başlatan Admin
  • Başlangıç tarihi
A

Admin

Yönetici
Yönetici
Hasan Âli Yücel’in perestişnâmesi Sauvage’ın tesbîtlerinden daha da câlib-i dikkat olan, Kemalist Rejimin, bunlardan rahatsız olmak şöyle dursun, bunlarla iftihâr etmesi, bunları kendisi için birer propaganda malzemesi olarak kullanmasıdır… Nitekim, Ata’sı vefât ettiği zamân en çok feryâd-ü-fîgân edenlerden Hasan Âli Yücel de (“Ebedî Şef”ine, “ben sizin solunuzdaki sıfırım” diyen, “Ebedî Şef” devrinin CHP İdâre Hey’eti Âzâsı, “Millî Şef” devrinin irfânsız Maârif Vekîli Yücel), o zaman yazdığı “Güneş Battı” başlıklı perestişnâmede, Sauvage’ın tesbîtini iftihârla tekrâr ediyordu: “O, bizim için bir yarı İlâhtır!” Hasan Âli Yücel (İstanbul, 17.12.1897 – a.y., 26.2.1961), 1932 ilâ 1937 senelerinde toplam 22 def'a (Mehmet Soydan, “Atatürk'ün Sofrasına Çağrılı Olanlar”, Milliyet, 12.11.1981, s. 7) “Yarı İlâh”ın işret sofralarına dâvet edilecek kadar onun iltifâtına mazhar olmuş birisiydi. Sonuna kadar da hep sâdık bir kul olarak kaldı… 10 Nisan 1925'te Vefâ Mahfili'nde tekrîs edilen Hasan Âli Yücel, ömrünün sonuna kadar ne Masonluktan, ne de Kemalizmden teberrî etti ve bir Münkir olarak öldü… Şahısperestlik üzerine kurulu Kemalist Totaliter Rejimin en önde gelen temsîlcilerinden Hasan Âli Yücel’in perestişnâmesi, ibretle okunuyor: “Ufkumuzdan ağır ağır ve ihtişamla çekildi. Sıcaklığı kalbimizde devam ediyor; ışığı hâlâ bizi aydınlatarak. “Onun için yanıyoruz, onunla yanıyoruz. “Nurdan izi, yüreklerimizde alev alev… Arkasından karanlık bırakmaksızın batan tek güneş, O oldu. “Göz yaşlarım, kararıp kelime, hıçkırıklarım donup cümle olmalıydı. Fakat O’nun gönüllerde sönmiyen aksi, gözlerdeki yaşı yıldızlar gibi parlatıyor, hıçkırıkları dualar gibi ilâhîleştiriyor. Ölümünden bile heybet, muhabbet, kudret duyuyoruz ve hayat alıyoruz. “O’ndan geldik, O’na gitmekteyiz. “Şu anda varlığının bütün fanîlikleri yok oldu. O’nda tam bir ebedîlik yaşamağa başlamıştır. Ufkumuzdan her uzaklaşmasında bize bekanın bir zerresini tattırdı. Ne acı iksir?... Vücudünden kaybettiğini ruhunda kazanarak, kimseye müyesser olmamış azametli bir çekilişle milyonluk bir gönül sahasını kaplıyan göklere yükseliyor. “O, bizim için bir yarı İlâhtır. “Şimdiye kadar O’nun için söyleyip yazdıklarımız, O’nun büyüklüğü yanında ne kadar küçük, ne kadar âciz kalmıştı. “Biz O’nu, O’nun bizi sevdiği kadar sevemezdik. Her şeyde O bizden üstündü. Ölümü ile bu eksiğimizi gene kendisi tamamlıyacak. Bundan sonraki hayatımız, O’na bağımızı uzatmak içindir. “O’nun için doğmuşuz, O’nun izinde öleceğiz.” (Hasan Âli Yücel, “Güneş Battı”, Ulus, 11.11.1938, s. 2; Türk Dili Türkçe-Fransızca Belleten mecmûası, İlkkânun – Décembre 1938, “Millî Yas Sayısı”, No 33, s. 42) Masonların kendisiyle pek çok iftihâr ettiği -1939/1946 senelerinin- Maârif Vekîli Hasan Âli Yücel, 10 Nisan 1925’te Vefâ Mahfili’nde tekrîs edilmişti. Bu Mason mecmûasında, Sabataî Mason İsmail İşmen’in onun hakkında bir makâlesi münderic bulunuyor: “Hasan-Âli Yücel; Hayatı ve Zamanı”, Tesviye; Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locasının Aylık Dergisidir, Şubat 1996, cilt 4, sayı 20, ss. 7-11. Aynı nüshanın kapağının arka yüzünde şu haber vardır: “İstanbul Vâdisinde Yirmidokuz Kasım Bindokuzyüzdoksanbeş tarihinde Hasan Âli Yücel’i anarak Yücel Muhterem Locası kuruldu.” Mustafa Kemâl hakkında, onun ölümünü tâkîb eden günlerde kaleme aldığı “Güneş Battı” başlıklı makalesinde, “O, bizim için bir yarı İlâhtır… O’ndan geldik, O’na gitmekteyiz… O’nun için doğmuşuz, O’nun izinde öleceğiz…” diyordu… Ne Masonluktan, ne de Kemalizmden teberrî etti ve bir Münkir olarak öldü… *** “Mâbûd”unun her icrââtını taabbüdle benimsiyen Hasan Âli, onun tam bir hurâfe olan “Kemalist Târih Tezi” karşısında da aynı tavrı takınmıştı. Nitekim, 20 Eylûl 1937, Pazartesi – 25 Eylûl 1937, Cumartesi târihlerinde akdedilen II. Târih Kongresi münâsebetiyle kaleme aldığı başmakâle, bu tavrın bir şâhididir: “[T. Târih Kongresi vesîlesiyle,] Dün [20 Eylûl 1937, Pazartesi] açılan Türk Tarih sergisini, mazide ve halde bize bizi bulduran eşsiz varlığın, Atatürkün izinde yürüyerek ziyaret ettik. Bunun mânası şu idi: “Türk milleti dünde ve bugünde neye sahip ise hepsini ona bulduran ve veren, yarın için en bahtiyar bir istikbali, bir ata mirası olarak müstakbel nesillere bahşeden Büyük İnsan; tarihten önceki devirleri başlangıç almış ve Türkiye cumhuriyeti ile en özlü bir eserde noktalanmış on binlerce yıllık bir yol üzerinde yürüyordu. Biz de onun arkasından, asırların çizdiği bu hattı şuurla, dikkatle ve içimizde saklamıya çalıştığımız heyecanla takip ediyorduk. […] “…Dün ile bugün, mazi ile hâl, tarih ile istikbal, (Atatürk gibi) büyük bir şahsiyetin iradesinde tecessüm etmiştir… Onun için biz Atatürkün varlığında bütün Türk tarihini görüyoruz ve mazimizi, onun dehasının eski günlerimize ışık salması, istikbalimizi gene onun dehasının nurlarını ileri ufuklara uzatması mânasına alıyoruz.” (Hasan Âli Yücel’in başmakâlesi: “Türk Tarihi ve Atatürk”, Akşam, 21 Eylûl 1937, ss. 1 ve 9) (Tesviye, Şubat 1996, sayı 20, s. 8) Masonluğun ve Kemâlperestliğin medâr-ı iftihârı Hasan Âli Yücel, “Mâbûd”unun huzûrunda… “1930, Serbest Fırka’nın feshinden sonraki seyahatlerinde… (Atatürk, Hasan Âli’ye soruyor:) ‘-Hasan Âli beyefendi, siz felsefe okumuşsunuz, okutmuşsunuz. Elbetteki sıfır ne demek olduğunu bilirsiniz. Bize ‘sıfır’ı tarif eder misiniz?’ […] ‘- Efendimiz, diyor, daima arkanızda ve solunuzdayım. Sıfır, işte Efendimizin solunda olan bendenizim!’ ” (Ahmet Hamdi Başar’ın -1897/1971- rivâyeti; Kemal Arıburnu, Atatürk; Anekdotlar – Anılar, Ankara: Ayyıldız Matb., 1960, ss. 39-40) *** 28 Aralık 1938'de, “Millî Şef” ve Başvekîl Celâl Bayar tarafından, istîfâ eden Saffet Arıkan'ın yerine Maârif Vekîli yapılan, 5 Ağustos 1946'da istîfâsına kadar sekiz seneye yakın bir müddetle bu makâmı işgal eden, bu makâmdayken, -insanlarımızı çekirdekden Materyalist, hattâ Komünist zihniyetiyle yetiştirmeyi gâye edinmiş- Köy Enstitüleri’ni têsîs eden Hasan Âli Yücel, Türkiye'de Kemalist, yâni Materyalist, Avrupacı ve Şahısperest nesillerin yetişmesinde hatırı sayılır derecede hisse sâhibidir. Farmasonların ve Komünistlerin onu iftihârla ve şükrânla yâdetmeleri elbette boşuna değildir… Kendisini Mustafa Kemâl’in solundaki sıfır mesâbesinde gören, ölünciye kadar “Yarı İlâh”ına taabbüde devâm eden bu irfânsız Maârif Vekîlinin aynı hâletirûhiyeyle kaleme almış olduğu bir yazı, 1955 10 Kasım’ı vesîlesiyle, aynı târihli Cumhuriyet gazetesinin birinci sayfasında, çercevelenmiş olarak neşredilmişti: “Niçin… “Bugün memleketin her tarafında, büyük küçük milyonlarımız O’nun ölümüne ağlıyor. O’nda nasıl büyüleyici bir kuvvet varmış ki aradan 17 yıl geçtiği halde o etki azalmıyor, artıyor ve derinleşiyor. Acımaktan ziyade özlemeğe benziyen bir duygu ile O’nu anıyoruz. O’na hasret çekiyoruz. O’nu arıyoruz. Gittiği ebedîlik diyarından dönmiyeceğini bildiğimiz halde bu yakıcı özlem niçin? Bunu hepimiz düşünmeliyiz. Bunun sebebi üzerinde hepimiz durmalı, herkesten önce bu soruyu kendimiz kendimize sormalıyız.” Evet, biz de araştırıyor, “düşünüyor” ve âşikâre görüyoruz ki bu putperestâne manzara, her totaliter rejimde olduğu gibi, “Şef”inizi kânûnlarla ve daha bin bir tedbîrle tabulaştırdığınız, objektif araştırma ve tenkîdlere, daha mühimmi bunların neşrine imkân tanımadığınız, insanlarımızı nesiller boyu tek taraflı olarak iskolastik / şahısperest zihniyetle yetiştirdiğiniz, beşikden mezara kadar bir ömür, her vâsıtayle onları şartlandırmıya devâm ettiğiniz için ortaya çıkmıştır! Bu elîm manzaraya başka îzâhat aramanız, ancak her zamânki göz boyama tavrınızın bir tezâhürüdür!
 
Geri
Üst