A
Admin
Yönetici
Yönetici
M. Turhan Tan: “Nâmık Kemâl, Mehmed Âkif’i tanısaydı, hakîkatseverlikte onu kendinden çok üstün bulurdu”
Aslen Sivaslı olup bilhâssa târihî romanlarıyle tanınan gazeteci, meb’ûs, muallim, kaymakam, mutasarrıf M. Turhan Tan (M. Samih Fethi; Diyârbekir, 1885 – İstanbul, 25.12.1939, Edirnekapısı Şehîdliği Mez.), makâlesinin başlığında, Mehmed Âkif’in, Milletimizin kalbinde ebediyen yaşıyacağına dâir inancını tebârüz ettiriyor:
“Kaybettiğimiz büyük adam: Ölüm, Âkif’i aramızdan aldı götürdü, fakat… Onun adı târihte olduğu gibi yüreklerde de yaşıyacaktır. Çünki yazdığı marşla adı Türk istiklâline bağlı, yânî ebedî kaldı…”
M. Turhan Tan, Mehmed Âkif’in, kendisiyle, öldükden sonra unutulmak hakkında Gilbert’in bir beyti ve bunun Şinâsî tarafından yapılmış tercümesi, ayrıca Fuzûlî’nin aynı mâhiyetteki beyti mevzûunda sohbetine dâir hâtırasını naklettikden sonra, Mehmed Âkif’i büyük insan, büyük edîb yapan husûsiyetlerini îzâh ediyor:
“Namık Kemal, Tabsire sahibi Akif Paşadan bahsederken: ‘İlmen ve edeben şanına takarrübden aczimizle beraber kitabını öpüp te başımıza koymak vazifemizdir’ diyor. Vatansever edib, şair Mehmed Akifi tanıyaydı, hiç şüphe etmem, ‘her şiirini yüreğimize nakşetmek gerektir’ diyecek ve hakikatseverlikte onu kendinden çok üstün bulacaktı.
“O, Allâh’ın Kemâl-ü-Celâlini, Peygamber’in rikkat ve nezâhatini, geçmiş devirlerin yüksek şahsıyetlerini, mensûb olduğu cem’iyeti ve insâniyeti terennüm ederdi”
“Bu, söz götürmez bir hakikattir. Çünkü Akif, aşk şairi, ihtiras şairi, süs ve saz şairi değildi. Küllî kudret mefhumunu teşahhus ettiren Allahın kemalü celâlini, ilâhî büyüklüklere ve temizliklere tercüman olan Peygamberin rikkat ve nezahatini, geçmiş devirlerin yüksek şahsiyetlerini, mensub olduğu cemiyeti ve insaniyeti terennüm ederdi.
“Dindardı. Fakat dinin hüsnü hal, hüsnü ahlâk ve hemdinler arasında tesanüd demek olduğunu herkesten iyi bilirdi, o haysiyetle dine sevgi ve saygı taşırdı. İslâm âleminin hedef olageldiği musibetlere karşı ağlayıcı birer mısra halinde ruhundan dökülen teellümler, telehhüfler, insanî ıstırabların en nezihi ve en beliği sayılabilir.
“Kaleminden çıkan her yazıda maddî ve mânevî benliğinin heyecânı görülür”
“Şarkın ve garbin bütün büyük şairlerini kâmil bir üstad gözile tetkik ve tahlil etmişti. Fuzûlîye adeta âşıktı. Lâkin o, aşk şairini yalnız takdirle iktifa ve kendisini taklidden ibâ ederdi. Yüz güzelliğine kayidsiz miydi? Bu, o ayarda bir şaire yakıştırılamıyacak nakiselerdendir. Fakat Akif, beşerî ve tabiî güzelliklerden aldığı hazzı, heyecanı şiirle ifadeye tenezzül etmezdi. Bunları cemiyetin elemlerini veya emellerini teşrih ederken -süte şeker karıştırır gibi- kullanırdı. Ayni zamanda o, hayal şairi de değildi. Ancak duyduğunu ve gördüğünü yazardı. İhtimal ki bütün duyduklarını ve gördüklerini yazmamış, yahud yazamamıştır. Lâkin kaleminden çıkan her yazıda maddî ve manevî benliğinin heyecanı görülür.
(Cumhuriyet, 29.12.1936, s. 1)
***
“Âkif’in kelimelere istediği şekilde âhenk verdiği muhakkaktır”
“Rahmetli Süleyman Nazif, artık onun gibi rahmetli diye anılmak mevkiine geçen Akif için: ‘İlhamlarını arşıâlâdan alırdı. Dehası, etekleri güneş olan şahikalara vakit vakit iner ve sonra san’at şahikasından da yüksek ufuklara çıkardı. Namütenahilikte hübut ile uruc, müteradiftir. Akifin miracları da, hübutları da mübarektir’ diyor. [Urûc (> mîrâc), yukarıya çıkış, yükseliş; hübût: aşağıya iniş…]
“Mubalağalı gibi görünen bu sözlerde tam bir hakikat vardır. Çünkü Akifin bizim diyarımızda mevcudiyeti tahayyül olunabilen san’at şahikasının çok fevkine yükseldiğine şüphe yoktur. Sadelik, tabiilik içinde san’atı onun kadar canlandıran başka bir şair gösterilemez. Gene Süleyman Nazifin dediği gibi Peygamber Davudun elinde balmumu haline geldiği söylenen demir neyse Akifin elinde de kelime odur. Şu farkla ki Davuda atfedilen kudret muhayyeldir, Akifin kelimelere istediği şekilde ahenk verdiği muhakkaktır. İlh…” (M. Turhan Tan, “Kaybettiğimiz Büyük Adam”, Cumhuriyet, 29.12.1936, s. 3)
Âbidin Dâver: “İstiklâl Marşı, İstiklâl Harbi’nin mânevî cephesinde yapılmış büyük ve muzaffer bir taarruzdu”
Evleviyetle denizcilik hakkındaki makâle ve kitablarıyle takdîr kazanan, fıkralarını Cumhuriyet’te uzun seneler “Hem Nalına, Hem Mıhına” köşe başlığı altında neşreden gazeteci, muallim, meb’ûs Âbidin Dâver (İstanbul, 1886 – a. y., 8.2.1954, Edirnekapısı Şehîdliği Mez.), yine aynı köşede “İstiklâl Marşı Şairinin Ölümü Karşısında” başlığıyle kaleme aldığı fıkrasında, (Kemalist Propagandanın unutturduğu) büyük bir hakîkati hatırlatıyor: Mehmed Âkif, İstiklâl Harbi’nin mânevî cephesini temsîl ediyordu ve bu cihetten zaferin kazanılmasındaki hissesi pek büyükdür. Bu meyânda, onun şiir san’atindeki kudretini takdîr edemiyen bâzı münek̆k̆idleri pek haksız buluyor:
“İstiklâl marşı şairi Mehemd Akif öldü. Onun ölüm haberini duyar duymaz, İstiklâl marşının İstiklâl Harbinde, yüreklerimizdeki imanı nasıl kuvvetlendirdiğini hatırladım. İstiklâl marşı, İstiklâl Harbinin manevî cephesinde yapılmış büyük ve muzaffer bir taarruzdu. O zaman, Millî Mücadelenin mutlaka zaferle neticeleneceğine inanmış olanlar, yani sağlam iman sahibleri bile İstiklâl marşından yeni bir manevî kuvvet almışlardı.
“Sakarya meydan muharebesine tekaddüm eden Kütahya – Altıntaş – Eskişehir muharebelerinin ümidsiz gibi görünen günlerinde, İstiklâl marşının mısralarını, kıt’alarını şerhederek yazarken Akifin çelik sözleri, imanımı arttırdı.
“Mehmed Âkif, İstiklâl Harbi’nin mânevî cephesinde dövüşen kahramanlardan biridir”
‘Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın!
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın!
Doğacaktır sana vâdettiği günler Hakk’ın,
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın!’
kıt’ası, bilhassa o zaman ne canlı, ne kuvvetliydi. Şair mehmed Akif, yürekleri çelikleştiren İstiklâl marşını yaratmak suretile İstiklâl Harbinin manevî cephesinde dövüşen kahramanlardan biri olmuştur.
“Arûz vezni, Âkif’in elinde, her şekle giren sihirli bir oyuncak olmuştur”
“Şiir ve edebiyatla daha fazla meşgul olduğum zamanlarda, onun Safahatı hakkında bazı tenkidler okumuştum. Bu münekkidler, Mehmed Akif şair değil; nâzımdır; derlerdi. Onun hakkındaki bu iddianın ikinci kısmı doğru, birinci kısmı yanlıştı. Aruz vezni, Akifin elinde, her şekle giren sihirli bir oyuncak olmuştur. Hani, lâstik top, tabak gibi bazı aletleri havaya fırlatarak hiç düşürmeden bin marifet yapan hünerbazlar vardır, işte merhum Akif te aruz veznile ve kelimelerle böyle harikalı oyunlar yapan bir san’atkârdı. Fakat, onun yalnız nâzım tarafı değil; şair tarafı da çok kuvvetliydi. Kartal köyünü anlatan parçası nâzımlığının büyük kuvvetini gösterirse,
‘Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!’
beytile başlıyan ve Çanakkale şehidlerini tebcil eden parçası da şairliğinin yüksek kudretini isbat eder.
“İstiklâl Marşı, hiçbir babayiğit tarafından benzeri yazılamıyan, alev gibi bir şiirdir”
“Mehmed Akifin en büyük meziyeti, her mısraını inanarak yazmış olmasındadır. Onun içindir ki meselâ İstiklâl marşı, hiçbir babayiğit tarafından benzeri yazılamıyan, alev gibi bir şiirdir.
“Mehmed Akif, şair değildir, diyenlerin karşısında Çanakkale şehidlerile İstiklâl marşı, ölmez bir abide gibi yükselmektedir.
‘Cânı, cânânı, bütün vârımı alsın da Hüdâ,
Etmesin, tek, Vatanımdan beni dünyâda cüdâ!’
diyen şair, bir müddet vatancüda yaşadıktan sonra, nihayet en büyük emeline kavuşmuş, son nefesini vatanında vermiş, vatanının toprağına gömülmüştür.
“Mehmed Akif öldü; fakat İstiklâl marşı şairi, yarattığı ölmez İstiklâl marşı gibi ebedî bir hayata mazhar olarak yaşıyacaktır.” (Âbidin Dâver, “Hem Nalına, Hem Mıhına: İstiklâl Marşı Şairinin Ölümü Karşısında”, Cumhuriyet, 29.12.1936, s. 3)
Peyami Safa’nın hissiz ve sathî fıkrasındaki bir hakîkat
Kemalist muharrir Peyami Safa da, 30 Aralık 1936 târihli fıkrasında, Mehmed Âkif’i bahis mevzûu etmektedir. Mahmed Âkif’inkine ne kadar zıd bir şahsıyete mâlik olduğunu ifşâ edercesine, hissiz, sığ, yavan bir fıkra! Onun fıkrasından, sâdece, dolaylı olarak, Kemalist Totaliter Rejimin Mehmed Âkif düşmanlığını ifşâ eden şu müşâhedesi nakledilmiye değer:
“…Türkiye, on sene içinde, İstiklâl şairini unutmuştu. Akıbeti gözönünde olan hastalığında bir Mısırlıdan başka ona tek bir Türkün yardım eli uzanmadı, bilâkis bazı gazetelerde, aleyhine yazılar çıktı.” (Peyami Safa, “Hâdiseler Arasında: Mehmed Akif”, Cumhuriyet, 30.12.1936, s. 3)
Mehmed Âkif hakkında Yalman’ın ve Sertel’lerin Tan gazetesinin neşriyâtı
1936’da, Ahmet Emin Yalman, Sertel’ler ve Halil Lûtfü Dördüncü arasındaki ortaklık devâm ediyordu. Gazetenin başmuharriri, Yalman’dı. Ömer Rıza Doğrul, Gazetenin 2. sayfasında, “Siyaset Âlemi” sütûn başlığı altında, hâricî âlemle alâkalı günlük fıkralar yazmaktaydı. Bir dîğer günlük fıkra muharriri de, “Felek” başlıklı sütûnda yazan Burhan Felek’di.
Mehmed Âkif’in vefât haberi, 28 Aralık 1936 târihli Tan’ın birinci sayfasının sağ tarafında, ortada, tek sütûn, birkaç satırla başlıyor, 10. sayfada yarım sayfalık tek sütûnla devâm ediyordu. Birinci sayfadaki habere, Rahmetlinin hasta yatağında çekilmiş küçük bir resmi dercedilmişti. Haberde, kısaca hastalığından, son ânlarından ve hayâtından bahsediliyor.
Bu nüshada, bütün sütûnlara yayılan manşet haberi: “Alman Filosu İspanyaya Gidiyor” şeklindedir. Üç sütûnluk haber: “Heyetimiz Atinada üç gün temaslar yapacak…” İkişer sütûn ayrılan haberler: “Hatay bayrağı dalgalandı…” “Karakış başladı…” “Kral Edvard’la Madam Simpson’un aşk maceraları…” v.s.
Bir sonraki nüshada, cenâze haberine bu def’a birinci sayfanın alt köşesinde iki sütûn yer ayrılmış ve cenâze alayının bir fotoğrafı konulmuştur. Kadirşinâs bir kalemden çıkan haber, 10. sayfada, yine bir fotoğrafla, iki sütûn üzerinden başlıyor, tek sütûnla, sayfanın sonuna kadar devâm ediyor. Verilen bâzı mâlûmât dîğer gazetelerde yoktur:
“İki genç, tabutun önünde Üniversite Edebiyat Fakültesi talebe kurumunun çelengini taşımıştır.
“Cenazeyi, ekseriyetini gençler teşkil eden büyük bir cemaat takip etmiştir. Fatih semtinde de bazı mektep talebeleri yollara dizilerek, Akif merhumun cenazesini saygı ile karşılamışlardır.
“Cenaze, Beyazıt – Şehzadebaşı – Fatih – Edirnekapı caddesinden geçerken, halk, şapkasını çıkararak son hürmet eserini göstermiştir.
Aslen Sivaslı olup bilhâssa târihî romanlarıyle tanınan gazeteci, meb’ûs, muallim, kaymakam, mutasarrıf M. Turhan Tan (M. Samih Fethi; Diyârbekir, 1885 – İstanbul, 25.12.1939, Edirnekapısı Şehîdliği Mez.), makâlesinin başlığında, Mehmed Âkif’in, Milletimizin kalbinde ebediyen yaşıyacağına dâir inancını tebârüz ettiriyor:
“Kaybettiğimiz büyük adam: Ölüm, Âkif’i aramızdan aldı götürdü, fakat… Onun adı târihte olduğu gibi yüreklerde de yaşıyacaktır. Çünki yazdığı marşla adı Türk istiklâline bağlı, yânî ebedî kaldı…”
M. Turhan Tan, Mehmed Âkif’in, kendisiyle, öldükden sonra unutulmak hakkında Gilbert’in bir beyti ve bunun Şinâsî tarafından yapılmış tercümesi, ayrıca Fuzûlî’nin aynı mâhiyetteki beyti mevzûunda sohbetine dâir hâtırasını naklettikden sonra, Mehmed Âkif’i büyük insan, büyük edîb yapan husûsiyetlerini îzâh ediyor:
“Namık Kemal, Tabsire sahibi Akif Paşadan bahsederken: ‘İlmen ve edeben şanına takarrübden aczimizle beraber kitabını öpüp te başımıza koymak vazifemizdir’ diyor. Vatansever edib, şair Mehmed Akifi tanıyaydı, hiç şüphe etmem, ‘her şiirini yüreğimize nakşetmek gerektir’ diyecek ve hakikatseverlikte onu kendinden çok üstün bulacaktı.
“O, Allâh’ın Kemâl-ü-Celâlini, Peygamber’in rikkat ve nezâhatini, geçmiş devirlerin yüksek şahsıyetlerini, mensûb olduğu cem’iyeti ve insâniyeti terennüm ederdi”
“Bu, söz götürmez bir hakikattir. Çünkü Akif, aşk şairi, ihtiras şairi, süs ve saz şairi değildi. Küllî kudret mefhumunu teşahhus ettiren Allahın kemalü celâlini, ilâhî büyüklüklere ve temizliklere tercüman olan Peygamberin rikkat ve nezahatini, geçmiş devirlerin yüksek şahsiyetlerini, mensub olduğu cemiyeti ve insaniyeti terennüm ederdi.
“Dindardı. Fakat dinin hüsnü hal, hüsnü ahlâk ve hemdinler arasında tesanüd demek olduğunu herkesten iyi bilirdi, o haysiyetle dine sevgi ve saygı taşırdı. İslâm âleminin hedef olageldiği musibetlere karşı ağlayıcı birer mısra halinde ruhundan dökülen teellümler, telehhüfler, insanî ıstırabların en nezihi ve en beliği sayılabilir.
“Kaleminden çıkan her yazıda maddî ve mânevî benliğinin heyecânı görülür”
“Şarkın ve garbin bütün büyük şairlerini kâmil bir üstad gözile tetkik ve tahlil etmişti. Fuzûlîye adeta âşıktı. Lâkin o, aşk şairini yalnız takdirle iktifa ve kendisini taklidden ibâ ederdi. Yüz güzelliğine kayidsiz miydi? Bu, o ayarda bir şaire yakıştırılamıyacak nakiselerdendir. Fakat Akif, beşerî ve tabiî güzelliklerden aldığı hazzı, heyecanı şiirle ifadeye tenezzül etmezdi. Bunları cemiyetin elemlerini veya emellerini teşrih ederken -süte şeker karıştırır gibi- kullanırdı. Ayni zamanda o, hayal şairi de değildi. Ancak duyduğunu ve gördüğünü yazardı. İhtimal ki bütün duyduklarını ve gördüklerini yazmamış, yahud yazamamıştır. Lâkin kaleminden çıkan her yazıda maddî ve manevî benliğinin heyecanı görülür.

(Cumhuriyet, 29.12.1936, s. 1)
***
“Âkif’in kelimelere istediği şekilde âhenk verdiği muhakkaktır”
“Rahmetli Süleyman Nazif, artık onun gibi rahmetli diye anılmak mevkiine geçen Akif için: ‘İlhamlarını arşıâlâdan alırdı. Dehası, etekleri güneş olan şahikalara vakit vakit iner ve sonra san’at şahikasından da yüksek ufuklara çıkardı. Namütenahilikte hübut ile uruc, müteradiftir. Akifin miracları da, hübutları da mübarektir’ diyor. [Urûc (> mîrâc), yukarıya çıkış, yükseliş; hübût: aşağıya iniş…]
“Mubalağalı gibi görünen bu sözlerde tam bir hakikat vardır. Çünkü Akifin bizim diyarımızda mevcudiyeti tahayyül olunabilen san’at şahikasının çok fevkine yükseldiğine şüphe yoktur. Sadelik, tabiilik içinde san’atı onun kadar canlandıran başka bir şair gösterilemez. Gene Süleyman Nazifin dediği gibi Peygamber Davudun elinde balmumu haline geldiği söylenen demir neyse Akifin elinde de kelime odur. Şu farkla ki Davuda atfedilen kudret muhayyeldir, Akifin kelimelere istediği şekilde ahenk verdiği muhakkaktır. İlh…” (M. Turhan Tan, “Kaybettiğimiz Büyük Adam”, Cumhuriyet, 29.12.1936, s. 3)
Âbidin Dâver: “İstiklâl Marşı, İstiklâl Harbi’nin mânevî cephesinde yapılmış büyük ve muzaffer bir taarruzdu”
Evleviyetle denizcilik hakkındaki makâle ve kitablarıyle takdîr kazanan, fıkralarını Cumhuriyet’te uzun seneler “Hem Nalına, Hem Mıhına” köşe başlığı altında neşreden gazeteci, muallim, meb’ûs Âbidin Dâver (İstanbul, 1886 – a. y., 8.2.1954, Edirnekapısı Şehîdliği Mez.), yine aynı köşede “İstiklâl Marşı Şairinin Ölümü Karşısında” başlığıyle kaleme aldığı fıkrasında, (Kemalist Propagandanın unutturduğu) büyük bir hakîkati hatırlatıyor: Mehmed Âkif, İstiklâl Harbi’nin mânevî cephesini temsîl ediyordu ve bu cihetten zaferin kazanılmasındaki hissesi pek büyükdür. Bu meyânda, onun şiir san’atindeki kudretini takdîr edemiyen bâzı münek̆k̆idleri pek haksız buluyor:
“İstiklâl marşı şairi Mehemd Akif öldü. Onun ölüm haberini duyar duymaz, İstiklâl marşının İstiklâl Harbinde, yüreklerimizdeki imanı nasıl kuvvetlendirdiğini hatırladım. İstiklâl marşı, İstiklâl Harbinin manevî cephesinde yapılmış büyük ve muzaffer bir taarruzdu. O zaman, Millî Mücadelenin mutlaka zaferle neticeleneceğine inanmış olanlar, yani sağlam iman sahibleri bile İstiklâl marşından yeni bir manevî kuvvet almışlardı.
“Sakarya meydan muharebesine tekaddüm eden Kütahya – Altıntaş – Eskişehir muharebelerinin ümidsiz gibi görünen günlerinde, İstiklâl marşının mısralarını, kıt’alarını şerhederek yazarken Akifin çelik sözleri, imanımı arttırdı.
“Mehmed Âkif, İstiklâl Harbi’nin mânevî cephesinde dövüşen kahramanlardan biridir”
‘Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın!
Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın!
Doğacaktır sana vâdettiği günler Hakk’ın,
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın!’
kıt’ası, bilhassa o zaman ne canlı, ne kuvvetliydi. Şair mehmed Akif, yürekleri çelikleştiren İstiklâl marşını yaratmak suretile İstiklâl Harbinin manevî cephesinde dövüşen kahramanlardan biri olmuştur.
“Arûz vezni, Âkif’in elinde, her şekle giren sihirli bir oyuncak olmuştur”
“Şiir ve edebiyatla daha fazla meşgul olduğum zamanlarda, onun Safahatı hakkında bazı tenkidler okumuştum. Bu münekkidler, Mehmed Akif şair değil; nâzımdır; derlerdi. Onun hakkındaki bu iddianın ikinci kısmı doğru, birinci kısmı yanlıştı. Aruz vezni, Akifin elinde, her şekle giren sihirli bir oyuncak olmuştur. Hani, lâstik top, tabak gibi bazı aletleri havaya fırlatarak hiç düşürmeden bin marifet yapan hünerbazlar vardır, işte merhum Akif te aruz veznile ve kelimelerle böyle harikalı oyunlar yapan bir san’atkârdı. Fakat, onun yalnız nâzım tarafı değil; şair tarafı da çok kuvvetliydi. Kartal köyünü anlatan parçası nâzımlığının büyük kuvvetini gösterirse,
‘Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!’
beytile başlıyan ve Çanakkale şehidlerini tebcil eden parçası da şairliğinin yüksek kudretini isbat eder.
“İstiklâl Marşı, hiçbir babayiğit tarafından benzeri yazılamıyan, alev gibi bir şiirdir”
“Mehmed Akifin en büyük meziyeti, her mısraını inanarak yazmış olmasındadır. Onun içindir ki meselâ İstiklâl marşı, hiçbir babayiğit tarafından benzeri yazılamıyan, alev gibi bir şiirdir.
“Mehmed Akif, şair değildir, diyenlerin karşısında Çanakkale şehidlerile İstiklâl marşı, ölmez bir abide gibi yükselmektedir.
‘Cânı, cânânı, bütün vârımı alsın da Hüdâ,
Etmesin, tek, Vatanımdan beni dünyâda cüdâ!’
diyen şair, bir müddet vatancüda yaşadıktan sonra, nihayet en büyük emeline kavuşmuş, son nefesini vatanında vermiş, vatanının toprağına gömülmüştür.
“Mehmed Akif öldü; fakat İstiklâl marşı şairi, yarattığı ölmez İstiklâl marşı gibi ebedî bir hayata mazhar olarak yaşıyacaktır.” (Âbidin Dâver, “Hem Nalına, Hem Mıhına: İstiklâl Marşı Şairinin Ölümü Karşısında”, Cumhuriyet, 29.12.1936, s. 3)
Peyami Safa’nın hissiz ve sathî fıkrasındaki bir hakîkat
Kemalist muharrir Peyami Safa da, 30 Aralık 1936 târihli fıkrasında, Mehmed Âkif’i bahis mevzûu etmektedir. Mahmed Âkif’inkine ne kadar zıd bir şahsıyete mâlik olduğunu ifşâ edercesine, hissiz, sığ, yavan bir fıkra! Onun fıkrasından, sâdece, dolaylı olarak, Kemalist Totaliter Rejimin Mehmed Âkif düşmanlığını ifşâ eden şu müşâhedesi nakledilmiye değer:
“…Türkiye, on sene içinde, İstiklâl şairini unutmuştu. Akıbeti gözönünde olan hastalığında bir Mısırlıdan başka ona tek bir Türkün yardım eli uzanmadı, bilâkis bazı gazetelerde, aleyhine yazılar çıktı.” (Peyami Safa, “Hâdiseler Arasında: Mehmed Akif”, Cumhuriyet, 30.12.1936, s. 3)
Mehmed Âkif hakkında Yalman’ın ve Sertel’lerin Tan gazetesinin neşriyâtı
1936’da, Ahmet Emin Yalman, Sertel’ler ve Halil Lûtfü Dördüncü arasındaki ortaklık devâm ediyordu. Gazetenin başmuharriri, Yalman’dı. Ömer Rıza Doğrul, Gazetenin 2. sayfasında, “Siyaset Âlemi” sütûn başlığı altında, hâricî âlemle alâkalı günlük fıkralar yazmaktaydı. Bir dîğer günlük fıkra muharriri de, “Felek” başlıklı sütûnda yazan Burhan Felek’di.
Mehmed Âkif’in vefât haberi, 28 Aralık 1936 târihli Tan’ın birinci sayfasının sağ tarafında, ortada, tek sütûn, birkaç satırla başlıyor, 10. sayfada yarım sayfalık tek sütûnla devâm ediyordu. Birinci sayfadaki habere, Rahmetlinin hasta yatağında çekilmiş küçük bir resmi dercedilmişti. Haberde, kısaca hastalığından, son ânlarından ve hayâtından bahsediliyor.
Bu nüshada, bütün sütûnlara yayılan manşet haberi: “Alman Filosu İspanyaya Gidiyor” şeklindedir. Üç sütûnluk haber: “Heyetimiz Atinada üç gün temaslar yapacak…” İkişer sütûn ayrılan haberler: “Hatay bayrağı dalgalandı…” “Karakış başladı…” “Kral Edvard’la Madam Simpson’un aşk maceraları…” v.s.
Bir sonraki nüshada, cenâze haberine bu def’a birinci sayfanın alt köşesinde iki sütûn yer ayrılmış ve cenâze alayının bir fotoğrafı konulmuştur. Kadirşinâs bir kalemden çıkan haber, 10. sayfada, yine bir fotoğrafla, iki sütûn üzerinden başlıyor, tek sütûnla, sayfanın sonuna kadar devâm ediyor. Verilen bâzı mâlûmât dîğer gazetelerde yoktur:
“İki genç, tabutun önünde Üniversite Edebiyat Fakültesi talebe kurumunun çelengini taşımıştır.
“Cenazeyi, ekseriyetini gençler teşkil eden büyük bir cemaat takip etmiştir. Fatih semtinde de bazı mektep talebeleri yollara dizilerek, Akif merhumun cenazesini saygı ile karşılamışlardır.
“Cenaze, Beyazıt – Şehzadebaşı – Fatih – Edirnekapı caddesinden geçerken, halk, şapkasını çıkararak son hürmet eserini göstermiştir.