Lozan’ın Sessiz Sayfası: Kürtler

  • Konbuyu başlatan Admin
  • Başlangıç tarihi
A

Admin

Yönetici
Yönetici
“Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası, Kürt halkını anayasal vatandaşlıktan kültürel görünmezliğe sürükleyen tarihsel bir kırılmaydı. Bugün PKK’nın fesih kararı konuşulurken, yüz yıl önce atılan bu temellerle yüzleşmeden gerçek bir birlik ve kardeşlik inşa edilemez.” Lozan Barış Antlaşması, 24 Temmuz 1923’te imzalandığında, dünya savaşlardan yorgun düşmüş; Anadolu halkı ise yeni bir devletin eşiğinde umutla bekliyordu. Ancak bu antlaşma sadece sınırları, kapitülasyonları ve borçları değil; aynı zamanda bu coğrafyanın halklarının kaderini de çizdi. Türklerle birlikte bu ülkenin asli kurucu unsurlarından biri olan Kürt halkı içinse Lozan, uzun bir inkâr ve asimilasyon döneminin başlangıcı oldu. Lozan’da Kürtler: Görünmeyen Millet Lozan’da Türk heyeti, özellikle İsmet Paşa liderliğindeki temsilciler, Türkiye’nin “tek millet” temelli bir ulus-devlet olarak tanınmasını istedi. Bu anlayış, Osmanlı’nın çok milletli yapısından bilinçli bir kopuştu. Kürtler, Lozan’da etnik veya kültürel bir topluluk olarak hiçbir şekilde tanınmadı. Oysa aynı günlerde Batı Trakya’daki Müslümanlar ve Yunanistan’daki Türk azınlık hakları detaylıca konuşuluyordu. Ermeniler ve Rumlar için azınlık statüsü tanınırken, Kürtlere dair tek bir cümle dahi kurulmadı. Bu, bir tesadüf değil, yeni rejimin bilinçli bir tercihiydi. Çünkü Kürtler “azınlık” değil, bu toprakların asli halkıydı. Ama bu gerçek bile yok sayıldı. Lozan sonrası hazırlanan 1924 Anayasası da, “Türkiye halkı”nı sadece “Türk” olarak tanımlayarak, çok dilli, çok kültürlü Anadolu’nun ruhunu anayasal olarak tasfiye etti. 1924 Anayasası ve Asimilasyonun Hukuki Zeminleri 1924 Anayasası’yla birlikte “vatandaşlık bağı” yerine “etnik Türklük” temelli bir yurttaşlık anlayışı geliştirildi. Anadili Kürtçe olan milyonlarca yurttaş artık “Türk” sayılıyor, ancak kendi dilinde eğitim, yayın, hatta ibadet yapma hakkından yoksun bırakılıyordu. Bu dönemde; • Kürt isyanları bastırıldı, • Kürtçe konuşmak yasaklandı, • Yerleşim yerlerinin isimleri değiştirildi, • “Vatandaş Türkçe konuş” kampanyaları düzenlendi. Bütün bu süreç, Kürt halkında hem bir kimlik bilinci uyandırdı hem de zamanla ayrışma eğilimlerini tetikledi. 1940’lardan 1980’lere kadar Kürt meselesi neredeyse tamamen “güvenlik” ve “bölücülük” meselesi olarak kodlandı. Ne zaman ki 1980 darbesiyle birlikte toplumsal baskılar zirveye çıktı, bu defa sahneye silahlı örgütler çıktı. PKK da tam bu ortamda, 1984’te ilk silahlı eylemini yaparak sahneye çıktı. Ancak 40 yıl süren bu süreçte binlerce can kaybedildi. Devletin demokratik açılım ve çözüm çabaları zaman zaman sonuç verse de, tam anlamıyla başarıya ulaşamadı. Nihayetinde bugün, PKK’nın kendini feshetme kararı alması, sadece bir örgütün değil, bir dönemin kapanmasıdır. PKK’nın feshini, sadece askeri bir başarının sonucu olarak değil; sosyolojik ve tarihsel bir yüzleşme olarak da okumalıyız. Bugün Kürt halkının büyük bir kısmı, “silahla değil siyasetle çözüm” fikrini benimsemiş durumda. Bu, Türkiye’nin geleceği adına büyük bir fırsattır. Ancak burada devletin sorumluluğu da büyüktür. Lozan’dan beri ötelenen hakların, şimdi tanınması gerekir. Anadil hakkı, kültürel özgürlükler, eşit yurttaşlık ilkesi; sadece Kürtler için değil, bu ülkenin demokratik standardı için hayati önemdedir. Tarihle Yüzleşmeden Geleceğe Bakılamaz Lozan’ın yarım bıraktığı kardeşliği; bugün yeniden inşa etmek, hepimizin borcudur. Türk-Kürt ilişkileri yeniden bir eşitlik temelinde tanımlanmalıdır. Lozan’da silinen isimler, bugün özgürce yaşamalıdır. Cumhuriyet, bir halkın yok sayılması üzerine değil; tüm halkların birlikte var olmasıyla anlamlı olur. Bugün bir dönemin sonuysa, yarının ilk cümlesini şu soruyla yazmak gerekir: Artık sadece “Türk” müyüz, yoksa birlikte “Türkiye” miyiz?
 
Geri
Üst