A
Admin
Yönetici
Yönetici
Hindistan ile Pakistan arasında Keşmir üzerinden yaşanan tarihsel gerilim, son çatışmalarla birlikte yeni ve tehlikeli bir aşamaya evrildi. Keşmir’in Hindistan kontrolündeki bölgesinde yaşanan saldırının ardından Hindistan’ın Pakistan’ı suçlaması ve füze saldırılarıyla misilleme yapması, iki nükleer gücün yeniden savaş eşiğine gelmesine neden oldu. Sınır hattındaki askeri hareketlilik, hava sahalarının karşılıklı kapatılması, büyükelçilerin geri çağrılması ve sert açıklamalar, bölgedeki gerilimin sadece geçici bir kriz olmadığını, kontrolsüz bir savaşa dönüşme riski taşıdığını gösteriyor. Keşmir meselesi, yalnızca iki ülke arasında bir sınır sorunu değil; dini, tarihi ve stratejik boyutları olan bir ihtilaftır. Her iki ülkenin de Keşmir üzerindeki iddiaları halk nezdinde güçlü milliyetçi duygularla besleniyor. Bu nedenle siyasetçilerin iç kamuoyuna karşı da uzlaşmacı bir dil yerine çatışmacı bir tutum sergilemesi kaçınılmaz hale geliyor. Bu durum, diplomatik çözüm yollarını daraltırken askeri seçenekleri öne çıkarıyor. Askeri kapasite açısından bakıldığında, Hindistan açık bir sayısal üstünlüğe sahip. Kara, hava ve deniz kuvvetlerinde sahip olduğu insan gücü, tank, uçak ve gemi sayısıyla Pakistan’ın önünde yer alıyor. Ancak bu üstünlük, sahada etkinlik anlamına gelmiyor. Hindistan ordusu içinde ciddi bir sistem entegrasyonu problemi var. Farklı ülkelerden alınan çeşitli silah sistemlerinin birbirine uyumsuzluğu, özellikle hava kuvvetlerinde sorun yaratıyor. Bu durum, savaş alanında hızlı ve etkili manevraları engelliyor. Pakistan ise daha küçük ama daha organize ve disiplinli bir orduya sahip. Hava kuvvetleri, F-16’lar, Çin yapımı JF-17 uçakları ve Türk SİHA’ları ile daha etkin bir yapıya kavuşmuş durumda. Bayraktar TB2 ve Akıncı gibi insansız hava araçları, Hindistan’ın dağınık hava savunma sistemlerine karşı önemli avantajlar sunabilir. Özellikle geniş alanlarda hareket kabiliyeti, keşif ve nokta atışı operasyonları açısından bu SİHA’lar Pakistan için stratejik bir koz haline gelmiş durumda. Donanma alanında Hindistan belirgin biçimde üstün. Uçak gemileri, modern destroyerleri ve denizaltı filosu ile Hint Donanması, açık denizlerde Pakistan’a karşı bariz bir güç dengesizliği yaratıyor. Ancak kara ve hava kuvvetlerinde bu tablo daha dengeli seyrediyor. Pakistan’ın elindeki balistik füzeler, Hindistan’ın iç bölgelerini dahi hedef alabilecek kapasitede. Bu da olası bir savaşta karşılıklı yıkımı garanti altına alan bir caydırıcılık unsuru olarak öne çıkıyor. Krizin askeri boyutunun yanı sıra jeopolitik ve çevresel etkileri de son derece önemli. Hindistan’ın İndus Suları Anlaşması’nı askıya alması, Pakistan için yalnızca diplomatik bir sorun değil, aynı zamanda bir beka meselesi. Ülke nüfusunun büyük bir kısmı İndus Nehri’ne bağımlı yaşıyor. Bu suyun kesilmesi tarımsal üretimi, içme suyu teminini ve genel ekonomik yapıyı çökme noktasına getirebilir. Dolayısıyla bu adım, askeri hamle kadar etkili bir baskı unsuru ve doğrudan savaş gerekçesi olarak görülüyor. Dış politikada ise her iki ülke de yalnız değil. Hindistan, Batı ülkeleriyle ekonomik ilişkileri ve savunma anlaşmaları üzerinden bir güvenlik ağı oluşturmuşken; Pakistan, Çin ve Türkiye başta olmak üzere bölgesel desteklere sahip. Bu durum, krizi yalnızca Hindistan ve Pakistan arasındaki bir mesele olmaktan çıkarıyor. Gelişmeler, Çin’in bölgedeki etkisi, Orta Asya’daki su politikaları ve küresel tedarik zinciri açısından da belirleyici olabilir. Sonuç olarak, Keşmir’de yeniden tırmanan bu gerilim, Güney Asya’nın kaderini belirleyecek kadar ciddi ve kapsamlıdır. Taraflar arasındaki her yeni hamle, yalnızca bir askeri adım değil; aynı zamanda milyonlarca insanın hayatını, bölgesel dengeyi ve küresel güvenliği etkileyebilecek bir kırılmadır. Bu nedenle uluslararası toplum, tarafları soğukkanlılığa ve müzakereye davet etmeli; bu çatışmayı diplomatik yollarla çözmenin yolları aranmalıdır. Zira bir savaşın kazananı olmayacak, ama bedelini bütün dünya ödeyecektir.