A
Admin
Yönetici
Yönetici
Türk halk kültüründe en köklü inanışlardan biri olan nazar, yalnızca bir batıl inanç değil; yüzyıllar boyunca şekillenen toplumsal hafızanın ürünü. 'Nazar insanı mezara, hayvanı kazana koyar' sözüyle özetlenen bu kadim korku, halk arasında hem gündelik yaşamı yönlendiren hem de doğa-insan ilişkisinde merkezi bir yere sahip olan bir inanış sistemine dönüşmüş durumda.
Türk halk kültüründe en köklü inanışlardan biri olan nazar, yalnızca bir batıl inanç değil; yüzyıllar boyunca şekillenen toplumsal hafızanın ürünü. "Nazar insanı mezara, hayvanı kazana koyar" sözüyle özetlenen bu kadim korku, halk arasında hem gündelik yaşamı yönlendiren hem de doğa-insan ilişkisinde merkezi bir yere sahip olan bir inanış sistemine dönüşmüş durumda.
Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Türk Halkbilimi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Adem Öger, nazarın kültürel temellerini ve korunma ritüellerini bilimsel bir perspektiften ele alarak bu yaygın inancı anlamlandırıyor. Ona göre, nazar yalnızca bireysel bir deneyim değil, aynı zamanda toplumsal yapıyı şekillendiren önemli bir korku kaynağı.
MÖ 4000'lere uzanan bir inanç sistemi
Türkçede 'kem göz' anlamında kullanılan nazar, sadece insanlara değil; mala, mülke, hayvanlara, hatta cansız nesnelere zarar verdiğine inanılan 'öldürücü bir bakış gücü' olarak tanımlanıyor. Prof. Dr. Öger, bu inancın tarihini şöyle özetledi:
Alıntı Metni
Öger'e göre bu inanç; bir anda bozulan mutluluk, aniden hastalanan çocuk ya da verimi düşen mahsul gibi açıklanamayan olaylara karşı, geçmişte olduğu gibi günümüzde de bir açıklama ve savunma aracı işlevi görüyor.
Deve yününden öküz kafatasına: Ritüellerin evrimi
Nazarın olumsuz etkilerinden korunmak için Anadolu'da ve Orta Asya’da sayısız yöntem geliştirilmiş. Bu ritüellerin ortak yönü ise doğayla, hayvanlarla ve sembollerle kurulan güçlü bağlar.
Prof. Dr. Öger, göz boncuğundan kaplumbağa kabuğuna, deve yününden köpek kemiğine kadar kullanılan çeşitli nesnelerin, eski Türk mitolojisinde yer alan kutsal anlamlarla beslendiğini belirtti:
Alıntı Metni
Bu sembollerin yalnızca fiziksel koruma aracı değil, aynı zamanda kötülüğü savan 'iyi ruh' taşıyıcıları olduğuna inanılıyor. Coğrafyaya ve dini inançlara göre şekillenen bu uygulamalar, yöreden yöreye farklılık gösterse de özünde aynı korkuya yanıt veriyor: 'Kötülükten korunma ihtiyacı.'
Kurşun dökme: Korkunun şekil değiştirmiş hali
Nazarla ilgili en yaygın uygulamalardan biri de kurşun döktürme. Anadolu’da halk arasında sıkça başvurulan bu yöntem, aslında Orta Asya’da tütsü olarak kullanılan ardıç ağacı uygulamasının yerini Anadolu'da üzerlik bitkisine bırakmasıyla gelişmiş bir gelenek.
Prof. Dr. Öger’e göre, kurşun dökme, kömür söndürme, taş kırma gibi uygulamalar halk arasında 'sağaltma' işlemi olarak kabul ediliyor. Bu da halk kültüründe kötü ruhları uzaklaştırma çabasıyla şekillenmiş sihir-büyüsel işlemler olarak yorumlanıyor.
Korku sadece bireysel değil, kuşaklar arası bir aktarım
Nazar inancı yalnızca kişisel deneyimlerle değil, kuşaktan kuşağa aktarılan anlatılarla da güç kazanıyor. Prof. Dr. Öger bu durumu şöyle açıkladı:
“Nazar ile ilgili anlatıların kuşaktan kuşağa aktarılması, her nesilde nazarın çok etkili bir olgu olduğuna dair güçlü bir korku duygusu yaratıyor.”
Bu aktarım mekanizması, çocukluktan itibaren bireylerin bilinçaltına yerleşerek gündelik hayatı yönlendiren davranış kalıplarına dönüşüyor. Bebeğe muska takmaktan yeni alınan arabaya boncuk asmaya kadar uzanan bu pratikler, aynı zamanda kolektif hafızanın da taşıyıcısı.
Zeynep Deniz Özden: 'Enerji, gözden akar'
Konuya bir diğer yaklaşım ise 'şifacı' olarak tanıtılan Zeynep Deniz Özden’den geliyor. Özden, nazarı bir tür 'negatif enerji bloku' olarak tanımlıyor ve şifa yöntemleri arasında kurşun dökme, üzerlik tütsüsü, sarımsak ve tuz yakma gibi ritüellere yer veriyor. Ona göre bu yöntemler, hem fiziksel hem de ruhsal bir 'tamir' çalışması.
Ayrıca gözün enerjiyi aktaran bir organ olduğunu savunarak, insanların sadece bakışla karşısındakine duygusal anlamda yön verebildiğini belirtiyor. Bu da halk arasında yaygın olan 'kem göz' söyleminin farklı bir dille yeniden yorumlanması anlamına geliyor.
Modern hayatın içinde kadim bir inanç
oğumdan ölüme, ev inşasından düğünlere, hayvan bakımından bağ-bahçe düzenine kadar hemen her alanda nazara karşı alınan önlemler, nazarın yaşam döngüsündeki yerine işaret ediyor. Prof. Dr. Öger’in ifadesiyle, bu inanç sistemi “doğa-insan ilişkisinin merkezinde” konumlanıyor.
Bugün hâlâ evlerin girişinde mavi boncuklar asılıyorsa, bu sadece dekoratif bir unsur değil; geçmişten bugüne taşınan bir korkunun, bir korunma ihtiyacının izidir.
Türk halk kültüründe en köklü inanışlardan biri olan nazar, yalnızca bir batıl inanç değil; yüzyıllar boyunca şekillenen toplumsal hafızanın ürünü. "Nazar insanı mezara, hayvanı kazana koyar" sözüyle özetlenen bu kadim korku, halk arasında hem gündelik yaşamı yönlendiren hem de doğa-insan ilişkisinde merkezi bir yere sahip olan bir inanış sistemine dönüşmüş durumda.
Nevşehir Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Türk Halkbilimi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Adem Öger, nazarın kültürel temellerini ve korunma ritüellerini bilimsel bir perspektiften ele alarak bu yaygın inancı anlamlandırıyor. Ona göre, nazar yalnızca bireysel bir deneyim değil, aynı zamanda toplumsal yapıyı şekillendiren önemli bir korku kaynağı.
MÖ 4000'lere uzanan bir inanç sistemi
Türkçede 'kem göz' anlamında kullanılan nazar, sadece insanlara değil; mala, mülke, hayvanlara, hatta cansız nesnelere zarar verdiğine inanılan 'öldürücü bir bakış gücü' olarak tanımlanıyor. Prof. Dr. Öger, bu inancın tarihini şöyle özetledi:
Alıntı Metni
Öger'e göre bu inanç; bir anda bozulan mutluluk, aniden hastalanan çocuk ya da verimi düşen mahsul gibi açıklanamayan olaylara karşı, geçmişte olduğu gibi günümüzde de bir açıklama ve savunma aracı işlevi görüyor.
Deve yününden öküz kafatasına: Ritüellerin evrimi
Nazarın olumsuz etkilerinden korunmak için Anadolu'da ve Orta Asya’da sayısız yöntem geliştirilmiş. Bu ritüellerin ortak yönü ise doğayla, hayvanlarla ve sembollerle kurulan güçlü bağlar.
Prof. Dr. Öger, göz boncuğundan kaplumbağa kabuğuna, deve yününden köpek kemiğine kadar kullanılan çeşitli nesnelerin, eski Türk mitolojisinde yer alan kutsal anlamlarla beslendiğini belirtti:
Alıntı Metni
Bu sembollerin yalnızca fiziksel koruma aracı değil, aynı zamanda kötülüğü savan 'iyi ruh' taşıyıcıları olduğuna inanılıyor. Coğrafyaya ve dini inançlara göre şekillenen bu uygulamalar, yöreden yöreye farklılık gösterse de özünde aynı korkuya yanıt veriyor: 'Kötülükten korunma ihtiyacı.'
Kurşun dökme: Korkunun şekil değiştirmiş hali
Nazarla ilgili en yaygın uygulamalardan biri de kurşun döktürme. Anadolu’da halk arasında sıkça başvurulan bu yöntem, aslında Orta Asya’da tütsü olarak kullanılan ardıç ağacı uygulamasının yerini Anadolu'da üzerlik bitkisine bırakmasıyla gelişmiş bir gelenek.
Prof. Dr. Öger’e göre, kurşun dökme, kömür söndürme, taş kırma gibi uygulamalar halk arasında 'sağaltma' işlemi olarak kabul ediliyor. Bu da halk kültüründe kötü ruhları uzaklaştırma çabasıyla şekillenmiş sihir-büyüsel işlemler olarak yorumlanıyor.
Korku sadece bireysel değil, kuşaklar arası bir aktarım
Nazar inancı yalnızca kişisel deneyimlerle değil, kuşaktan kuşağa aktarılan anlatılarla da güç kazanıyor. Prof. Dr. Öger bu durumu şöyle açıkladı:
“Nazar ile ilgili anlatıların kuşaktan kuşağa aktarılması, her nesilde nazarın çok etkili bir olgu olduğuna dair güçlü bir korku duygusu yaratıyor.”
Bu aktarım mekanizması, çocukluktan itibaren bireylerin bilinçaltına yerleşerek gündelik hayatı yönlendiren davranış kalıplarına dönüşüyor. Bebeğe muska takmaktan yeni alınan arabaya boncuk asmaya kadar uzanan bu pratikler, aynı zamanda kolektif hafızanın da taşıyıcısı.
Zeynep Deniz Özden: 'Enerji, gözden akar'
Konuya bir diğer yaklaşım ise 'şifacı' olarak tanıtılan Zeynep Deniz Özden’den geliyor. Özden, nazarı bir tür 'negatif enerji bloku' olarak tanımlıyor ve şifa yöntemleri arasında kurşun dökme, üzerlik tütsüsü, sarımsak ve tuz yakma gibi ritüellere yer veriyor. Ona göre bu yöntemler, hem fiziksel hem de ruhsal bir 'tamir' çalışması.
Ayrıca gözün enerjiyi aktaran bir organ olduğunu savunarak, insanların sadece bakışla karşısındakine duygusal anlamda yön verebildiğini belirtiyor. Bu da halk arasında yaygın olan 'kem göz' söyleminin farklı bir dille yeniden yorumlanması anlamına geliyor.
Modern hayatın içinde kadim bir inanç
oğumdan ölüme, ev inşasından düğünlere, hayvan bakımından bağ-bahçe düzenine kadar hemen her alanda nazara karşı alınan önlemler, nazarın yaşam döngüsündeki yerine işaret ediyor. Prof. Dr. Öger’in ifadesiyle, bu inanç sistemi “doğa-insan ilişkisinin merkezinde” konumlanıyor.
Bugün hâlâ evlerin girişinde mavi boncuklar asılıyorsa, bu sadece dekoratif bir unsur değil; geçmişten bugüne taşınan bir korkunun, bir korunma ihtiyacının izidir.