“İnsan önce ayrılığa yetişir”

A

Admin

Yönetici
Yönetici
Her şey zamansız olur. Birden başlar kalp ağrısı. Birden gider, giden. Zamansızdır. Yağmur ansızın bastırır. Güneş sevindirir birden. Ve umut doğar. Kaderdir bu. Bir bilinmezliktir bu, hikmetin iç içe geçen sırrını çözmek zordur. Zamanı çözmek zor. Acıdır. Hikâye hiçbir zaman umulan şekilde başlamaz ve umulduğu gibi bitmez de. Geceleyin beliren bir ışık gibi çıkıp yolunuza fener olur beklenen her kimse. Her zaman sürprizler olmaz. Gerçi nedir ki sürpriz? Hayır, bir şey var, anlaşılmayan, çözülmeyen bir şey. Belki çözülemeyen belki çözülmemesi gereken ama hissedilip kabullenilmesi gereken bir şey. Kaderin bilinmezliği… Budur belki hikmet, budur belki doğrusu. Ne olursa olsun ama olması gereken bir an önce olsun. İnsanız ya böyle dileriz, böyle olmasını bekleriz. Kim ister ki yol birden bitsin? Kim ister yolda yalnız kalmayı? Neye başlanmışsa, nereye varılmak isteniyorsa hep sürsün istenilmez mi? Ama olmuyor, olmasını isteseniz de olması için çaba gösterseniz de olmuyor. Hayat ne garip değil mi? Yok yok, böylesi daha iyi. Belki böyle böyle alışıyoruz, tanıyoruz kendimizi, dünyayı, insanları… Bizi kendisine çekip de aklımızı kurcalayan, bütün planlarımızı altüst eden bu gizem yok mu, bu gizem? Bir karmaşanın içerisindeymişçesine, binlerce aracın akıp gittiği trafikte yolunu, yönünü bulmaya çalışan insanın telaşı… Şimdi böyle bir hâl ve endişe yüküyle yolumuza devam ediyoruz. Zamansızdır gelişler, gidişler. Ölüm de öyle değil mi? Erken oldu, deriz. Hele hele sevdiğimiz birisi ise yaşı kaç olursa olsun, erken gitti, deriz. İrademizin dışında cereyan eden ne varsa bize zordur. Zamansız olup biten ne varsa zor gelir, üzer. Onarılması mümkün olmayan tahribat açar bu gidişler. İnsan hem güçlü hem çok zayıf. Zamansızlık insanı harap eder. Alışmak da çare değildir. Unutmak ise imkânsız. Zaten imkânsızı yaşama arzusu değil mi ki içimizi yangına çeviren? Yangından da şikâyet değildir bu. Yanmayan olmaz, olamayan sevemez ki. Zamansızdır tüm ayrılıklar. “Böyle sessiz ayrılıklarda/her şey önceden belli olur/en güzel zamanında, aşkın ve hayatın/insan deli olur…” diyordu Turgut Uyar. Çünkü öyle bir bağlılık ve öyle bir sevgi ki ondan ayrı düşmek, onunla iken bile ona özlem duymak delilik değil midir? Zaten delice olanı makbuldür, delice düşünceler, sınırsız ve sonsuz sevmek… Acı soğukların erkenci meyveleri yaktığı gibi yakar zamansız gidişler. Rengi solar, ölgün ve umutsuzdur kalan. Giden, zamansızlık takviminden düşmekle kalmaz ki. Suyu çekilen göldür içi. Bir sıcak gülümseyişle çözülür buzlar. Sese saklanan mana, bakıştaki şifa, kalpteki merhamet, parmaklardan yükselen dua, gözlerde yok olan yorgunluk… Vakit doluyor, ne oluyorsa birden oluyor. Ve Zamansız gelen, zamansız gidiyor. Değil değil! Şöyle diyordu Edip Cansever, “Gitsem de her yerde biraz vardır/Hatırda zamansız bir plak/Bir otel kapısı, biraz istasyon/Vardır o seninle birlikte olmak/Buluşur çok uzaktan ellerimiz/Ve nasıl göz gözeyiz ansızın bir infilak” Şimdi içimizde bir infilakın sesi var, bu ses dolduracak boş dünyayı. Ve Haydar Ergülen gibi demek gerek: “insan önce ayrılığa yetişir, belki sonra bulurmuş”
 
Geri
Üst