A
Admin
Yönetici
Yönetici
İmanın, insana faydaları saymakla bitmez. Biz inşaallah, bu yazı serisinde imanın temel faydalarından birkaçını maddeler hâlinde incelemeye çalışacağız:
1- Mümin, kendisiyle barışık olarak yaşar: Yani kişi, iman sayesinde kendisiyle uyumlu ve barışık olur. Kendisiyle barışık olmak, kişinin kendi durumunu olduğu gibi kabul etmesidir. Başka bir ifadeyle; kişinin kaderine râzı olması ve hâlinden memnun olmasıdır. Bu duygu, insanın kendisini hem zihinsel hem de duygusal olarak huzurlu hissetmesine yardımcı olur. Kendisiyle barışık olan insan, strese karşı daha dirençli olur ve hayattan daha fazla haz alır. Zaten mutluluk da; kişinin kendi durumunu kabullenmesi, kendisiyle uyumlu olması ve hâlinden memnun olması, değil midir.
İnsanın, doğuştan getirdiği bazı fıtrî duyguları vardır ki, bu geçici dünyada tatmin edilmesi mümkün değildir. Bu tür fıtrî duyguların tatmini, ancak âhiret hayatıyla mümkündür. Mesela insanın yaradılışında bulunan ebedî yaşama arzusu, ancak ölümden sonraki âlemle mümkündür. Evet insan, fıtraten yokluktan hoşlanmaz ve ebedî olarak var olmak ister. Dolayısıyla ölmek, onu en büyük korkusudur.
İşte bu şekilde mümin, imanı sayesinde ölümü, kendisini bekleyen en büyük felaket olmaktan çıkarıp yeni ve ebedî bir hayatın kapısı olarak görür. Böyle düşünen bir insan, ölümden fazla korkmaz, dolayısıyla ölüm sebebiyle üzülüp strese girmez. Ayrıca bu telakki, onun doğasında bulunan ölümsüzlük duygusunu da tatmin eder.
Şayet ebedî yaşama ümit ve beklentisi olmasaydı, insanlar çıldırırlardı. Âhiretin mevcudiyeti kabul edilince de yaşam iyilik, hayır ve hasenattan; dünya da güzel ahlakın kemalinden, saadet ve faziletten, sonsuz bir kutsiyetin yükseldiği bir yerden ibaret olur. Çünkü âhirette mutlu ve mesut olmak, dünyada yapılan iyiliklere, hayır ve hasenata bağlıdır.
Ölüm korkusu, nasıl insanın en temel korkusu ise, ölümsüzlük de onun en temel arzusudur. Bir olgu olarak ölümün evrenselliği ne kadar gerçekse, ölümsüzlük isteği de o ölçüde evrensel bir hakikattir.
İnsanın değeri, âlemin kendisi için var olmasıyla ortaya çıkar. Çünkü âlem büyük insan; insan da küçük âlemdir. İnsan için yaratılan âlemin mükemmel olması gibi, insan da mükemmel bir canlıdır ve ebedî yaşama arzusuna sahiptir. Çünkü yokluk, bir eksikliktir. Ölümsüzlük de mükemmel olmak için gerekli olan bir kriterdir. Bu sebepten olacak ki tarih boyunca insan, ebediyen yaşama istek ve arayışını hep sürdürmüştür.
Kişi neden yaşlanır? Niçin ölür? Niye kendisi öldükten sonra da bu âlem yaşamaya devam eder? İşte bu sorular, insanın ruhunu içten içe kemirir. Bu sorular cevap bulmadığı sürece, bu psikolojik problemi halletmek imkânsızdır. İnsan, bu ve benzeri suallerin sebep olduğu sıkıntılardan sadece iman sayesinde kurtulabilir. İşte mümin, kendisinden sonrakilerin de ebedî olmadıklarını, onların da mutlaka bir gün öleceklerini bilir. Ayrıca öldükten sonra ebedî bir hayatın başlayacağına inanır ve bu şekilde rahatlar.
Ölümü ve sonrasını da içine alan bir bakış açısı; inanan insanları, hedefleri ve görevleri belli olan bir yaşam tarzına sahip kılmakla, hayatla barışık ve uyumlu hâle getirmektedir. âhiret inancı; hastalık, bir yakının ölümü, doğal felaketler, sakatlık, yaşlılık gibi dramatik olayların yol açtığı acı ve sıkıntılarla başa çıkmada güçlü bir telafi ve teselli vasıtasıdır. Her davranışının hesabını Allah’ın huzurunda vereceği bilgi ve inancına sahip olan kişi, davranışlarını içsel bir kontrole tabi tutar ve derin bir sorumluluk duygusuyla hareket eder.
Âhirete inanan insan; dünya hayatında ölçülü ve tutarlı hareket eder. Kin, haset, düşmanlık, nefret gibi duygularını törpüler. Affetme, bağışlama, hoş görme gibi duygularını geliştirir. Kendisi, âilesi, çevresi ve toplumu ile barışık olarak yaşar. Belâ ve musibetler karşısında sabırlı ve fedakârca davranır. Huzur ve mutluluğu; servet, şöhret, kudret, şehvet gibi fâni yani geçici şeylerde değil, Allahü Teâlânın rıza-i bârisinde arar…
(Devamı haftaya…)
1- Mümin, kendisiyle barışık olarak yaşar: Yani kişi, iman sayesinde kendisiyle uyumlu ve barışık olur. Kendisiyle barışık olmak, kişinin kendi durumunu olduğu gibi kabul etmesidir. Başka bir ifadeyle; kişinin kaderine râzı olması ve hâlinden memnun olmasıdır. Bu duygu, insanın kendisini hem zihinsel hem de duygusal olarak huzurlu hissetmesine yardımcı olur. Kendisiyle barışık olan insan, strese karşı daha dirençli olur ve hayattan daha fazla haz alır. Zaten mutluluk da; kişinin kendi durumunu kabullenmesi, kendisiyle uyumlu olması ve hâlinden memnun olması, değil midir.
İnsanın, doğuştan getirdiği bazı fıtrî duyguları vardır ki, bu geçici dünyada tatmin edilmesi mümkün değildir. Bu tür fıtrî duyguların tatmini, ancak âhiret hayatıyla mümkündür. Mesela insanın yaradılışında bulunan ebedî yaşama arzusu, ancak ölümden sonraki âlemle mümkündür. Evet insan, fıtraten yokluktan hoşlanmaz ve ebedî olarak var olmak ister. Dolayısıyla ölmek, onu en büyük korkusudur.
İşte bu şekilde mümin, imanı sayesinde ölümü, kendisini bekleyen en büyük felaket olmaktan çıkarıp yeni ve ebedî bir hayatın kapısı olarak görür. Böyle düşünen bir insan, ölümden fazla korkmaz, dolayısıyla ölüm sebebiyle üzülüp strese girmez. Ayrıca bu telakki, onun doğasında bulunan ölümsüzlük duygusunu da tatmin eder.
Şayet ebedî yaşama ümit ve beklentisi olmasaydı, insanlar çıldırırlardı. Âhiretin mevcudiyeti kabul edilince de yaşam iyilik, hayır ve hasenattan; dünya da güzel ahlakın kemalinden, saadet ve faziletten, sonsuz bir kutsiyetin yükseldiği bir yerden ibaret olur. Çünkü âhirette mutlu ve mesut olmak, dünyada yapılan iyiliklere, hayır ve hasenata bağlıdır.
Ölüm korkusu, nasıl insanın en temel korkusu ise, ölümsüzlük de onun en temel arzusudur. Bir olgu olarak ölümün evrenselliği ne kadar gerçekse, ölümsüzlük isteği de o ölçüde evrensel bir hakikattir.
İnsanın değeri, âlemin kendisi için var olmasıyla ortaya çıkar. Çünkü âlem büyük insan; insan da küçük âlemdir. İnsan için yaratılan âlemin mükemmel olması gibi, insan da mükemmel bir canlıdır ve ebedî yaşama arzusuna sahiptir. Çünkü yokluk, bir eksikliktir. Ölümsüzlük de mükemmel olmak için gerekli olan bir kriterdir. Bu sebepten olacak ki tarih boyunca insan, ebediyen yaşama istek ve arayışını hep sürdürmüştür.
Kişi neden yaşlanır? Niçin ölür? Niye kendisi öldükten sonra da bu âlem yaşamaya devam eder? İşte bu sorular, insanın ruhunu içten içe kemirir. Bu sorular cevap bulmadığı sürece, bu psikolojik problemi halletmek imkânsızdır. İnsan, bu ve benzeri suallerin sebep olduğu sıkıntılardan sadece iman sayesinde kurtulabilir. İşte mümin, kendisinden sonrakilerin de ebedî olmadıklarını, onların da mutlaka bir gün öleceklerini bilir. Ayrıca öldükten sonra ebedî bir hayatın başlayacağına inanır ve bu şekilde rahatlar.
Ölümü ve sonrasını da içine alan bir bakış açısı; inanan insanları, hedefleri ve görevleri belli olan bir yaşam tarzına sahip kılmakla, hayatla barışık ve uyumlu hâle getirmektedir. âhiret inancı; hastalık, bir yakının ölümü, doğal felaketler, sakatlık, yaşlılık gibi dramatik olayların yol açtığı acı ve sıkıntılarla başa çıkmada güçlü bir telafi ve teselli vasıtasıdır. Her davranışının hesabını Allah’ın huzurunda vereceği bilgi ve inancına sahip olan kişi, davranışlarını içsel bir kontrole tabi tutar ve derin bir sorumluluk duygusuyla hareket eder.
Âhirete inanan insan; dünya hayatında ölçülü ve tutarlı hareket eder. Kin, haset, düşmanlık, nefret gibi duygularını törpüler. Affetme, bağışlama, hoş görme gibi duygularını geliştirir. Kendisi, âilesi, çevresi ve toplumu ile barışık olarak yaşar. Belâ ve musibetler karşısında sabırlı ve fedakârca davranır. Huzur ve mutluluğu; servet, şöhret, kudret, şehvet gibi fâni yani geçici şeylerde değil, Allahü Teâlânın rıza-i bârisinde arar…
(Devamı haftaya…)