İç cephenin tahkimi

A

Admin

Yönetici
Yönetici
İç cephenin tahkimiya da “dışarıdan gelebilecek her türlü saldırıya karşı içeride güçlü bir cephe oluşturma” kavramı, her ne kadar bizim aklımıza ancak dış tehlikenin arttığı zamanlarda gelse de, her ülkenin güvenlik ve savunma birimlerinin aklından hiç çıkmaz. Hemen her siyasal, ekonomik, (hatta kültürel) hadisenin dışarıya bakan bir “iç cephe” boyutu vardır. Nitekim, PKK’nın kurucusunun örgütü feshetme ve silah bırakma çağrısı ve bunun örgüt yöneticileri tarafından kabul edilmesi, siyaset ve medya çevreleri tarafından bu bağlamda ele alındı ve yorumlandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Milli Savunma Üniversitesi mezunu subaylara hitap ederken, ”İç cepheyi tahkim için tarihi adımlar atıyoruz” dedi; verdiği örneklerin başında, “Terörsüz Türkiye” başlığı altındaki gelişmeler vardı. Erdoğan, iç cephenin tahkimi kavramına “içeriye ait” beklentilerini sıralayarak örnek verdi:

“Türk’üyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla geniş coğrafyamızda merkezinde zulmün ve çatışmanın değil, inşallah istikrarın, adaletin, özgürlüğün ve işbirliğinin olduğu yepyeni bir sayfa açacağız.”

“İç cephe” kavramının önemine, nasıl tahkim edilerek güçlendirileceğine eski-yeni bir çok siyaset bilimi ders kitabından da örnekler verebiliriz; ki hemen hepsi, istikrar, dayanışma (tesanüt) ve adalet (ki bu güven ve huzurun artması aracı olarak belirtiliyor) ögelerine dayanıyor. Neden dayanışma? Çünkü karşınızdaki özellikle dış tehdit ise, halkınızın, ülkenizin, ulusal çıkarlarınızın hedef alınacağı bellidir; bu saldırılara ancak gönüllü bir dayanışma ve ortak cephe ile karşı koyabilirsiniz.

Şu anda, karanlıklarda gizli hesaplar yapanlar vardır; ama gün ışığında Türkiye’nin toprak bütünlüğüne bile kastedeceğini gizlemeyen bir İsrailli bakan, bir siyonist İsrail milletvekili, bir Neocon’cu eski ABD senatörü varsa, iç cephenin tahkiminde en acil sorunun Gazze meselesi, dolayısıyla İsrail olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye’de, sayısal olarak olmasa bile, tarihsel ve güncel olarak sosyal-kültürel ciddi öneme sahip bir Musevi azınlık vardır. Bu yurttaşlarımızın, Türkiye’nin anti-Semitik bir tutumu olmadığına, ilk gününden beri İsrail’in varlık hakkına saygısına, dolayısıyla şu anda Gazze’de işlenen insanlık suçlarına, savaş suçlarına, soykırımına yükselen tepkisinin, sadece din kardeşliğiyle değil, insanlıkla, haklılıkla, doğrulukla açıklanacağına tanıklık etmesi çok ama çok değerli bir tutum olacaktır.

Türkiye Hahambaşılığı, Karay’lar hariç bütün Musevilerin dinî önderinin yönettiği bir kurumdur; papalık ya da patrikhane gibi ruhani bir makam olmamakla birlikte, Sultan II. Mahmut’tan bu yana “tanınan” bir liderlik makamıdır. Bu kurumun Gazze’deki insanlık suçlarını kınayan açıklamaları olmakla birlikte, bunların üzerinden epey bir zaman geçtiği gibi, bu arada siyonistlerin, Musevilik adına işledikleri cinayetler de inanılmaz boyutlara varmış bulunuyor.

Tüm dünyanın insan hakları kuruluşları, tüm ülkelerin Greta Thunberg’leri birleşip yardım konvoyları düzenleseler bile, İsrail’in savaş suçları sanığı olarak Uluslararası Cinayet Mahkemesi tarafından hakkında tutuklama emri çıkartılmış başbakanı Netanyahu üzerindeki etkisi, örneğin Türkiye Hahambaşı’nın düzenleyeceği bir yardım seferi kadar etkili olamaz. Böyle bir girişim, sadece Filistin halkıyla ve onların haklı davası ile dayanışmanın belirtilmesi olarak kalmaz; Türkiye ve bölge üzerinde Büyük İsrail hayalleri kuranlara karşı iç cephe tahkimi başlığı altında da çok önemli bir unsur oluşturur.

Terörsüz Türkiye projesinin bileşenleri, Türkler, Kürtler, Araplar ve bölgemiz Musevileri, Orta Doğuluyuz ve hepimiz Semitik kavimlerin evlatlarıyız; anti-semitizm bizim yanımızdan bile geçemez. Osmanlı’nın Filistin vilayetinin ilk misafirleri olan Musevilere 1800’lerde kapılarını açanlar, Selahaddin Eyyubi’nin torunlarıydı. Türkiye Musevilerinin, bu ev sahipliğini cinayetlerle ve şimdi de soykırımı ile cevaplayanlara karşı çok güçlü bir sesle haykırması çok değerli ve zamanlı bir “iç cephe tahkimi” olacaktır.
 
Geri
Üst