A
Admin
Yönetici
Yönetici
Hukuk denince çoğumuzun aklına ilk gelen şey adalet olur; adaletin biçimi ise kurallardır. Oysa hukuk yalnızca değerler üzerine değil, aynı zamanda yapısal düşünce, sistematik analiz ve mantıksal çıkarımlar üzerine de inşa edilmiş bir disiplindir. Bu yönüyle hukuk, yüzeyde normatif; fakat derinlikte rasyoneldir. Peki bu rasyonellik neye yaslanır? Sadece kanun metinlerine mi, yoksa zihinsel bir sistematiğe mi? Bir hukukçunun karar verirken yaptığı şey gerçekten sadece yorum mudur, yoksa bir tür soyut işlem midir? İşte tam bu noktada matematik devreye giriyor. Evet, hukuk ve matematik ilk bakışta uzak iki alan gibi görünür: biri soyut adaletin peşinde, diğeri somut sayılarla meşgul. Ancak daha yakından bakıldığında, bu iki disiplinin kesiştiği zemin oldukça güçlüdür. Çünkü her ikisi de mantıksal tutarlılık, yapı ve sistem gerektirir. Yargılamanın kendisi bile bir bakıma soyut-matematiksel bir modeldir: Norm, olay ve karar arasında bir denklem kurulur. Hatta bu denklem kimi zaman o kadar karmaşık olur ki, onu çözmek yalnızca bilgiyle değil, güçlü bir muhakeme yeteneğiyle mümkündür. Şöyle soralım: Bir hâkim, somut bir uyuşmazlıkla karşılaştığında nasıl bir yol izler? Önce vakaları analiz eder, sonra normları tespit eder, ardından bu ikisi arasında bağlantı kurar. Bu, bildiğimiz anlamda bir muhakemedir. Ama aslında çok daha fazlası… Bu, aynı zamanda bir soyutlama, genelleme, istisna belirleme ve kıyas yapma sürecidir. Yani bir tür zihinsel işlem dizisidir. Tıpkı matematikte bir problemi çözerken izlenen yol gibi: Verilenleri al, kuralları hatırla, uygula ve sonucu değerlendir. Ben hem matematik öğretmeni hem de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu bir hukukçuyum. Üstelik bu yolu yüksek onur derecesiyle tamamladım. Sıklıkla şu soruyla karşılaştım: “İki alanın ne ilgisi var?” Oysa ben bu sorunun cevabını hem sınıf ortamında hem de mahkeme kararlarında gördüm. Çünkü işin sırrı, düşünce sistematiğinde. Matematik bana soyut kavramları anlamlandırmayı, karmaşık problemleri yapı sökümüne uğratmayı ve çözüm yolları arasında rasyonel seçim yapmayı öğretti. Hukuk ise bu becerileri adaletin hizmetine sunmayı… Delil değerlendirme süreci de benzer biçimde işlev görür. Delil dediğimiz şey, tek başına sonuç doğurmaz. Onu anlamlı kılan, bağlamıdır. Hangi olayla nasıl ilişkilendirildiği, diğer bulgularla nasıl örtüştüğü önemlidir. Bu süreçte hukukçu, adeta görünmeyen bir ağırlık hesabı yapar. Sayısal değildir belki ama mantıksal olarak çok katmanlıdır. Yani delil, yalnızca bir olgunun değil, bir yapının parçasıdır. Bu da bize şunu gösterir: Hukuk, yalnızca kural değil, aynı zamanda bir yapı kurma sanatıdır. Bu bakımdan hukukçudan beklenen yalnızca bilgili olmak değildir. Asıl ihtiyaç duyulan şey, düşünsel çevikliktir. Soyutlama yapabilen, sistem kurabilen, yorumlayabilen, kıyaslayabilen bir hukukçu profili… Çünkü çağdaş hukuk artık sadece "ne söylendiğiyle" değil, "nasıl düşünüldüğüyle" de ilgileniyor. Adalet, ancak bu düşünce derinliğiyle mümkün olabiliyor. Sonuç olarak şunu söylemek gerekir: Matematik ve hukuk birbirinin rakibi değil, düşünsel anlamda tamamlayıcısıdır. Hukukçu, normları uygularken aynı zamanda zihinsel bir model kurar; tıpkı bir matematikçinin soyutlamayla somut sonuca ulaşması gibi. Bu yüzden ben her zaman şunu söylüyorum: “Hukuku anlamak için iyi bir hukukçu olmak yetmez; iyi düşünmek, doğru okumak ve sistem kurabilmek gerekir.” Ve bunlar, en çok matematikte öğrenilir.