Hissikablelvukudan Yola Çıkan Bir Yazı Denemesi-II

  • Konbuyu başlatan Admin
  • Başlangıç tarihi
A

Admin

Yönetici
Yönetici
“Halep oradaysa arşın burada.” Ne ucuz bir yol değil mi, ne zahmetsiz, ne kolay... Kendi mecrasında bir nehir güzelliğiyle akıp giden, bedel ödeyen, çile çeken, üreten, bunu yaparken tarzını ortaya koymak için çalışan insanların eylem ve söylemleriyle bir varlık sahaya sürebildiğini sanmak, kendini başkaları üzerinden ispata çalışmak. Ne basit, onların argümanları, yaraları ile üstelik Rahman’ın adına tutunarak ancak Adil-i Mutlak esmasının tecellisini unutarak gönül karasına ışık çalmak. Sahip olamadığın, özüne varamadığın kelimelerle kalabalıkların duygularını suiistimal etmek. Bir diğerinin emeğinin, birikiminin gölgesinde savaş vermek. Ama ne ağır olmalı kim bilir diğerini göz hapsinde tutmak, tüm duvarlara rağmen ince ince tahlil ve tetkik etmek, farkında olmadan onu yaşamak, onu yaşatmak, nihâyetinde onu hile yoluyla kendine muhatap kılmak. Bir gün onun enerji alanından bütünüyle çıktığını, çıkarıldığını anladığında can havliyle, “susturdum” görüntüsü için aniden, son çaresiz çırpınışa kulaç açmak… 2013’ten bu yana Milat gazetesinde yazıyorum sevgili dostlar. Dile kolay, bu çölleşmeye aday vadide kelimeye gönül verenlere on iki senedir sesleniyorum. Yazı yolculuğuma ilk realist adımım çok öncesine, 2000’li yılların başına tekabül eder. Öğrencilik yıllarımı hiç saymıyorum, dönüp bakıldığında ömrümün yarısından fazlasını kelimeler şekillendirmiş. Özellikle bir kadının aile düzenini tesis ederken sürekli çalışması, okuması, yazması, tanımadığı okul sıralarından gecikmiş bir geç kalmışlıkla geçmesi, gayretini diri tutması kolay değil. Buraya kadar sorun yok ama siz kendi yolunuzu adımlar, kendi yolculuğunuzun hikâyesini yazarken hasta ve zehirlenmiş ruhların tahakkümüne, sokak kavgalarını aratan psikolojik şiddetine, yerlerde sürünen algı düzeyine, içler acısı yorumlarına maruz kalıyorsanız enerji alanınızın duruluğuna gölge düşer. İnanıyorum ki güzel işler yapan pek çok meslektaşım buna maruz kalıyor. Acı tecrübeler sonucu öğrendim; çalıp çırpmadan, kimseye musallat olmadan, insanlara rahatsızlık vermeden dimdik yürüyebilmek; yollar aşındırarak, uykusuz kalarak gönüllere gitmek ağır bir yorgunluk talep eder. O yüzden samimi, saf güzelliğin düşmanı olan kimseler algı yaparak, mağduru oynayarak, en önemlisi çalışana çatarak bir rota oluşturmayı tercih eder. “Öteki”lere kendi gönül âlemlerinden bakar, çok yüzlü, çok rumuzlu çerçevelerden… Hâlık biliyor ya tepeden tırnağa ezberlenseler dâhi o kelimelerin arka planında olgunlaşmayan, acı çekmeyen ruhu kelâm ehli hemen fark eder. En sarsıcı olanı da, boşa geçen, insanlığa zerre hizmeti dokunmayan bir zaman öğütücülüğünün içinde uyuyup uyananların, gayret ehlinin acılarını, yaşanmışlıklarını malzemeye dönüştürürken hezeyanlarına ailelerini, çocuklarını âlet etmeleri, ani patlamalarının ve dökülmelerinin karşısında tutunacak hiçbir şey bulamayınca onları kullanacak hâle gelmeleridir. Hataları ile yüzleştirildiğinde kendilerini usulca sıyırmaları, masumları kalkan eylemeleridir. Kişilerin, yayınevlerinin bu üretim noksanlarından başka işleri yokmuşçasına kendilerini nimetten ilan etmeleridir. Ama algının sevgili dostlar, Yüce Divân’da bir karşılığı yok… Sonra emeğin itibarlı tutulmadığı; edebin, ciddiyetin olmadığı, bir yerde sanat ve edebiyattan bahsedilemez. İnsana, onun hikâyesine, emeğine, gayretine saygısı olmayan, değil sanatın içinde bulunmak, edebiyatın kıyısında köşesinde yer edinemez. Ancak “körler sağırlar birbirini ağırlar” felsefesinin sanal mantalitesi üzerinden kendini tatmin yoluna gider, “görünür” olmaktan medet umar. Geçici gündemlerle bir varlık ortaya koyar. Cehalet kişiyi körleştirir. Onu kendini bilmemeye, bilgisizliği ile yüzleştirildiğinde de inkâra ve edepsizliğe sevk eder. Zira cahilin yaptıklarını izah için makul bir mazereti yoktur. Laf kalabalıklarına sığınır; meseleyi ikinci, üçüncü şahısları da içine alacak bir çekişmeye dönüştürür, hedef gösterir. “Olgunlaşmak” sürecinin imtihanını vermeden olmaya çalışır. Ben bir parçanın, bir şiirin sözlerini bile kendine mâl edebilecek bir içerik taşırken fenalıklarına ortak ettiği masumiyetin suretini, gözyaşları içerisinde cepheye süren, algı yaratan, oyun kuran bir kimse gördüm sevgili dostlar. Ömrünü sanat ve ilim güzelliği ile biçimlendirme gayretinde olanların çirkin bir enerji alanına çekildiklerini çok geç anladıklarını gördüm. Geçenlerde takip ettiğim sayfalardan birinde rastladım; “insan ne kadar donanımlı olursa olsun cahile ve had bilmeze laf yetiştirirken seviyesini yitiriyor ve karşısındakinden farksız görünüyor” demişti. Aldım öptüm cümleyi, cebime koydum. Fakat metnin başında da belirttiğim gibi, bir güzel sükûtun, işe ve içe dönüşün de bedel istediğini unuttum. Yine de söylemeliyim; sezgisinin haklılığıyla yüzleşmek ve zalimi somut çerçevede görmek böyle tökezlemeler talep edebiliyor. Şüphesiz bu demek değildir ki cahile laf anlatabileceğini, hatasını gösterebileceğini düşünen vakarını yolda düşürdüğü için küsmüyor kendisine. Bırakalım o seviyeye inmeyi, sözün ruh, doku ve felsefe uyuşmazlığı yaşayan iki kimse arasında ayağa düşmesi sözü de incitiyor. Yine algı. Yalanın üzerini hiçbir algı örtemiyor. Hayatın garip tecellilerinden sevgili dostlar, yolun önümüzü bazı beraberlikler, yol arkadaşlıkları noktasında en baştan kestiği olur. Bu bazen tevafuk silsilesinin oluşturduğu bir temassızlıktır bazen de sizi durduran, karşıdakine duvar örmenizi sağlayan ondan aldığınız rahatsızlık. Kanaatim odur ki burada da sezgi merkezi gönül, hissikablelvuku ile devreye girer. Zira zamanın karşı tarafın tüm telkin ve yakarışlarına rağmen size tesis ettiğiniz yabancılığı/uzaklığı açıklayacak kudreti vardır. Zaman evet, sizi bu hikmet ve edep yoksullarının seviyesine indirmek pahasına nasıllar ve nedenleri önünüze düşürür. Her şeye rağmen güzeldir insanın cahille amil olduğunda kendine küsmesi. Çünkü ancak kendinden uzaklaşan dışardan aklıselim bir nazarla bakabilir hadiselere, görebilir hakikati. Benim üstatlarımın; edebiyatımın, şiirimin üstatlarının büyük kavgaları olmuşsa da her biri kendi seviyesindekileri muhatap aldığı için soylu ve onurluydu. Kim bilebilir sosyal medyanın eline kalem alıp ortalığa saçılan düzenbazlarını görselerdi, ne derlerdi… Burası da köşeme bırakılan bir not olarak kalsın, belki henüz yola çıkmış bir tecrübenin elinden tutar ve belki de bir gün yeni bir kitabın sayfaları arasına sızar. Selam ile.
 
Geri
Üst