A
Admin
Yönetici
Yönetici
Hac, mevsimi içinde bulunduğumuz şu günlerde kutsal topraklara yolculuklar başladı. Kabe özlemiyle, Peygamber sevgisiyle tutuşan milyonlarca hacı adayını tatlı bir heyecan sardı. Kutsal topraklara gidemeyenler, yıllardır gitmek için gözyaşı dökenler hasret ateşi ile yanıp tutuştu. Onlar ki, yıllardır kendilerini özlem duydukları yerlere götürecek bu en kutlu yolculuğun hayaliyle yaşadı. Bu özlem ve hasret engellenemeyen ve her yıl çoğalarak daha da büyüyen bir duygudur. Gidenler bir daha gitmek ister, doyumu olmaz. Defalarca gitmek bıkkınlık ve yılgınlık vermez, tam aksine o muhabbet, o sevgi daha da artar. Hac, alemlerin Rabbine tam anlamıyla teslimiyettir. İtaatkar ve sadık bir kul olmak için o yüce yola adanmaktır. Yalnızca O’nun hoşnutluğunu kazanmak üzere yola revan olabilmektir. Bu yolculukta gaye, Kabe’nin sahibinin rızasına kavuşmaktır. Aşıkla, maşukun, sevenle sevilenin vuslatıdır Hac. "Rahman’ın misafiri" olarak anılmak, hac yolcusu için ne büyük bir bahtiyarlıktır. Hac, Müslümanlara yanlarına aldıkları takva azığı ile (Bakara, 2/197.) sabır, sevgi, saygı, kardeşlik, vefa, hoşgörü, cömertlik, fedakarlık, diğerkamlık gibi ahlaki güzellikleri kazanma ve yaşama imkanı sunar. Hac, kefen mesabesindeki iki parçalık ihram bezine bürünerek ölümü, ahireti, hesap ve mizanı, kul hakkına saygıyı öğrenmektir. İhrama girmekle sadece elbiselerinden kurtulmaz mümin. Aynı zamanda kin, nefret, öfke ve hasetten de arınır. Dünyevi hırs ve arzularından sıyrılıp sadece Rabbine yönelir. Eşitliği en güzel bir şekilde sergiler. Başı açık yalın ayakla sonsuz güç ve kudret sahibi Rabbinin karşısında hiçbir güç, kudret ve üstünlük vesilesinin bir anlam ifade etmediğini anlar. Ömür boyu her namazda yöneldiği, Kabe birkaç metre ötededir artık. Dünya gözüyle onu ilk defa görmenin, doya doya seyretmenin mutluluğunu ta iliklerine kadar hisseder. Bu mutluluğun ve huzurun tarifi yoktur ki anlatılsın. O anın kalbin derinliklerinde yaşanması ve derinden hissedilmesi gerekir. Gelin Peygamber Efendimiz (sas)’in bu hayranlığı nasıl anlattığını mübarek dilinden dökülen cümlelerde tekrar tefekkür edelim. Peygamberimiz (sas)’in yanında Kabe’nin ayrı bir yeri vardı. Mekke’de geçirdiği günlerde sıklıkla Beytullah’a gider, onu tavaf ederdi. Her fırsatta ona olan sevgi ve hürmetini dile getirirdi. Zira Kâbe, mümini Rabbine yaklaştıran ve gönlü huzurla dolduran müstesna bir mekândı. Kâbe, İslam’ın şeairinden, sembollerinden biriydi. Bütün bunların bilincinde olan Allah Resûlü, yine bir gün Kâbe’yi tavaf ederken şöyle buyurmuştu: "Ey Kabe! Sen ne güzelsin. Senin kokun ne güzeldir. Senin azametine ve saygınlığına hayranım." (İbn Mâce, Fiten, 2.) İnsanların tenlerinin rengine göre ayrıldığı, makam, unvan ve statüye göre değerlendirildiği bir dünyada hac bütün farklılıkları ortadan kaldırır. Takvadan başka bir üstünlük olmadığı gerçeğini bizlere gösterir. Dilleri, renkleri, ırkları, kültürleri farklı olan milyonlarca mümin gönülleri, niyet ve gayeleri bir olarak Rabbine telbiye nidalarıyla şükranını şu şekilde sunar: لَبَّيْكَ اللَّهُمَّ لَبَّيْكَ لَبَّيْكَ لاَ شَرِيكَ لَكَ لَبَّيْكَ إِنَّ الْحَمْدَ وَالنِّعْمَةَ لَكَ وَالْمُلْكَ لاَ شَرِيكَ لَكَ "Buyur Allah’ım buyur! Emrindeyim buyur! Senin hiçbir ortağın yoktur. Allah’ım buyur! Hamd sana mahsustur. Nimet de senin, mülk de senindir. Senin hiçbir ortağın yoktur." (Buhârî, Hac, 26; Müslim, Hac, 19,21.) Kabe’yi tavaf ederken mümin, ilahi takdire boyun eğişin sembolünü icra eder. Rabbi için adeta pervane kesildiğini tüm dünyaya haykırır. Safa ile Merve arasında sa’y eden hacı, Hacer validemiz gibi, koşturarak, kızgın güneşin altında susuzluktan kıvranan biricik İsmail’ine hayat verecek suyu arar. Evlatlarına ve gelecek nesillerimize hayat verecek ahlakı, maneviyatı, hayrı ve hakikati yeşertecek manevi zemzemi bulmaya çalışır. Ümmetin İsmaillerine; çocuklarına ve gençlerine dua ederek, onların istikamet üzere yetişmeleri için gayret gösterir. Kul, Arafat’ta vakfe ile kendini, Rabbini, dünyanın faniliğini bildiğini, idrak eder. Kefen misali elbise, hesabı bekleyişi hatırlatır. Dua ve yakarışların yükselişiyle, rahmeti sonsuz Rabbin affı talep edilir. Arafat vakfesinden sonra bir sel gibi akarak Müzdelife’ye gelen hacılar, buradan Mina’ya geçer. Mina’da şeytan taşlamak, gerçekte kötülüğe sürükleyen işlere meydan okumaktır. Atılan taşlar aslında, Rabbimiz ’in rızasından alıkoyan kibir, gurur, mal- mülk, gönül kirliliği gibi kalbimizi yoran ağırlıklardır. Sevgili Peygamberimiz (sas)’i ve Peygamber Mescidini ziyaret sıradan bir ziyaret değildir. Medine bir özlemdir, hasrettir. Peygamber sevgisi, O’na duyulan muhabbet an ve an Medine’de daha da derinden hissedilir. Zira Peygamber sevgisi bir beşere duyulabilecek en ulvî, en değerli ve en kıymetli sevgidir. Peygambere duyulan özlem, O’nun getirdiği değerlere duyulan hasrettir. Yeryüzünde iyiliği hâkim kılacak, insanlığın kanayan yarasına şifa olacak öğütlerine özlemdir. Hac, nihayetinde Efendimiz (sas)’in "Kim hacceder, kötü söz söylemez ve günah işlemez ise anasından doğduğu gibi günahsız olur." (Buhârî, Hac, 4) nebevi müjdesine erişebilmektir. Hac, Allah’a verilen sözlere, yapılan tövbelere, elde edilen yüce değerlere ömrün nihayetine kadar sadık kalabilmektir. Hac, Kabetullah’a muhabbetimizi ve sevdamızı muhafaza edebilmektir. Ne mutlu bu kutlu yolculuk sonrası verilen sözlere ve tövbelere sadık kalabilenlere. Ne mutlu sevdasına ve muhabbetine sahip çıkabilenlere…