Girit’in gidişi

A

Admin

Yönetici
Yönetici
Osmanlı’nın en zor günleriydi. Rumlar Korakas liderliğinde ayaklanmış, Türk Ordusu diğerleri gibi o isyanı dabastırmıştı. Araya hemen dönemin sözde abileri girdi. İngiltere ile Fransa. Koskoca Girit bu. Hiç Yunanistan’a bırakılır mı? Dediler. Ağzımıza bir kaşık bal çaldılar. Ama hani şöyle küçük bir açılım da şart. Sen hele bir “Umumi Af” ilan et. Bak halk da yoksul. Koskoca Devlet-i Aliye 2 yıl kadarcık vergi almasa ne olur ki? Eee.. Olsun bari. Bi de şey var. Hani Vali var ya! Yardımcılarından biri müslüman, biri Rum olsa. Ne çekiniyorsun canım. Nasılsa Vali’yi sen atayacaksın. Haa. Bi de şu dil meselesi var. Bunlar cahil paşam. Bi şeyden anlamıyorlar. Hiç değilse yazışmalarda Türkçe zorunluluğunu kaldırsak. Ne dersin? -Tamam dedik. Girit Osmanlı’da kalacaksa eğer. İsyan bitti. Türkler rahatladı. Herkes işine gücüne geri döndü. Tabi göstermelik. 1878’de Osmanlı Ruslara yenilince; silahlar yeniden ateşlendi. Türk köyleri basıldı. Evler, tarlalar ateşe verildi. Ordumuz yine isyancıların üstüne yürüdü. Şak. İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya. Hepsi birden arabuluculuğa soyundu. Bu iş böyle yürümez canım. Girit’e özel imtiyazlar tanınsın. Mesela? -Vali sadece Müslümanlardan seçilmesin.Eee.. -Meclis nüfusa oranlansın ( Rumlar 49/31 fazla çıkıyor) -Meclis ve mahkemede Rumca kullanılsın. Eee. Türkçe. Ha onu resmi evraklarda Rumcanın yanında kullanalım bari. Ha! Son bir şey asayişi sağlayan jandarma var ya! O da yerel halktan seçilsin. Çaresiz “tamam” dedik. Yeter ki akan kan dursun. Toprağımız elimizde kalsın. Ee. N’oldu peki? Çok geçmeden. 3. Aşamaya geçildi. 1896’da büyük bir isyan daha patladı. Ada adeta yanıyordu. Silahlı Rum çeteler artık sokak ortasında güpe gündüz müslüman avına çıkıyor, kan gövdeyi götürüyordu. Hanya ve Resmo’da 60 bin Türk kurtarılmayı bekliyordu. Malum ülkeler yine devreye girdi. Önce adaya zıhlılarını yolladılar sonra da İstanbul’a yeni açılım metnini. Bu kez şartlar daha ağırdı. -Vali kesinlikle Hristiyan olacak. -Adada karışıklık çıkması halinde Vali, batıdan asker ve silah yardımı isteyebilecek. -Acil genel af ilan edilecek. -Memurların en az 3’te biri Hristiyan olacak. İstanbul buna da çaresiz” tamam” dedi. Ama bardak taşmıştı. “Bu işi kökünden çözmek lazım” diye düşündü Sultan Abdülhamit. 1897’de Yunanistan’a savaş açtık. Mehmetçik 1 ay gibi kısa bir sürede Yunan Ordusu’nu perişan etti. Askerlerimizin önünde hiçbir kuvvet kalmamıştı. Atina’ya yürüyecektik ki araya malum ülkeler girdi. Türk Ordusu durdu. Müzakereler başladı. Bırakın bir avuç toprağı, savaş tazminatı bile alamadık. Peki Girit’te ne oldu? “Türkler adada Rumları kesecek” diye yaygara kopardılar. Hristiyan Vali Avrupa’dan asker istedi. Sözde barış havarileri adaya asker çıkardı. 1898’de Türk askeri adadan çekildi. 1910’da Girit Meclisi Yunanistan ile birleşme kararı aldı. 1913’te Girit elimizden kuş olup uçtu gitti. Gelelim “Terörsüz Türkiye” meselesine. Bu bayrağa, bu toprağa canıyla, kanıyla bağlı hangi Türk vatandaşı bu slogana karşı çıkabilir ki; elbette barış olsun. Terör dursun. 100 milyon insanımız, bin senedir olduğu gibi barış içinde yaşasın. Şayet amaç kardeşlikse sonuna kadar. Ama peki ya niyet bambaşkaysa? Korkmayın! Ona da devletimiz müsaade etmez.
 
Geri
Üst