A
Admin
Yönetici
Yönetici
Üniversite tercih dönemi, gençlerin yaşamlarında verecekleri en önemli kararlardan birinin eşiğinde oldukları bir zaman dilimi. Gelecekteki mesleklerini, yaşam tarzlarını ve hatta hayallerini şekillendirecek bu seçim süreci, yalnızca bir üniversite ya da bölüm tercihi değil. Aynı zamanda bireyin potansiyelini, ilgi alanlarını ve toplumsal ihtiyaçları dikkate alarak yön çizme çabası. Ancak tercihlerin kişisel arzular kadar, mezuniyet sonrası istihdam olanaklarıyla da örtüşmesi gerektiği günümüzde, bu süreç her zamankinden daha stratejik bir bakış açısı gerektiriyor. Bugünlerde üniversite eğitimi için tercihlerini yapacak olan çok sayıda genç için bu konu son derece önemli.
Türkiye’nin genç nüfusu, demografik bir avantaj olmaktan çıkıp yapısal bir sorunun taşıyıcısına mı dönüşüyor? Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından geçtiğimiz günlerde yayımlanan ve 2024 yılını kapsayan “İşgücü Piyasasında Gençler” araştırması, gençlerin işgücü piyasasındaki performanslarını anlamamıza yardımcı olabilecek veriler sunuyor.
Araştırma sonuçlarına göre, 15-34 yaş arası gençlerde işgücüne katılım oranı yüzde 60.1, istihdam oranı yüzde 52.5 ve işsizlik oranı yüzde 12.7. Eğitimleri sırasında staj veya çıraklık gibi çalışma deneyimi olanların istihdam oranı yüzde 68.6. Buna karşılık, çalışma deneyimi olmayanlarda bu oran yüzde 55.8’dir.
Eğitim ve istihdam
Diğer taraftan, asıl çarpıcı olan bulgu, istihdam edilen gençlerin önemli bir kısmının yaptığı işle eğitimi ya da becerisi arasında uyum bulunmaması. Gençlerin yüzde 32.8’i eğitim düzeyi ile yaptığı iş arasında uyumsuzluk yaşıyor. Yani üç gençten biri, ya aldığı eğitime göre daha niteliksiz işlerde çalışıyor ya da işinin gereklerinden daha fazla bir eğitim düzeyine sahip.
Üniversite mezunlarının dörtte biri, yaptığı işin kendi eğitim seviyesine uygun olmadığını ifade ediyor. Özellikle mesleki veya teknik lise mezunlarının yüzde 32.7’si, kendi işlerinin mezuniyet düzeylerinin altında olduğunu söylüyor. Bu oran, eğitim planlaması ile istihdam stratejileri arasındaki koordinasyonun daha öncelikli ele alınması gerektiğine işaret ediyor.
Eğitimine uygun olmayan işlerde çalışmak, gençlerin motivasyonunu zedeleyebiliyor. Kimi zaman “boşa okumuşum” duygusu, kimi zaman da “potansiyelimi gerçekleştiremiyorum” düşüncesi, iş doyumunu azaltarak tükenmişlik duygularını besleyebiliyor. Bu uyumsuzluk hali, uzun vadede kaygı, amaçsızlık ve hatta depresyon gibi psikolojik sorunlara da zemin hazırlayabiliyor.
Beceriler bağlamında tablo daha da dikkat çekici. Gençlerin yüzde 27.1’i, sahip olduğu becerilerin yaptığı işin gerektirdiğinden fazla olduğunu ifade ediyor. Öte yandan, yalnızca yüzde 2.6’sı becerilerinin iş için yetersiz olduğunu düşünüyor. Bu veri, gençlerin vasıflı ancak yanlış eşleşmiş pozisyonlarda istihdam edildiğini düşündürüyor. Mesleki ve teknik lise mezunlarında bu oranın yüzde 34’e kadar çıkması, bu okulların sanayiyle iş birliği düzeyine dair soru işaretlerini artırıyor.
Okulda işe geçiş
Okuldan işe geçiş sürecinde de bazı sorunlar söz konusu. TÜİK araştırmasına göre, eğitimini tamamlayan ya da yarım bırakan gençlerin yalnızca yüzde 15.7’si ilk işine 6 ay içinde başlayabiliyor. Gençlerin yüzde 21.7’si ise eğitim sonrası üç aydan uzun süreli bir işe hiç başlamamış. Bu gecikme, gençlerde motivasyon kaybı ve işgücü piyasasından uzaklaşma riski yaratıyor.
Bu veriler, sadece bireysel sorunlara değil; aynı zamanda makro düzeyde verimlilik kaybı ve toplumsal fırsat eşitsizliklerinin yeniden üretimi anlamına geliyor. Eğitim politikalarının, sektör dinamikleriyle daha fazla ilişkili olması; mesleki eğitimin niteliğinin artırılması; staj, çıraklık ve işbaşı eğitimlerinin yaygınlaştırılması; gençler için kariyer rehberliği ve geçiş desteklerinin kurumsallaşması artık bir tercih değil, zorunluluk.
Gençlerin sahip olduğu potansiyelin en verimli şekilde değerlendirilebilmesi, ülkenin toplumsal refahı ve ekonomik gelişimi açısından büyük önem taşır. Bu nedenle, gençlerin iyi bir eğitim almaları değil, aynı zamanda edindikleri bilgi ve becerilere uygun alanlarda istihdam edilebilmeleri de hayati bir gereklilik.
Aksi halde, gençler niteliklerinin altında işlerde çalışmak, eğitim alanlarıyla ilgisiz sektörlere yönelmek ya da uzun süre iş bulamamak gibi zorluklarla karşı karşıya kalabilir. Bu durum hem bireylerin motivasyonunu olumsuz etkileyebilir hem de eğitimde yapılan yatırımların toplumsal geri dönüşünü sınırlayabilir.
Türkiye’nin genç nüfusu, demografik bir avantaj olmaktan çıkıp yapısal bir sorunun taşıyıcısına mı dönüşüyor? Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından geçtiğimiz günlerde yayımlanan ve 2024 yılını kapsayan “İşgücü Piyasasında Gençler” araştırması, gençlerin işgücü piyasasındaki performanslarını anlamamıza yardımcı olabilecek veriler sunuyor.
Araştırma sonuçlarına göre, 15-34 yaş arası gençlerde işgücüne katılım oranı yüzde 60.1, istihdam oranı yüzde 52.5 ve işsizlik oranı yüzde 12.7. Eğitimleri sırasında staj veya çıraklık gibi çalışma deneyimi olanların istihdam oranı yüzde 68.6. Buna karşılık, çalışma deneyimi olmayanlarda bu oran yüzde 55.8’dir.
Eğitim ve istihdam
Diğer taraftan, asıl çarpıcı olan bulgu, istihdam edilen gençlerin önemli bir kısmının yaptığı işle eğitimi ya da becerisi arasında uyum bulunmaması. Gençlerin yüzde 32.8’i eğitim düzeyi ile yaptığı iş arasında uyumsuzluk yaşıyor. Yani üç gençten biri, ya aldığı eğitime göre daha niteliksiz işlerde çalışıyor ya da işinin gereklerinden daha fazla bir eğitim düzeyine sahip.
Üniversite mezunlarının dörtte biri, yaptığı işin kendi eğitim seviyesine uygun olmadığını ifade ediyor. Özellikle mesleki veya teknik lise mezunlarının yüzde 32.7’si, kendi işlerinin mezuniyet düzeylerinin altında olduğunu söylüyor. Bu oran, eğitim planlaması ile istihdam stratejileri arasındaki koordinasyonun daha öncelikli ele alınması gerektiğine işaret ediyor.
Eğitimine uygun olmayan işlerde çalışmak, gençlerin motivasyonunu zedeleyebiliyor. Kimi zaman “boşa okumuşum” duygusu, kimi zaman da “potansiyelimi gerçekleştiremiyorum” düşüncesi, iş doyumunu azaltarak tükenmişlik duygularını besleyebiliyor. Bu uyumsuzluk hali, uzun vadede kaygı, amaçsızlık ve hatta depresyon gibi psikolojik sorunlara da zemin hazırlayabiliyor.
Beceriler bağlamında tablo daha da dikkat çekici. Gençlerin yüzde 27.1’i, sahip olduğu becerilerin yaptığı işin gerektirdiğinden fazla olduğunu ifade ediyor. Öte yandan, yalnızca yüzde 2.6’sı becerilerinin iş için yetersiz olduğunu düşünüyor. Bu veri, gençlerin vasıflı ancak yanlış eşleşmiş pozisyonlarda istihdam edildiğini düşündürüyor. Mesleki ve teknik lise mezunlarında bu oranın yüzde 34’e kadar çıkması, bu okulların sanayiyle iş birliği düzeyine dair soru işaretlerini artırıyor.
Okulda işe geçiş
Okuldan işe geçiş sürecinde de bazı sorunlar söz konusu. TÜİK araştırmasına göre, eğitimini tamamlayan ya da yarım bırakan gençlerin yalnızca yüzde 15.7’si ilk işine 6 ay içinde başlayabiliyor. Gençlerin yüzde 21.7’si ise eğitim sonrası üç aydan uzun süreli bir işe hiç başlamamış. Bu gecikme, gençlerde motivasyon kaybı ve işgücü piyasasından uzaklaşma riski yaratıyor.
Bu veriler, sadece bireysel sorunlara değil; aynı zamanda makro düzeyde verimlilik kaybı ve toplumsal fırsat eşitsizliklerinin yeniden üretimi anlamına geliyor. Eğitim politikalarının, sektör dinamikleriyle daha fazla ilişkili olması; mesleki eğitimin niteliğinin artırılması; staj, çıraklık ve işbaşı eğitimlerinin yaygınlaştırılması; gençler için kariyer rehberliği ve geçiş desteklerinin kurumsallaşması artık bir tercih değil, zorunluluk.
Gençlerin sahip olduğu potansiyelin en verimli şekilde değerlendirilebilmesi, ülkenin toplumsal refahı ve ekonomik gelişimi açısından büyük önem taşır. Bu nedenle, gençlerin iyi bir eğitim almaları değil, aynı zamanda edindikleri bilgi ve becerilere uygun alanlarda istihdam edilebilmeleri de hayati bir gereklilik.
Aksi halde, gençler niteliklerinin altında işlerde çalışmak, eğitim alanlarıyla ilgisiz sektörlere yönelmek ya da uzun süre iş bulamamak gibi zorluklarla karşı karşıya kalabilir. Bu durum hem bireylerin motivasyonunu olumsuz etkileyebilir hem de eğitimde yapılan yatırımların toplumsal geri dönüşünü sınırlayabilir.