Futbol ve toplum

  • Konbuyu başlatan Admin
  • Başlangıç tarihi
A

Admin

Yönetici
Yönetici
Pazarda “Ayşe kadın fasulye” olarak bilinen nam-ı diğer yeşil fasulyenin kilosunun yüz doksan dört lira doksan kuruş olmasının futbol sahalarındaki pazarla alakası sadece yeşil renginden ibaret değil. Bu rakamı yetmiş beş kilogram çeken bir futbol yıldızının 75 milyon Euro’ya alıcı bulmasına oranladığımızda, beyefendinin kilosu bir milyon Euro’ya geliyor ki bu hesaba göre fasulye hazretlerinin değerinin halk deyişiyle solda sıfır kaldığı ayan beyan ortada. Demek ki neymiş, öyle durduk yerde hemen her şeyi dert etmeyecekmişiz kendimize. Sizlere- artık karnınızı ne kadar doyuracaksa- “süper star” olarak takdim edilen bir kimliğe çuvalla paraverilmesine bir şey demiyor hatta bir kısmınız bununla, size yaşamınızdaki mağlubiyetleri unutturan büyüklük sarhoşluğunun ayrılmaz parçası olarak gurur duyuyorsanız, yarım kilosu alt tarafı yüz lira bile olmayan fasulyeye hiç laf etmeyeceksiniz efendim. Şaka mı? Şaka elbette, izahı yapılamayan şeyin mizahı yapılır cümlesinden hareketle başladığımız bugünkü yazımızda elimizden geldiği, bilgimizin yettiği ölçüde futbolun toplumla ilişkisini irdelemeye çalışacağız. Kendisini icat edenlerin dahi aklına gelmeyecek derecede farklı anlamları sırtlayarak dünyaya yayılmış futbol, oynandığı toplumların sosyolojik yapılarına göre değişik kılıklara girmeye pek meraklı. Hatta daha da ileri gideyim, neredeyse kanlı canlı bir organizma mübarek. Bulaşsanız bir türlü, bulaşmasanız başka. Merakıma mucip oldu, şöyle ucundan biraz dokunayım dediğinizde neler oluyor biliyor musunuz? Yüzme bilginize güvenle açıldığınız denizin neresinde saklı olduğu bilinmeyen bir girdabın bedeninizi aniden sarmalaması gibi, hızla içine çekiveriyor sizi. Toplumların geri kalmış yahut ileri gitmiş olmaları bu noktada çok önemli olmuyor zira işin duygusal boyutu, başka deyişle sınır tanımayan heyecanları hangi platformda olursa olsun aşağı yukarı birbirine yakın ölçüde dokunuyor insanlara. Asıl mesele futbolun yaşantılara somut anlamda ne denli etki ettiğinde. Gelişmekte olan ülkeler safsatasıyla uyutulan geri kalmışlığın nispeten üst sınırındaki ülkelerde futbol, iyi kötü hala belli bir anlam içerse bile bu durum yine de “cambaza bak” şeklinde özetleyeceğimiz yapısına fazla dokunmuyor. Geri kalmış ülkeler içinse uzun uzadıya tahlile gerek olmadığını düşünüyorum çünkü hepiniz gayet iyi biliyorsunuz ki buralardaki insanlar için futbol, keyif aracı olmaktan çok yaşamla mücadele anlamında. İçlerinden şanslı olanları, eski zaman köle tacirlerinin boyunlarına taktığıkalın halkalı zinciryerine, bu kez boyunlarına güncel sömürüye uygun sarılmış ipek fularlar ve ayaklarının altına serilmiş kendileri için servet, modern dünyanın mal sahipleri içinse “cüz’i maliyet” denen bedellerle bireysel kurtuluşlarını sağlayabiliyorlar. Bunların dışında kalanlar ise zaten içinde yaşadıkları toplumların kendi iç ve dış dertleri yüzünden sabahtan akşama dek aç açına, bilinçsiz bir biçimde oraya buraya dolaştıklarından ötürü, futbol onlar için ya kitlesel bir övünç kaynağı ya da bedava bir uyuşturucu olarak karşımıza çıkıyor. HONDURAS-EL SALVADOR Daha önce de bahsettiğimi hatırlıyorum, Honduras ile El Salvador, özde iki ülke arasında yıllarca göz yumulan gizli göçmenliğin bir ülkeden diğerine taşıdığı ciddi ekonomik sebepler yüzünden, 1970 Dünya Kupası elemelerinde karşılaştıkları bir futbol maçı bitiminde savaşmaya başlamış iki ülke olarak tarihin en çirkin sayfalarından birinde yer almaktalar. Futbol -toplum ilişkisinin bir başka tarihsel örneğini futbol aşığı bir ülke olan Portekiz’den verelim. Vaktiyle bu ülkenin diktatörü Salazar’ın ülkeyi yönetim tarzının araçlarından olan futbol ve futbolun yaşattığı dünyanın fantezileri, aynı mantığı içselleştirmiş yöneticilerin bulunduğu ülkelerde toplumda biriken enerjinin benzer şekilde boşaltılmasını, bağlı olarak ta toplumsal uyuşmayı doğurdukça, sonucun kimileri lehine yarattığı marjinal fayda sebebiyle, işin artık ne geri kalmış ne de gelişmekte olan ülkesi kalıyor. İleri olarak addolunan ülkelerde ise başka bir hikaye var. Her toplumda görülebilecek fanatiklerin mutluluğu dışlayan tavırları dışında futbol, sinema tiyatrobale veya benzeri bir aktivitenin ötesine geçmiyor ve ekranlara baktığımızdainsanları çoluk çocuk bir arada, ellerinde içecekleri ve hoşlarına giden bir aidiyet duygusu eşliğinde, tribünlerde neşeyle şarkı söylerken görüyoruz. Bu noktadan sonra geri kalmışı, ilerlemişi yahut bizim gibi arada sıkışıp kalmış olanlar olsun, toplumları futbolun bünyesindeki “kazanma ve kaybetme ikilemi” penceresinden değerlendirdiğimizde, bu spor dalının bu denli benimsenmesininve hatta dünyadaki izlenilirlik ölçüsüyle baktığımızda, bir anlamda baş tacı yapılmasının gerekçesini giderek daha iyi anlayabiliyoruz. O da şu ki; futbol sahasının yaşamı tanımlayan yapısı ve yemyeşil çimleri, her düşünce yahut katmandan insan için bir toplanma, paylaşma, yarışma, mücadele ve bir şekilde sonuç almayı sağlayan içerikte. Her ne kadar ortak paydanın pay kısımları her toplum için ayrı ayrı değerler üretiyor olsa bile, neticede varılan nokta tek bir şeyi tanımlıyor: Her ne olursa olsun en yalın şekliyle var olmayı hissetmek. İnsan gibi. Bir gol çığlığında var olunuyor evet, ya da yenen bir gole dövünürken akan gözyaşlarında. En kısa yoldan birlik oluveriyor kitleler bu dünyada yahut yok ediliyor bilinçler futbol bahanesi ile. Dostun düşmanın an gelip ortaklaştığı bir dünya içindaha çok şey yazılabilir ancak bendenizinamatör bir yazar olarak sadece bu kadarına gücüm yetiyor. Beğenip beğenmemek size kalmış efendim ama ben kendi payıma doksan dakikalığına da olsa, Ayşe kadın fasulyenin fiyatının yüz doksan dört lira doksan kuruş olduğunu unutmuş olmaktan dolayı çok memnunum.
 
Geri
Üst