A
Admin
Yönetici
Yönetici
Türkiye’de ve dünyada zaman zaman ünlü isimlerin gündemine gelen anoreksiya nevroza, yani kilo almaktan aşırı korkma hali, özellikle ergenler arasında önemli bir sağlık tehdidi haline geliyor. Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Hüseyin Dağ, hastalığın giderek yaygınlaştığını belirterek, özellikle sosyal medyanın yanlış beden algısını pekiştirmesinin bu durumu tetiklediğine dikkat çekiyor. Zayıf Olmasına Rağmen Kilo Almaktan Korkan Hastalar Anoreksiya nevroza, yeme bozuklukları arasında en zorlayıcı tür olarak tanımlanıyor. Prof. Dr. Dağ, bu hastalıkta bireylerin zayıf olmalarına rağmen kilo alma korkusuyla yiyecek tüketimini ciddi şekilde kısıtladığını belirtiyor. Ergenlik çağında, özellikle 13-17 yaş aralığında gözlemlenen bu durumun sosyal hayatı olumsuz etkilediği, hastaların hem fiziksel hem de psikolojik olarak büyük zorluk yaşadığı vurgulanıyor. Kendi bedenlerini kilolu olarak görmelerine rağmen, gerçek durumlarının aksine kilo almaktan kaçınmaları, tedavi sürecini daha da karmaşık hale getiriyor. Sosyal Medyanın Etkisi ve Yanlış Güzellik Algısı Sosyal medya, günümüzde gençlerin beden algısını şekillendiren en önemli faktörlerden biri olarak öne çıkıyor. Prof. Dr. Dağ, sosyal medyada zayıflığın güzellik ile eşdeğer gösterilmesinin, gençlerde yanlış bir standart oluşturduğunu ifade ediyor. Bu durumun ergenlerin kendi bedenlerinden memnun olmamalarına ve sonuçta yeme bozukluklarına yol açtığı belirtiliyor. Ayrıca sosyal medyada anoreksiyayı öven ya da teşvik eden paylaşımların artması, hastalığın görülme sıklığını artıran önemli bir tetikleyici olarak değerlendiriliyor. Erken Tanı ve Multidisipliner Tedavi Gerekliliği Anoreksiyanın tedavisinin zorluğuna da değinen Prof. Dr. Dağ, erken tanının önemine vurgu yapıyor. Hastalığın başlangıç aşamasında fark edilmesi durumunda tedavinin çok daha başarılı olduğunu, ancak ergenlerin genellikle kilo almaktan korkmayı hastalık olarak görmediklerinden tanının geç kalabildiğini ifade ediyor. Tedavi sürecinin diyetisyen, çocuk sağlığı uzmanı, psikiyatrist ve psikolog iş birliğiyle yürütülmesi gerektiği belirtiliyor. Ailelerin ve çevrenin empatik yaklaşımı ise iyileşme sürecinde kritik rol oynuyor. Hastalığın Tetikleyicileri ve Risk Faktörleri Anoreksiya nevrozada genetik faktörlerin etkisi büyük. Ailede benzer hastalık öyküsü bulunması risk oranını ciddi şekilde artırıyor. Bunun yanında aile içi kayıplar, obezite ve yapılan aşırı diyetler hastalığın ortaya çıkmasında etkili olabiliyor. Prof. Dr. Dağ, normal vücut kitle indeksine sahip gençlerin bile diyet yaparken anoreksiyaya yakalanabileceğine dikkat çekiyor. Bazı hastaların okulda bayılma gibi ciddi belirtilerle acil servise getirildiği gözlemleniyor. Bu nedenle, kilo kaybı yaşayan ergenlerin yakın takibi ve gerekirse sağlık kuruluşuna yönlendirilmesi hayati önem taşıyor. Ergenlik Dönemi ve Psikososyal Riskler Orta ergenlik dönemi olarak tanımlanan 13-17 yaş aralığı, anoreksiya nevroza açısından en riskli dönem olarak kabul ediliyor. Bu yaş grubunda gençlerin kendilerini beğendirme arzusu ve sosyal çevre baskısı artıyor. Prof. Dr. Dağ, bu süreçte yaşanan psikososyal sorunların yeme bozukluklarını tetiklediğini ve hastaların sosyal hayatlarının büyük oranda etkilendiğini belirtiyor. Hastaların yaşadıkları baskı ve çatışmaların tedavi sürecini olumsuz etkilediği, evde aşırı yemek yeme baskısının durumu daha da kötüleştirebileceği ifade ediliyor. Toplumun Bilinçlenmesi ve Sağlıklı Yaşamın Teşviki Uzmanlar, anoreksiyayı önlemek için toplumda sağlıklı yaşam alışkanlıklarının yaygınlaştırılmasının şart olduğunu söylüyor. Gençlere kilo odaklı değil, sağlıklı beslenme ve fiziksel aktivite alışkanlıkları kazandırılması gerekiyor. Diyet yapacak ergenlerin mutlaka uzman kontrolünde olması ve ailelerin çocuklarına karşı sabırlı, empatik davranması gerektiği vurgulanıyor. Tedavi sürecinin uzun ve zorlu olduğunu ancak erken müdahale ile başarılı sonuçlar alınabileceğini söyleyen Prof. Dr. Dağ, aileleri dikkatli olmaya çağırıyor.