ELATMANIN ÖNLENMESİ (MÜDAHALENİN MENİ) DAVASINDA ELATMANIN HAKSIZ OLMADIĞINA (MALİKİN KATLANMA YÜKÜMLÜLÜĞÜNÜN BULUNDUĞUNA) İLİŞKİN SAVUNMALAR: (3) ELA

  • Konbuyu başlatan Admin
  • Başlangıç tarihi
A

Admin

Yönetici
Yönetici
I. GİRİŞ

Bilindiği üzere sorumluluk için salt hukuka aykırılık yeterli değildir. Kusur sorumluluğunda, sorumluluk için kusurun bulunması zorunludur.

Ancak konumuz açısından elatmada bulunanın mutlaka kasıtlı hareket etmesi zorunlu olmayıp, kusurlu olmasa dahi, eğer geçersiz bir hukuki nedene dayanıyorsa yani elatma fiili hukuka aykırı ise elatmanın önlenmesi istenebilir. Nitekim TMK'nın 683/2. maddesinde bu unsur "Malik... her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir." şeklinde ifade edilmiştir. Elatmanın haksız olması ile kastedilen malikin elatmaya katlanma yükümlülüğünün bulunmamasıdır. Katlanma yükümlülüğünde malikin olumsuz yetkilerinin kısıtlanması, olumsuz yetkilerini kullanamaması söz konusudur. Bu yükümlülük nedeniyle malik bazı elatmaları hoş görmek zorunda kalır. Elatmaya engel olamaz. Olumsuz bir unsurdur. Bu unsur davalı içinse en önemli bir savunma imkânıdır. Çünkü elatmanın haksız olması davanın kabulü için zorunlu olup, ayni veya şahsi bir hakka dayanıyorsa veya kanundan kaynaklı bir elatma ise, haksız olma unsuru gerçekleşmediğinden davanın reddine karar verilmelidir.

Yapılan elatmanın haksız olmadığı savunması çeşitli nedenlere dayanabilir. En başta gelenleri mülkiyet hakkının kanundan kaynaklanan bir nedenle sınırlanmasına ilişkin olan nedenlerdir. Bu nedenler kamu veya özel hukuktan kaynaklanabilir.

Yine malikin katlanma yükümlülüğü davalının bir ayni veya şahsi (nisbi) hakkından da kaynaklanabilir. Örneğin elatan davalının malik veya intifa hakkı sahibi ile olan kira ilişkisi yapılan elatmayı haksız olmaktan çıkaracaktır.

Ayrıca doğal olaylar sonucu oluşan elatmalarda (eğer bir kişinin kasıtlı veya taksirli hareketi ile birleşmemişse) haksızlık unsuru gerçekleşmediğinden elatmanın önlenmesi istenemez.

Önceki makalelerimde kanundan kaynaklanan mülkiyet hakkı sınırlamalarını ve malikin onayını yani bu yöndeki savunma vasıtalarını ele almıştık. Bu bölümde ise elatmanın kira sözleşmesine dayalı olduğu, bu nedenle haksız olmadığı yönlü savunmayı ele alacağız.

II. KİRA SÖZLEŞMESİNE DAYALI ELATMA SAVUNMASI

Taşınmaza haksız olarak elattığı ileri sürülen davalı elatıldığı ileri sürülen taşınmazda kira sözleşmesi ile kullanıcı olduğu yönünde savunma yaparsa, mahkemece bu savunmanın doğru olup olmadığının tespiti için taraf delilerinin toplanması gerekir. Çünkü gerek davayı açan malikle (veya kira sözleşmesi mutlaka malikle yapılması zorunlu olmadığından akdi veya yasal yetkili bir kiralayan ile) ve gerekse önceki malik ile yapılan kira sözleşmesine dayanılarak gerçekleştiği kanıtlanan kullanımın (muvazaalı kira sözleşmeleri hariç) haksız olduğuna ve dolayısıyla elatmasının önlenmesine hükmedilemez. Yani davanın reddi gerekir.

Kira sözleşmesi ise TBK’nin 299. maddesinde düzenlenmiş olup, düzenlemeye göre, "Kira sözleşmesi, kiraya verenin bir şeyin kullanılmasını veya kullanmayla birlikte ondan yararlanılmasını kiracıya bırakmayı, kiracının da buna karşılık kararlaştırılan kira bedelini ödemeyi üstlendiği sözleşmedir." Kira sözleşmesinin unsurları; kiralanan, kira bedeli ve kiraya veren ile kiracı arasında bir anlaşmadır. Kira sözleşmesi, ister taşınır ister taşınmaz bir eşyaya ilişkin olsun, bir geçerlilik şekline tabi değildir. Kira sözleşmesi, rızai bir sözleşme olup, sözleşmenin kurulabilmesi için tarafların karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanları yeterlidir. Ayrıca kiralanan şeyin teslimi şart değildir. Kiraya verenin malik olması zorunlu olmayıp, kiracıya kiralananın zilyetliğini devretmek ve kira sözleşmesi boyunca da kullanılmaya elverişli tutmak kiraya verenin borçlarıdır. Buna karşılık kiracı, fer'i zilyet olarak şeyi hâkimiyetinde bulundurur ve karşılığında kararlaştırılan kira parasını öder. Kira sözleşmesi bir zamanla sınırlı olmalıdır. Yani, kira sözleşmesi mutlaka belirli veya belirsiz bir süre için yapılır. Süre belirtilmemiş olsa bile feshi ihbar yolu ile sözleşmeyi sona erdirme imkânı bulunmaktadır. Ancak, süreli olsa da, niteliği gereği sürekli borç ilişkisi doğuran bir sözleşmedir. Paylı mülkiyete tabi taşınmazın kiraya verilmesi önemli idari tasarruflardandır. Değinilen kanuni düzenleme ve yargısal uygulamaya göre pay ve paydaş çoğunluğuna dayanmayan kira sözleşmelerine geçerlilik tanıma olanağı yoktur. Bu şekilde hukuken geçerli olmayan kira sözleşmesi ile taşınmazı kullanan kişinin bu kullanımına diğer paydaşlarca sonradan icazet verilmemesi halinde kişi fuzuli şagil sayılır ve elatmasının önlenmesine karar verilir. Elbirliği (iştirak) halinde mülkiyette ise, kira sözleşmesinin geçerliliği ancak tüm ortakların katılımı veya onayı şartına bağlıdır. Onay şekle bağlı değildir. Kanaat verici davranışlar da onay sayılır. Onay verildikten sonra bu onaydan dönülemez.

Öte yandan eski malik ile davalı arasında yapılan kira akdi sona ermeden dava konusu yerin davacıya satılması halinde kira sözleşmesinin sona ermiş olduğu kabul edilemez. Çünkü TBK’nin 351/1. maddesine (6570 sayılı Kanun'un 7/d maddesi) göre, "Kiralananı sonradan edinen kişi, onu kendisi, eşi, altsoyu, üstsoyu veya kanun gereği bakmakla yükümlü olduğu diğer kişiler için konut veya işyeri gereksinimi sebebiyle kullanma zorunluluğu varsa, edinme tarihinden başlayarak bir ay içinde durumu kiracıya yazılı olarak bildirmek koşuluyla, kira sözleşmesini altı ay sonra açacağı bir davayla sona erdirebilir." Kiralananı sonradan edinen kişi, edinme tarihinden başlayarak bir ay içinde durumu kiracıya yazılı olarak bildirmek koşuluyla, kira sözleşmesini edinme tarihinden başlayarak altı ay sonra sözleşmedeki sürenin sonuna kadar açacağı bir davayla sona erdirebilir. Ayrıca, edinen, TBK’nin 353. maddesine göre de, en geç davanın açılması için öngörülen sürede dava açacağını kiracıya yazılı olarak bildirmek kaydıyla, dava açma süresini bir yıl uzatabilir. Yine, edinen, dilerse gereksinim sebebiyle sözleşmeyi sona erdirme hakkını, sözleşme süresinin bitiminden başlayarak bir ay içinde açacağı dava yoluyla da kullanabilir. Bu durumda da uyuşmazlığın kira hukuku çerçevesinde ele alınması zorunlu olduğundan elatmanın önlenmesi davası haksız elatma ispatlanamadığı gerekçesi ile reddedilecektir. Ancak kira sözleşmesinin sona ermesi halinde taşınmazı tahliye etmeyen kiracı artık haksız şagil konumuna gelir. Bu halde ise taşınmazın malike teslimi zorunlu olduğundan haksız elatmasının önlenmesine hükmedilecektir.

Kiracı olduğu savunması üzerine kiracılık sıfatı nedeniyle açılan elatmanın önlenmesi davasının reddi için kiracılık savunmasının kanıtlanması zorunludur. TMK’nin 6. ve HMK’nin 190. maddelerine göre kiracılık sıfatının ispatı bu savunmada bulunan davalı tarafından yapılmalıdır. Bilindiği üzere; özel yasa hükümleri saklı kalmak koşuluyla, gerek taşınır gerekse taşınmaz mallara ilişkin kira sözleşmelerinin geçerli olması hiçbir biçim koşuluna bağlı değildir. Kira sözleşmeleri yazılı veya sözlü yapılabileceği gibi zımni olarak da oluşabilir. Yeter ki taraflar kira sözleşmesinin esaslı unsurlarında anlaşmış olsunlar. Nitekim bu kural 18.3.1942 tarih 37/6 sayılı inançları birleştirme kararında da açıkça vurgulanmıştır. Ancak her ne kadar kira sözleşmesinin geçerli olması bir biçim koşuluna bağlı değilse de, kira ilişkisi bir hukuki işlem olduğundan HMK’nin 200. maddesine göre hukuki işlemlerin yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri ikibinbeşyüz Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispatı zorunludur. Bu düzenlemeye göre, bu miktarın üzerindeki sözleşmeler hakkında tanık dinlenmesine olanak yoktur. Kira sözleşmesinin varlığı ancak yazılı delille ispat edilebilir. İspat açısından miktar, yıllık kira tutarıdır. Sözlü kira sözleşmesi kurulduğu yolundaki savunma yıllık kira miktarı kanunda belirtilen miktarın üzerinde olduğundan senetle ispatı gerekirken bu mümkün değilse yani tarafların imzalarını içeren bir yazılı delil sunulmamışsa bu takdirde yemin teklif etme hakkı kullanılabilir. Ancak yemin teklifi hakkı hatırlatılmadan Yargıtay İBHGK’nin 3.3.2017 tarih ve 2015/2 Esas, 2017/1 Karar sayılı kararına dikkat edilmeli, yemin teklif etme hakkının olup olmadığı ve yemin teklif etme hakkının hâkimce hatırlatılmasının gerekip gerekmediği saptanmalıdır. Yine yemin deliline başvurulmadan HMK’nin 202. ve 203. maddelerinde değinilen ayrıcalıklar da dikkate alınmalıdır.

“... Taraflar arasında yazılı kira sözleşmesi bulunmamaktadır...6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK)'nin 310. madde metninden de açıkça anlaşılacağı üzere, taşınmazı yeni iktisap eden malik, sözleşmenin tarafı olmakta ve kiralayan sıfatını kazanmaktadır. Eldeki davada, davacıların taşınmazı önceki kiralayandan iktisap ettikleri ve bu hususu ihbarname ile davalı kiracıya bildirdikleri hususlarında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Davalı kiracı da önceki malik ile yapılmış kira sözleşmesine karşı çıkmadığına göre, davacılar kira sözleşmesinin tarafı haline gelmiştir ve önceki malik ile yapılmış olan kira sözleşmesine dayanarak dava açmalarında bir usulsüzlük bulunmamaktadır. Bu durumda, uyuşmazlığın da, el atmanın önlenmesi ve haksız işgal tazminatı kurallarına göre değil, kira sözleşmesine göre çözümlenmesi gerekmektedir. Kural olarak, davalı kiracı, davacıların talep ettiği kira miktarına karşı çıktığına göre taşınmazı iktisap eden davacılar, kiralayan sıfatı ile talep ettikleri aylık kira miktarını kanıtlamak zorundadırlar..."

“... uyuşmazlık; dava konusu taşınmazın önceki maliklerinin belirlenmesi ve davalının dayandığı kira sözleşmesinin geçerli bir sözleşme niteliğini taşıyıp taşımadığının araştırılmasından sonra hasıl olacak sonuç dairesinde bir karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır...

Burada önemle vurgulanmalıdır ki, Yasa hükmünde “haksız el atmadan” söz edilmiş olması karşısında, bütün bu davranışların haksız olması, davalının bir hakka dayanmaması gerekli ve yeterlidir. Öyleyse, mülkiyet hakkına dayalı olarak açılan el atmanın önlenmesi davasında davalı, ayni ya da kişisel bir hakka dayandığını; bu cümleden olarak taşınmaz malda kiracı bulunduğunu ispat ederse, el atmanın haksızlığından söz edilmesi olanağı bulunmamaktadır.

Bu noktada; önceki kayıt maliki ile akdedilen geçerli bir kira sözleşmesinin, sonradan taşınmazı satış yoluyla edinen taşınmaz malikini de bağlayacağı kuşkusuzdur.

Tüm bu açıklamalar çerçevesinde somut durum değerlendirildiğinde; çekişme konusu taşınmazın kayıt maliki olan davacıların, davalı tarafından yapılan dükkanın yıkılması yoluyla el atmanın önlenmesi için açtıkları davada; davalı, çekişmeli taşınmazı dava dışı önceki malik... Vakfı Mütevellisi’nden kiraladığını savunarak kira sözleşmesini ibraz etmiştir.

Gerçekten, 01.01.2001 başlangıç tarihli kira sözleşmesi, davalı ile dava dışı... Mütevelli vekili tarafından imzalanmakla beraber; Mahkemece, sözleşmede kiralayan sıfatıyla yer alan... Mütevellisi’nin davacılardan önceki kayıt maliki olup olmadığı araştırılmadığı gibi, kira ilişkisinin geçerli olup olmadığı da saptanmamıştır.

Az yukarıda açıklandığı üzere, davalının işgalinin geçerli bir kira sözleşmesine dayanması halinde, haksız el atmasından söz edilemeyecektir. Bu itibarla davalının kiracılık savunmasının araştırılması zorunludur...”


“... çekişme konusu taşınmazın, davacıların da aralarında bulunduğu kişilerin paylı mülkiyetinde olduğu anlaşılmaktadır. Davalı, kiracı olduğunu savunmuşsa da; Medeni Kanunun eski 624, yeni 691. maddeleri uyarınca paylı mülkiyette geçerli bir kira sözleşmesinden söz edilebilmesi için kiralayanların taşınmazda pay ve paydaş çoğunluğunun bulunması zorunludur. Oysa somut olayda kira sözleşmesinin dava dışı Mehmet ile davalı Yaşar arasında kurulduğu görülmektedir.

Öyleyse, geçerli bir kira sözleşmesinin varlığından söz etme olanağı yoktur. Gerçekten geçersiz olarak kurulan kira ilişkisine diğer paydaşların açık ya da örtülü muvafakatları, sözleşmeyi diğer paydaşlar bakımından bağlayıcı kılar.

Ancak somut olayda böyle bir muvafakat da söz konusu değildir. Kira sözleşmesinin temel unsurlarından birisi de kira bedelidir. Kira ilişkisini kuran dava dışı paydaşa yapılan ödeme dışında kira bedelinin diğer paydaşlara ödendiği saptanmamıştır. Adı geçenin kira bedelini diğer paydaşlar adına aldığı yolundaki kabulü de kira sözleşmesinde taraf olmayan paydaşlar bakımından muvafakat anlamında kabul edilemez.

Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken...”


“…01/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu, 818 Sayılı Borçlar Kanunu ile 6570 sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun yürürlükten kaldırılmış, bu Kanunlardaki kira ilişkisinden kaynaklanan ihtilaflara ilişkin düzenlemeler, Kanunun dördüncü bölümünde sıralanmıştır. Kiralanan yerin gayri musakkaf vasıfta olması halinde 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 299. maddesi ve devamı maddelerinde düzenlenen Genel hükümlere tabi yerlere ilişkin kira sözleşmesi hükümleri, kiralanan yerin musakkaf vasıfta olması halinde ise aynı Kanunun 339 ve devamı maddelerinde düzenlenen konut ve çatılı işyeri kira sözleşmelerine ilişkin kanun maddeleri uygulanacaktır.

Somut olaya gelince; davacı tarafından mülkiyet hakkına dayalı el atmanın önlenmesi ve eski hale getirme istemli açılan davada davalı vekili taraflar arasında halen geçerli bir kira sözleşmesinin bulunduğu savunmasını getirmiştir. Davalı şirket yetkilisi ile davacı vekili arasında… Noterliğinin tanzim olunan 01/03/2000 başlangıç tarihli sözleşmeye göre; kira süresinin 10 yıl olduğu, sözleşme tanzim tarihinde dava konusunu taşınmazın tarla, güncel tapu kaydında ise arsa vasfıyla kayıtlı olduğu anlaşılmıştır. Mahkemece mahallinde yapılan keşif neticesinde alınan bilirkişi raporu ile kiralanan işyerinin bitişik parsellerle birlikte kafe ve restoran işletmesi olarak kullanıldığı, davacıya ait parsel içerisinde kafeterya, wc ve bekçi kulübesi adı altında bir kısım yapıların bulunduğu tespit edilmiştir. Mahkemece taşınmaz üzerinde keşif yapılmışsa da taşınmazın galip vasfı belirlenmediği gibi dosya kapsamından dava konusu taşınmazın adi kiraya veya çatılı işyeri kirasına tabi olup olmadığı da tespit edilememektedir. Uygulanacak yasa hükmünün tespit edilebilmesi için taşınmazın üstün vasfının belirlenmesi gerekir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 339 ve devamı maddeleri konut ve çatılı işyeri kiralarında uygulanabilecek hükümler olup konut ve çatılı işyeri kirası kapsamında kalmayan kiralananlar için Türk Borçlar Kanununun 299. maddesinde tanımı yapılan genel hükümler (adi kira hükümleri) uygulanacaktır. Mahkemece kiralanan taşınmazın 339 ve devamı maddelerinde düzenlenen konut ve çatılı işyeri kapsamında kalıp kalmadığı konusunda araştırma yapılarak öncelikle hangi hükümlerin uygulanacağının saptanması ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken…”


“... Dava, mülkiyet hakkından kaynaklanan el atmanın önlenmesi isteğine ilişkindir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişmeli taşınmazın davacı adına kayıtlı olduğu sabittir.

Ne var ki, eldeki dava, davalı şirketin çekişme konusu taşınmazı fuzulen işgal ettiği iddiası ile açıldığına göre; anılan isteğin 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu hükümlerinden kaynaklandığı ve uyuşmazlığın çözümünün 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 2/1. maddesi uyarınca Asliye Hukuk Mahkemesi'nin görevinde bulunduğu kuşkusuz olup, asliye hukuk mahkemesince işin esasının incelenmesinde, hukuken geçerli bir kira ilişkisinin varlığının saptanması halinde davanın reddedilmesi, aksi halde sonucuna göre bir karar verilmesi gerekeceği izahtan varestedir...”


“... Dava, mülkiyet hakkına dayalı el atmanın önlenmesi ve ecrimisil isteklerine ilişkindir...

Bilindiği üzere, kira sözleşmesinin geçerliliği herhangi bir şekil koşuluna bağlı tutulmamış, sözlü olarak da yapılabileceği kanun koyucu tarafından kabul edilmiştir. Öte yandan kira ilişkisi, kişisel borç doğuran bir sözleşme türü olup, taşınmazın mülkiyetinin el değiştirmesi ile ilgili değildir. TBK’nin 310. maddesi hükmüne göre kiralananın mülkiyetinin kiralayan malik tarafından üçüncü kişiye devri ile birlikte, kiralayan ve kiracı arasındaki kira sözleşmesi tüm hak ve borçları ile birlikte yasa gereği kendiliğinden yeni malike geçer. Taşınmazın başkasına satılması, kiracının kişisel hakkını ortadan kaldırmaz. Davacının mülkiyet hakkına dayalı olarak elatmanın önlenmesi ve ecrimisil davası değil, 6570 sayılı Yasa hükümleri uyarınca kiralananın tahliyesi ve kira alacağı davası açması gerekmektedir...”


“... Hemen belirtilmelidir ki, paylı mülkiyet üzere olan bir şeyde geçerli bir kira sözleşmesinin kabul edilebilmesi için Türk Medeni Kanununun 691. maddesi ve 06.05.1955 tarih 12/18 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince akdin pay ve paydaş çoğunluğunca gerçekleştirilmesi zorunludur.

Somut olayda, çekişme konusu taşınmazda iki paydaş bulunduğu, kira sözleşmesinde ise sadece bir paydaşın taraf olduğu dikkate alındığında, geçerli bir kira akdinin varlığından söz edilemez. Anılan kira ilişkisine icazet verilmediğine, bu hususun... Noterliği 25.05.2012 tarih 1072 yevmiye numaralı ihtarname ile davalılara da bildirildiğine göre, davacı bakımından bu kira sözleşmesinin hüküm ifade etmeyeceği kuşkusuzdur...”


“... 4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun 701. ila 703. maddeleri gereğince elbirliği mülkiyetine tabi bir taşınmaza dair geçerli bir kira akdinin veya korunması gerekli bir hukuki ilişkinin varlığının kabul edilebilmesi için tüm iştirakçilerin sözleşmede yer alması gerekir.

Somut olayda, davaya konu tapu tahsis belgeli binanın ...'nın ölümüyle elbirliği maliklerinden bir veya birkaçı tarafından yapılan sözleşmelerin, diğer iştirakçiler bakımından bağlayıcı olmayacağı, başka bir ifadeyle geçerli bir akdin varlığından söz edilemeyeceği açıktır. Ancak, böyle bir sözleşmenin diğer iştirakçilerin icazet vermeleri halinde hüküm ifade edeceği de kuşkusuzdur. Ne var ki, 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununun 46. maddesi (Borçlar Kanunu m. 38) hükmü uyarınca sözleşme dışı iştirakçilerin açıkça yapılan akde olurlarının bulunmadığı ve icazet vermedikleri sabittir. Ancak, her ne kadar sözleşmeye icazet verilmemiş ise de davacının, muris...'nın 27.07.1999 tarihinde vefatından sonra bu davayı açtığı 29.07.2010 tarihine kadar geçen süre içerisinde tapu tahsis belgeli binanın davalılar tarafından tasarruf edilmesine karşı çıkmadığı, bu konuda herhangi bir ihtarname keşide etmediği ve herhangi bir ikazda bulunmadığı gözetildiğinde davacının davalıların tasarrufuna muvafakat ettiği ve muvafakatini dava açmakla geri aldığı kabul edilmelidir...”



Aydın Tekdoğan

Avukat

İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi

2. Hukuk Dairesi Emekli Başkanı





------------

* Ayrıntılı bilgi için Tekdoğan A., Çaplı ve Komşu Taşınmaza Elatmanın Önlenmesi Temliken Tescil ve Tazminat Davaları, 2. Baskı, Seçkin Yayınevi, Eylül 2023, 1104 Sayfa


Bir kimse temsil yetkisi olmamasına rağmen başkası adına bir işlem yaparsa yetkisiz temsil söz konusu olur. Bu durumda yetkisiz temsilcinin yaptığı işlem, temsil olunan icazet verene kadar askıda hükümsüzdür. TBK’nin 46/1. maddesine göre, "Bir kimse yetkisi olmadığı hâlde temsilci olarak bir hukuki işlem yaparsa, bu işlem ancak onadığı takdirde temsil olunanı bağlar." Onay şekle bağlı değildir. Kanaat verici davranışlar da onay sayılır. Onay verildikten sonra bu onaydan dönülemez.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2013/6-61 K. 2013/1409 T. 25.9.2013

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2007/1-72 K. 2007/74 T. 14.02.2007

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2003/1-691 K. 2003/632 T. 5.11.2003

Yargıtay 7. Hukuk Dairesi E. 2021/6739 K. 2022/7647 T. 12.12.2022

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi E. 2018/2003 K. 2018/17432 T. 16.10.2018

Yargıtay 8. Hukuk Dairesi E. 2018/8930 K. 2018/12108 T. 03.05.2018

Yargıtay 1. Hukuk Dairesi E. 2015/4673 K. 2017/2509 T. 10.05.2017

Yargıtay 14. Hukuk Dairesi E. 2015/16443 K. 2016/1708 T. 11.2.2016
 
Geri
Üst