Dinimizde “vahdet”in anlam ve önemi- 1

  • Konbuyu başlatan Admin
  • Başlangıç tarihi
A

Admin

Yönetici
Yönetici
Arapça bir kelime olan “Vahdet” lügatte; “birlik, bütünlük ve yekpârelik” demektir. Dinde ise “vahdet”; toplum olarak İslâm’ı yaşama, yayma ve yaşatma uğrunda her türlü fedakârlığı yapmak, müşterek âlî değerlere sahip çıkmak ve ortak yüce ideallere samimiyetle yönelmektir. Aynı zamanda “vahdet”; tasada ve kıvaçta beraber olmak, problem çıkarmadan birlikte yaşamak, mevcut imkânları beraber kullanmak ve eldeki nimetleri hakça paylaşmaktır. “Tevhid”, yani bütün nâkıs sıfatlardan münezzeh, bütün kemal sıfatlarıyla muttasıf ve ibadet edilmeye layık tek varlık olan Allahü Teâlâ’ya inanmak; İslam’ın en temel ve en başta gelen ilkesidir. “Tevhid”, Kuran-ı kerim ve Sünnet-i seniyyenin ruhudur. “Tevhid”, yüce dinimiz İslam’ı, diğer din ve inançlardan ayıran en bariz vasıftır. “Tevhid” ilkesinden üç temel prensip ortaya çıkar: “Selam” yani barış, “emân” yani güven ve “vahdet” yani birlik. Gerçek bir İslam toplumu olabilmek için; İslam-selâm ilişkisini, imân-emân ilişkisini ve tevhid-vahdet ilişkisini doğru olarak kurmak gerekir. Buna göre Allahü Teâlâ’nın birliğine dayanan “tevhid” inancına sahip biz müslümanların temel olarak üç yerde ortaklaşıp birleşmemiz lazım, şöyle ki: Tevhid inancında ortak olduğumuz gibi, âli idealler etrafında “tevehhüd” etmeli yani birleşmeli, müslüman olduğumuz gibi aramızda selâmı yani barışı tesis etmeli ve mümin olduğumuz gibi birbirimize emân duymalı yani güvenmeliyiz. “Vahdet” yani birlik ve beraberlik ruhu; toplumsal barışı sağlar, yardımlaşma ve dayanışmayı artırır, bireyler arasındaki güven ve işbirliğini pekiştirir. Biz de bu şuur ve bilinci oluşturabilirsek; birlik ve dirliğimiz, maddî ve manevî gücümüz, huzur ve refahımız artar. Aynı zamanda her türlü sosyal, siyasal ve ekonomik sıkıntıyı daha kolay atlatırız. “Vahdet” yani birlik ve beraberlik bilincini tesis etmek için; toplumun farklı kesimlerinin müsamahakâr olmaları gerekir. Ahlakî bir kavram olarak “müsamaha”; bize karşı işlenen hata ve kusurları, -gücümüz yettiği halde- görmezden gelip karşılık vermemek, insanları, kusurları ile beraber kabul etmek; sıkıntı ve eziyetlerine sabır ve fedakârlıkla katlanabilmektir. “Müsamaha” çok kapsamlı bir fazilet olup toplumun en fazla hayrını gördüğü en önemli meziyetlerden biridir. “Müsamaha” kadar, birbirimizi anlamaya çalışmak da çok önemlidir. Bazen toplumun birçok kesimi aslında aynı düşünceye sahip ve aynı hedefe müteveccih olduğu halde, karşı tarafı iyi dinlemediği, ya da ön yargılarından kurtulamadığı için diğer tarafı anlayamaz ya da daha kötüsü yanlış anlar. Dolayısıyla bu problemin giderilmesi için, insanların ön yargısız olarak ve iyi niyetle birbirlerini dinlemeleri gerekir. Mevlânâ Celaleddin-i Rumi hazretlerinin Mesnevî adlı eserinde yer alan şu minik hikâye kulak verelim: “Hayır sahibi bir zat, dört kişilik bir gruba bir miktar para verdi ve: - Bu para ile kendinize birşeyler alın, dedi. Bu dört kişiden biri olan Farslı: - Bu parayla “engür” alalım, dedi. Arap olan kişi hemen atıldı: - Aksilik etme, ben “engür” istemem, “ineb” isterim, dedi. Bunun üzerine Türk arkadaş da: - Hayır, ben “ineb” istemem, “üzüm” isterim, dedi. Son olarak Rum olan söz aldı: - Bırakın bu lafları, bu para ile sadece “istafil” almak istiyorum, dedi. (“İstafil” Rumca, “ineb” Arapça, “engür” de Farsça üzüm demektir. Yani aslında hepsi de bu parayla üzüm almak istiyordu.) Derken aralarında anlaşamayan bu dört kişi, birbirleri ile çekişmeye ve dövüşmeye başladılar. Çünkü hiçbiri, arkadaşının ne söylediğini bilmiyordu. Bu bîçareler, bilgisizliklerinden dolayı kavga ettiler. Şayet orada lisan bilen bir ilim sahibi olsaydı, bilgisi ve tecrübesiyle onları uzlaştırırdı. Onlara şöyle derdi: - Bakın evladım! Şayet müsaade ederseniz, ben bu para ile hepinizin istediğini alırım. Hiçbir art düşünceye kapılmadan ve hile yoluna sapmadan beni dinler ve gönlünüzü bana verirseniz; hepinizin istediği olur ve hepiniz ayrı ayrı olarak muradınıza erersiniz…” (Devamı haftaya…)
 
Geri
Üst