A
Admin
Yönetici
Yönetici
İnsanlar, insanlık tarihi boyunca iki temel kavram olan devlet ve adaleti sürekli tartışmışlardır. İnsan sosyal bir varlık ve birlikte yaşamak zorundadır. Bu birlikteliğin huzur ve barış içinde olması ve temel ihtiyaçların karşılanması için devlet dediğimiz yapı doğmuştur. Devlet, fertlerin güvenliğini ve toplumun düzenini sağlamak için kurulan geniş kapsamlı bir yapıdır. Başka bir ifade ile devletin temel görevi, toplumu yöneten en üst siyasi otorite olarak, insanların A’dan Z’ye her türlü ihtiyaçlarını karşılamaktır. Ancak bir devletin, meşru, saygın ve sürdürülebilir olması için mutlaka adaletle hareket etmesi gerekir. Çünkü adalet, bir devletin temeli, ruhu ve vicdanıdır. Bir devletin meşruiyeti yalnızca askeri ve ekonomik gücüyle değil, adalet anlayışıyla ölçülür. Çünkü bir toplumda huzurun ve güvenin temeli, devlete olan bağlılığı, bireylerin adil bir şekilde yönetildiğine dair duydukları inançtır. Bunun öneminden dolayı, Hz. Ömer (r.a) “Adalet mülkün (devletin) temelidir” Nizamülmülk de, “Devletin dini adalettir.” Yani bir devletin ayakta kalabilmesi ancak adaletle olur demiştir. Adalet, en genel tanımıyla herkese hak ettiğini vermektir. Bu ilke, fertlerin haklarını korumakla beraber aynı zamanda özgürlüğünü, eşitliği ve sosyal barışı da sağlamaktır. Adaletin olmadığı bir yerde, yasalar olsa bile hukuk, güvenlik olsa bile huzur ve barış olmaz. Adalet, devletin hakkı ve doğruyu savunması, ırk, renk, dil, statü, cinsiyet, inanç, din, mezhep, fikir ve siyasi görüş ayrımı yapmadan fert ve toplum olarak herkese eşit mesafede durması, adil olması ve hukuk karşısında eşit tutmasıdır. Adaletin olmadığı bir yerde haklı ile haksız, suçlu ile suçsuz, iyi ile kötü, dürüst ile dürüst olmayan ayırt edilemez. Bu da toplumda kaosa, güvensizliğe, huzursuzluğa, iç çatışmalara, devlete olan güvenin azalmasına, herkesin kendisinin hak ve adaletini sağlamaya çalıştığı bir duruma gelinir. Bu da toplumun düzeninin bozulmasına neden olur. Bundan dolayı devlet ve adalet, insanlık tarihi boyunca en önemli ve birbirinden ayrılmaması gereken iki temel kavram olagelmiştir. Dolayısıyla toplumda hukuk kuralları çerçevesinde adaleti sağlamak, devletin en temel görevi olmuştur. Elbette bu görev yalnızca yargı organlarıyla sınırlı değildir; yasama ve yürütme organları da adil davranmak zorundadır. Adil bir devlet, sadece suçluyu cezalandırmakla kalmaz, aynı zamanda haklıyı ve masumu korur, güçlü ile zayıf, fakir ile zenginin arasındaki dengeyi de sağlar. Çünkü yasalar bu nedenle var, mahkemeler, savcılar ve hâkimler bunun için görev yaparlar. Adaletin olmadığı yerde özgürlük, eşitlik, barış, yatırım, kalkınma ve bereket de olmaz. Bir devletin güçlü olması, vatandaşın ona güven duymasıyla mümkündür. Bu da ancak adaletle sağlanır. Bir devletin adalet ve hukukun var olması, yabancı yatırımcılar için de önemlidir. Çünkü adaletin ve barışın olmadığı bir devlete, yabancı yatırımcı da gelmez. Devlet ve adalet, birbirinden ayrılmaması gereken iki güçtür. Adaleti olmayan güçten, ancak zulüm peyda olur. Bir devletin asıl büyüklüğü ve gücü, toprağının genişliği, asker, polis veya ekonomisiyle değil, halkına sağladığı adaletin gücü ile ölçülür. Ancak siyasi iktidarın emrinde olan bir yargı ve hukukun da adaleti sağlaması mümkün değildir. Adalet ve hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı kalmayan bir devlet; zamanla tek adamın, faşizmin, gücün, baskının ve zorbalığın aracı olur. Tarihte birçok uygarlık, devlet ve toplumun çöküşü, adalet ve hukukun, liyakat ve istişarenin kalmadığı, yasa ve hukukun tanınmadığı adaletsizliğin yaygınlaştığı, “tek adam otoritesine” geçmekle başlamıştır. Adil ve yaşanabilir bir ülke ve dünya umuduyla… Vesselam.