A
Admin
Yönetici
Yönetici
Daha önce şiir kitaplarıyla adını duyuran Vejdin Çiçek’in “Derik Delileri” kitabı Pikaresk Yayın Grubu’ndan çıktı. Çiçek, delilerin zamanın ve mekanın ötesinde kişiler olduğunu kaydederek, “Deliler için pek bir şey değişmez, onlar hep oldukları gibidir, değişmezler. Değişen bir şey varsa, o da bizleriz. O zamanlar deliler bizde —tam olmasa da— yarı kutsal sayılırdı. Bu yazılı bir kanun olmasa da toplumda öyle bir kabulleniş vardı” dedi. -Sayın Çiçek, iki şiir kitabından sonra şimdi bir öykü kitabıyla okuyucuyla buluştunuz. Şiirden öyküye uzanan bir üretime nasıl geçtiniz? Anlatır mısınız? Şiir, kendi içime kaçmalarımdı. Hâlen de zaman zaman kendi içime kaçışlarım oluyor, olmuyor değil. Bazen kalabalıkların içinde kaybolurken, bazen bir sessizliğin içine sığınıyorum. Hikâyeye geçişim sanırım… Her insanda olduğu gibi, içimin dışından sıkılıp, sığınacak kendine yeni limanlar aramasından doğdu. O limanlar bazen bir kelime, bazen bir hatıra, bazen de sadece derin bir nefes olabiliyor. O zaman da çoğunlukla insan çocukluğuna sığınmaya çalışır, çünkü ona en yakın olan yer çocukluğu oluyor. En tanıdık, en dokunulabilir, en korunmasız ama aynı zamanda en güçlü yer. Benim de biraz bu sanırım. Bir diğer boyutu: Geçmişini kaybeden, geleceğini bulamaz kanısı bende hep güçlü durdu. Bu düşünce içimde zamanla bir pusula gibi yer etti. Yönümü kaybettiğimde hep oraya döndüm. Birçok insan farklı düşünüyor olsa da, ben hep böyle inandım. İçimdeki çocuğu hep yaşatmaya çabalayan biriyimdir. Çünkü o çocuk hâlâ bana bakıyor; bazen umutla, bazen korkuyla ama her zaman içtenlikle. Ve biliyorum ki, o yaşadıkça ben tamamım. DEĞİŞMEYEN DELİLER VE DELİLİK -Kitabın adı “Derik Delileri”. Mekan ve insan unsurunu direk haber veren bir metin. Peki, doğup büyüdüğünüz toprakların delileri bugünden o zamana baktığınızda sizin için ne ifade ediyor? Deliler için pek bir şey değişmez, onlar hep oldukları gibidir, değişmezler. Değişen bir şey varsa, o da bizleriz. O zamanlar deliler bizde —tam olmasa da— yarı kutsal sayılırdı. Bu yazılı bir kanun olmasa da toplumda öyle bir kabulleniş vardı. Her yerde olduğu gibi değişim, dönüşüm olmuştur. Bu değişim oraları da fazlasıyla etkiledi. Buna rağmen hâlâ oralarda o yarı kutsallık korunuyor. Bu, doğduğum ilçem adına sevindirici. Belki inanmayacaksınız ama sanırım dünyada bir ilki bizim Derik yapmıştır: Kendi heykelini görebilen tek deli, bizim ilçemizde yaşayan Xeto olmuştur. Ki öldüğünde, cenazesine neredeyse ilçe nüfusunun iki-üç katı katılım olmuştu. Bu cenaze merasimi haber kanallarında bile haber konusu oldu. Ben kitabımda bu deliden hiç bahsetmedim. Çünkü bu Tanrı’nın narası olan Xeto’yu birçok yazar-çizer arkadaş dile getirdi. Benimkisi daha çok silik, göz önünde olmayan şahıslar. İnanıyorum ki bizim oralı olan birçok insan bu kitabı okuduğunda “Vay be!” deyip kendi iç duvarlarına çarpacaktır; “Biz bunları nasıl fark etmemişiz?” diye kendilerini hayıflayacaktır. -Kitabınız aynı zamanda çocukluğa ve ilk gençlik yıllarına bir bakış aslında. Bugün Derik’le kurduğunuz bağ nasıldır? Yoksa sadece anılarda kalan bir yer mi? Kuşkusuz, orası benim için sadece anılarda kalan bir yer olmadı. Ama çok sıkı bir bağım olduğunu da söyleyemem. Malum, hayat koşulları... Uzaklık, ekonomik zorluklar—bunlar benim gibiler için büyük engeller. Yine de elimden geldiğince o bağı korumaya çalışıyorum. Eğer bu noktada gençliğimi soruyorsan; evet, şımaracak kimsemiz olmadığı için çabuk büyüyen çocuklardandım. Yoksa oralardan çıktığımızda, başka toplumlarda yaşayan çocuklarla kıyaslandığında, biz hâlâ çocuktuk aslında. SESSİZ KALAN BİR KUŞAK -Öykülerin bir bölümünde 12 Eylül 1980 Askerî Darbesi’nden de söz ediyorsunuz. Darbe denince akla cezaevleri ve politik tutumlarından, eylemlerinden ötürü hapsedilen insanlar gelir. Sizce çocukların 12 Eylül’ü yazıldı mı? 12 Eylül, tüm ülkenin üzerinden adeta buldozer gibi geçti. Ne bir kenarı kaldı ne bir köşesi; ezdi geçti. İnanıyorum ki, bu ülkede yaşayan herkes, payına düşen işkenceyi, cezaevi zulmünü, korkuyu, belirsizliği iliklerine kadar hissetti. Kimisi demir parmaklıkların arkasında gençliğini tüketti, kimisi darbenin karanlık gölgesinde evine dahi dönemeden yok olup gitti. Ama bütün bu acıların yanında, en sessiz, en görünmez yıkım biz çocukların üzerine çöktü. Çünkü bizim çocukluğumuzu çaldılar. Biraz önce de söylediğim gibi, şımaracak kimsemiz kalmamıştı ortalıkta. Kimi gözaltında kayboldu, kimi işkencehanelerde sessizliğe gömüldü, kimi ise zulümden kaçıp başka diyarlara savruldu. Kimileri yanan bir ateşe doğru yürüdü, umut diye dağlara sığındı. Geride, ne sokakları yankılayan genç kahkahalar kaldı, ne mahalle aralarında top koşturan abilerimiz. Ortalık bomboştu. Sessiz, kimsesiz, korku dolu bir boşluk. Bizim kuşak, işte bu yüzden çabuk büyüyen çocuklardır. Oyun çağında omuzlarına ağır yükler binen, daha harfleri tam öğrenmeden hayatın alfabesini ezberlemek zorunda kalan çocuklardır. Düşünebiliyor musun? Bir çocuğun sokaklarının çalınması ne demektir? Hele ki o dönemlerde… Oyuncağın yok, parkın yok, kitapların zaten hiç olmamış, bir tek sokaklar senindir. Bir tek onlar sarar seni. Ve bir gün bir bakarsın, o da gitmiş. Sokağın da alınmış elinden. O da yasak, o da sus pus. Sen konuşamazsın artık. Ne bağırabilirsin ne ağlayabilirsin. Çünkü sen artık çocuk değil, sessiz kalması gereken bir "büyüksündür". Ve biz... biz bunu hiç unutmayan bir nesiliz. ÇOCUK İŞÇLİĞİN İZLERİ -Bir yönüyle kitapta bir çocuk işçi var. Yani çırak. Sizin yaşamınızdan izler taşıyan bu çocuktan yola çıkarak, bugünün işçi çocuklarına dair neler söylemek istersiniz? Çocuk her zaman çocuktur, nerede olursa olsun. Zaman değişir, coğrafya değişir, toplumlar başka başka şekillere bürünür ama çocuk dediğin yine çocuktur. Elbette doğduğu toprakların kültürü, yaşadığı toplumun yapısı onun oyunlarını, sorumluluklarını, hayallerini etkiler. Ama özü değişmez; o hep saf, meraklı ve umutla doludur. Tıpkı deliler için söylediğim gibi: çocuk da her yerde çocuktur. Benim çocukluğumda adına sadece "çocuk" denirdi. Ne “çocuk işçi” diye bir kavram vardı ne de bunun üzerine konuşulurdu. Belki de bu sözcük bizim oralara hiç uğramamıştı. O yıllarda, bir çocuğun ağır işlerde çalıştırıldığını, dövüldüğünü, sömürüldüğünü duymazdık; en azından buna dair yaygın bir farkındalık yoktu. Çocuklar, evin ya da mahallenin birer parçasıydı sadece. Herkes gibi çocuklar da yaşamın içindeydi. Elinden ne geliyorsa onu yapardı. Kimisi tarlada ailesine yardım ederdi, kimisi bakkal çırağı olurdu, kimisi sabah erkenden fırına koşar, simit taşırdı. Ama bu bir zorbalık ya da baskı gibi değildi çoğu zaman; yaşamın doğal bir uzantısıydı. Biz o yaşta büyürken, yorgunluğu da paylaşmayı da öğrenirdik. O zamanlar çalışmayan çocuk neredeyse yok gibiydi. Her çocuğun, yaşadığı ortamın koşullarına göre bir işi, bir sorumluluğu olurdu. Ama bu bugünkü gibi değildi. Şimdiki gibi büyük bir sömürü düzeni kurulmamıştı henüz. Biz bir işi yaparken kendimizi köle gibi hissetmezdik. Ne patron vardı ne şirketler. Yaşlı bir amcanın yanında çıraktık belki, ya da babamızın, dayımızın yardımcısıydık. Yorulurduk, ama o yorgunluğun içinde bile bir oyuna, bir gülüşe yer olurdu. Biz gene çocukluğumuzu yaşardık. Şimdi bakıyorum da, çocuk olmak bile lüks olmuş sanki. Çocuklardan bir şey istemiyorlar artık, onlara dayatıyorlar. Sanki bir çocuğun zamanı, emeği, hayali bir meta olmuş gibi. Oysa biz, o kıtlık zamanlarında bile kendi çocukluğumuzu çalınmadan yaşadık — belki yoksulduk, ama ruhumuz özgürdü. -Kitaba Mustafa Yıldız’ın karikatürleri de eşlik etmiş. Bu işbirliğini bize anlatır mısınız? Sevgili Mustafa Yıldız hocamla dostluğumuz oldukça eskilere dayanıyor. Şu anda Seferihisar’da faaliyet gösteren Teos Sanatçılar Derneği’nde de birlikte çalışıyoruz. Mustafa hocam, şu an Türkiye’de yaşayan karikatüristler arasında en iyilerinden biridir. Benim yazdığım kitap her ne kadar mizah ağırlıklı olsa da, hep içimde bir şeyleri tam anlatamadığım duygusu vardı. Bir gün, ortak dostlarımızla yaptığımız bir sohbet sırasında bu fikir ortaya atıldı. Malum, "İzahı olmayanın mizahı yapılır" diye güzel bir söz vardır ya… İşte benim de izahını yapamadığım nice şey vardı içimde. Sevgili Mustafa Yıldız da sağ olsun, bizleri kırmadı; yüreğini, yüreğimize kattı. Bu vesileyle, sizin aracılığınızla kendisine bir kez daha gönülden teşekkür etmek isterim. Vejdin Çiçek, Derik Delileri, 2025, Pikaresk Yayın Grubu, İzmir