CUMHURBAŞKANLIĞI TÜRK MÜZİĞİ TOPLULUĞU KURULMALIDIR

A

Admin

Yönetici
Yönetici
“Kȃinattaki bütün müzikler insanlığın ortak değeri ve mirasıdır. Ancak tekdüze bir müzik olsaydı çeşitlilik, zenginlik olmazdı. Çeşitlilik, zenginlik millȋ müzikler sayesinde vardır.” 3 Kasım 1839 tarihinde, Sultan Abdülmecid zamanında Gülhane Parkı'nda okunan “Tanzimat Fermanı”, “Batı”ya yönelişin resmidir. Bu fermanla birlikte olan bitenden “Türk Müziği” de nasibini almış; daha önce yenileşme hareketlerinin müziğe yansımasıyla başlayan Batı müziği çalışmaları, Cemal Reşit Rey’in 1926 yılında yazdığı 12 Anadolu Türküsü’nün Paris’te Pleyel (Salle Pleyel) konser salonunda seslendirilmesi sonrasında bu yeni Müziğe “Çağdaş Türk Müziği” denilmiştir. Daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, “Türk ve Türk Halk” ibaresi bulunan isimlerin önüne “Geleneksel” ifadesini getirmek garabettir. Batı tarz müziğe “Çağdaş” denilmek suretiyle Türk müziğini ötekileştirmek ve “Çağ Dışı” izlenimi vermek maksadı yatıyor. Efendim, bu “Çağdaş” ifadesi yeniliği mi kastediyor, modernliği mi ifade ediyor bilinmez? Ancak, anlaşılan o ki, Türk müziği eserleri çoksesli hale getirildiği taktirde “Çağdaş” oluyor. Özellikle bilim ve sanat sahasındaki isimlendirmelerde terim ve kavramların içinin sağlıklı biçimde doldurulması ve kamu tarafından kabul edilmesi gerekir. Kafanıza göre bir isimlendirme yapamaz, kavram ve terimleri dolduramazsınız. Ancak teklif edebilirsiniz. Üstelik bu ifadeler bir milletin kimliği ile ilgiliyse çok dikkatli olmak gerekir. Herhangi bir sanat ve bilim alanının geçmişten kopuk ve yeni bir icat gibi adlandırılması söz konusu değildir. Matematik olmasaydı bugünkü bilişim sistemlerinin varlığından söz edemezdik. Demek ki bu yeni sistemler gökten zembille inmedi. Konumuz olan müzik ise zaten doğada vardı. Hem melodi hem de armoni olarak biz müziği doğadan aldık. Yalnızca bu sebeple dahi çoksesli “Batı” müziğini “Çağdaş” olarak nitelemek yanlıştır. Aslında, Osmanlı Türkçesi’nde Atatürk’ün de kullandığı bir ifade var, “Asr-ı Hazır”. Bu ifade “Mevcut-Şimdiki Yüzyıl”, “Yeni Zaman”, “Şimdiki Zaman” anlamında da kullanılmış. Bu da “Çağdaş” ifadesinin gerçek anlamını ortaya koyuyor. Dolayısıyla bu ifadenin yerine kullanılan “Çağdaş” tabiri kastedilen konu veya alan açısından bir ilerilik veya üstünlük göstermez. Çoksesli müziğe “Çağdaş” demenin yanında bir de “Evrensel Müzik” denilmesi var ki bu daha hatalı bir ifadedir. Bir kere “Evren” “Kȃinat” anlamında türetilmiş (veya uydurulmuş) bir ifadedir, bu bir… Kastedilen bütün dünyayı kaplaması, kapsaması ise bu da küresel veya cihanşümûl olarak ifade edilmelidir, bu da iki… Sık sık dile getirdiğimiz gibi, müziğin cihanşümul (küresel) olması onun ontolojisiyle ilgilidir. Vakıa, kȃinatta ve yeryüzünde müzik vardır. Bu durum dünyayı kaplayıcı ve kapsayıcıdır. Varlığı (yani müziğin kȃinatta var olmasının kesinliği) dışında, müziklerin tamamı millȋdir. Esasen Kilise kaynaklı olan Batı müziğindeki çok sesli örnekleri çağdaş, diğer milletlerin eserlerini çağ dışı göstermek, en hafifiyle abesle iştigȃldir, “Çağdışı!”lıktır. “Çağdaş Mızıkçı”lar, müziğimizin mevcut eserlerinin “Çoksesli” hale getirilmesini “Atatürk”ün emrettiğini söylerler. Oysa Atatürk 1924 yılındaki hitabında; “Ben Batı Müziğini getirin demedim. Batı musıkȋciliğini öğrenin dedim.” (Afet İnan’dan) diyor. Bu durumda Atamızın istediği Batı’da nasıl müzik yapıldığı, müzik eğitiminin nasıl olduğu ve öğretimdeki tedrisatın nasıl gerçekleştiğinin öğrenilmesi yolundadır? Olan biten ise bundan farklıdır. Sarayda başlayan “Batılılaşma” hareketi, Batı’dan getirtilen Donizetti, D’arezzo, Guatelli, gibi şeflerin Batı müziği notası ve teorisi ile ilgili bilgileri Türk müzik adamlarına öğretmeleriyle başlamıştır. Sonraları “Boru-Trampet” ve “Bando Takımı” kurulması; özellikle 1828 yılında İtalyan Guiseppe Donizetti’nin kurduğu “Saray Bandosu” ile “Batılılaşma”ya başladık. Oysa bizim tarihimizde Hun Devleti’nin “Tuğ Takımı” ve “Boru Takımı” vardı. Yani bunlara benzer topluluklar Türk topluluklarında çok önceleri vardı ve bu topluluklar Dünyanın ilk bandolarıydı. Yüzünü Batıya çevirmiş, sözüm ona, Türk müzik insanları, Batı müziği anlayışıyla oluşturulan müzik topluluklarının kurulmasını “Çağdaş Müzik” adına büyük bir gelişme olarak görmüşlerdir. Oysa bu topluluklarda icra edilmeye çalışılan Türk müziğinin makamsal-mikrotonal özellikleri yavaş yavaş bertaraf edilerek yeni bir yapıya doğru gidilmiş; mikro aralıkların (Koma seslerin) tampere sisteme uyarlanması; Batı müziği hayranı “Çağdaş Mızıkçılar”ın iştahını kabartmıştır. Oysa Türk müziğinin karakterini bozan ve namusuna halel getiren bu uygulamalar Türk müziğinin gönlüne saplanan hançer gibidir. “Türk Beşleri” adı verilen bestecilerin eserlerine “Türk Müziği” demek mümkün müdür? Bu soruyu herkes kendi zaviyesinden cevaplayacaktır. Ancak o çabalar gerçekleştiği dönem açısından yaklaşıldığında önem arz edebilir. Keza bu çalışmaları yapan insanlar da birer değer ifade eder. Kastımız özellikle bu yeni çalışmalara “Çağdaş Türk Müziği” denilerek diğerlerinin; yani gerçek Türk müziğinin “Çağ Dışı” olduğu anlayışının Türk evlatlarının zihinlerinde yer etmesine hizmet ediyor olmasıdır. Kaldı ki mevcut Türk müziği eserlerinin genleriyle oynayarak Batı aşısı yapmak kiraz ağacına Antep Fıstığı aşısı yapmak gibidir. Tutmaz. Tutmamıştır da… Konunun hizmetkȃrları, Batı sistemine dayanan müziğin “Çağdaş” denilmesi suretiyle, insanların “Çağ Dışı” kalmamak için bu müziği benimseyeceği ve giderek yayılacağı düşünülmüştür. Allah’tan durum pek de öyle olmamıştır. Çünkü kadim Türk kültürü ve onun içindeki “Türk Medeniyet Müziği” Türk insanını genlerine nüfuz ettiği için bu düşünce başarıya ulaşamamıştır. Zaman zaman Türk müziği eserlerinin çok sesli hale getirilmesi çalışmalarına Türk müziğiyle ilgili insanlar da katılmış; mevcut eserler üzerinde “düzenleme” çalışmaları yapılmış; bu çalışmaların önemli ve çağdaş çalışmalar olduğu fikri Türk müziğinden ekmek yiyenlere de sirayet etmiştir. Bu nasıl bir komplekstir bilinmez? Bu çalışmalar sayesinde “Düzensiz” (?!) olan Türk müziği eserleri ‘düzene sokulmuş’tur. Şu hususu, altını çizerek, belirtmeliyim ki, Batı müziğine herhangi bir düşmanlığımız olmadığı gibi, bir eğitimci olarak, Türk gençlerinin bu müziğin yapısı ve özelliklerini öğrenmelerinin gerekli olduğunu düşünmekteyim. Müzik sahasında çalışan bir akademisyen olarak bütün müziklerin bizim muhatabımız ve malzememiz olduğunu her fırsatta söylüyoruz. Mevcut Türk müziği eserlerini yamultup, tanınmaz hale getiren çalışmalar yanlıştır. Bu “Töremize” dokunmak gibidir. Töremizin önemli bir parçası olan müziğimize dokunmayın. Çok istekliyseniz adam gibi oturup Batı tarzında Türkçe, “Yeni” eserler yapın, biz de alkışlayalım. Ancak mevcut Türk müziği eserlerini çok sesli hale getiriyoruz diye eserlerimizin namusuna dokunmaya hiç kimsenin hakkı yoktur, vesselam. Bugün Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası var. Olsun, yaşasın ama, tarihinde nevbet, tablhane ve mehter gibi kurumların bulunduğu Türk devletinin yönetim merkezinde bir Türk Müziği topluluğu bulunsun. Cumhurbaşkanlığımıza bağlı bir “Türk Müziği Topluluğu” kurulmasının elzem olduğunu düşünüyorum. Üstelik Başkent Ankara’da Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı, çok başarılı “Türk Halk Müziği” ve “Türk Sanat Müziği” toplulukları, koroları var. Keza değerli TRT Radyo sanatçıları var. Bu korolara ve sanatçılara Cumhurbaşkanımızdaki etkinliklerde yer veriliyor. Ancak, Cumhurbaşkanlığımızın çatısı altında “Türk Müziği Tektir” düsturundan hareketle, Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği ayrımı yapmadan, seçme sanatçıların görev aldığı bir “Cumhurbaşkanlığı Türk Müziği Topluluğu” mutlaka kurulmalıdır. Kültüre, sanata ve sanatçıya büyük değer veren Sayın Cumhurbaşkanımızın bu konuya olumlu bakacağını düşünüyorum. Esen kalınız…
 
Geri
Üst