A
Admin
Yönetici
Yönetici
“Ah kızım, kızım taş olsaydım çatlardım, toprak oldum da dayandım.” demişti Nezahat’e. İki Tutam Saç – Dersim’in Kayıp Kızları belgesel filmimizin kahramanı Huriye Aslan. 4 Mayıs 2025 tarihinde Berlin’de önemli bir anıtın açılışına davetliyiz. Nezahat ile birlikte gitmeyi ve o anı birlikte yaşamayı çok istiyoruz. Zira 72 yıl sonra Dersim Tertelesi’nin kamusal alanda ilk kez tartışılır kılınmasının verdiği duyguyla, bu “ilk anıt”ın açılışına da tanıklık etmek istiyoruz. Olmadı. Birlikte gidemedik. Nezahat adına üzüldüm. Bir grup arkadaşla Köln-Berlin yolculuğundayız. Herkes yaralı, herkes travmalı. Ben ise yaptığımız çalışmalarda topladığımız binlerce travmatik öyküye eklenen yenileriyle derinden derinden kanıyorum. Birimiz annesinden, diğeri ninesinden, öbürü babası veya dedesinden, amcasından, halası veya teyzesinden dinlemiş. Adeta bir sözlü tarih atölyesindeymişiz gibi ve sanki ilk kez anlatıyormuşuz gibi çığlık çığlığa birbirimize (ben çoğunlukla dinleyen durumda) anlatıyor, anlatıyor ve söz dönüp dolaşıp yol boyunca defalarca anlatıyoruz... Tam olarak kuşaklar arası (ikinci/üçüncü kuşak) travma aktarımı/anlatımı durumu... Berlin’e, davetli olduğumuz Berlin Dersim Kültür Derneği’ne varıyoruz. Birkaç saat sonra “Dersim’den Suriye’ye Alevi Katliamları” başlıklı panel var. Ben, fotoğrafta gördüğüm anıtı merak ediyorum. Parkta üstü örtülü duruyor öylece ve yarın görebileceğimizi söylüyor bir arkadaşımız. 4 Mayıs öğleden önce geliyoruz anıtın bulunduğu parka. Endişeli ve heyecanlıyım. Ya istediğim gibi bir şey olmazsa, hayal kırıklığı yaşarsam… Üstü, Dersimli kadınların başörtüsü olarak kullandıkları siyah zemin üzerinde adeta gökkuşağı renklerinden oluşan ve “kefiye” dedikleri bir örtüyle kaplanmış bir “taş” görüyorum. Endişem artıyor. 3370 km uzaktan, bir Tertele alanı olan Dersim/Beyaz Dağ’dan getirilmiş olmasının genel Dersimliler için duygusal bir anlamı olabilir. Ancak ben başka bir şey bekliyorum/arıyorum. Bu taş, Tertele’yi; travmayı, belleği anlatmalı ki bir anıta dönüşebilsin. Yoksa bir taş olarak kalacak benim nezdimde ve hayal kırıklığımla geri döneceğim... Tören saati başlıyor. Pirler/Analar, politikacılar, akademisyenler, sanatçılar, yazarlar, gazeteciler her zaman olduğu gibi sahneye yakın. Biraz çevresinde halk duruyor taşın etrafında. Politikacıların dışında herkes heyecanlı. Halk duygusal; merak ve heyecanla taşa dokunmak, öpmek, yüz sürmek istiyorlar. Ben ise bu duyguyu anlamakla birlikte endişeli bekleyişimi sürdürüyorum. Bir ara kefiyenin açılışına yardım eden zarif bir kadın dikkatimi çekiyor. Eserin tasarımcısı olduğunu sonradan öğreniyorum: Ezgi Kılınçaslan. Pirler ve Analar Kirmançki/Zazaki, Kurmanci/Kürtçe gülbanglar söyleyerek açılışın inanç ritüellerini yerine getiriyorlar. Bu biraz uzun sürüyor ama anlatımlar çok sarsıcı, adeta Tertele’yi yeniden yaşıyor gibiler. Tüylerim diken diken… Bir kısmını yanımdaki Taner Hoca’ya (Akçam) tercüme ediyorum. Çok otantik. Pirler, Analar taşla konuşuyor adeta. Diyorlar ki: “Şimdi seni 1937/38’in zamanından, mekânından koparıp buraya getirdik. Bize, dünyaya her şeyi anlatasın diye. Söyle, anlat bize. Sen ne gördün, ne yaşadın, ne duydun. Sen neden yaralısın, ölülerin altından mı kurtuldun? Annelerimizi, babalarımızı, nenelerimizi, dedelerimizi anlat bize. Onlara ne oldu? Onlar ne gördü, ne görmedi, anlat anlat... Yakılan evleri, yıkılan köylerimizi, dağlarımızı, ormanlarımızı anlat. Susma ne olur anlat. Sürgünü anlat. Kutsal mekânlarımızı; jar-u diyarlarımızı anlat. Köklerimizi, dilimizi, inancımızı, tarihimizi anlat. Köklerinden koparılan kayıp kızlarımızı, tecavüze uğramamak için intihar eden kadınlarımızı, genç kızlarımızı anlat ve tecavüze uğrayanları... Ey bin yılların tanığı kutsal taş, sen sırlarıyla o kutsal topraklarda yaşananların tanığısın. Söyle bize, bu zalimler, bu yezitler ne istedi bizden? Uçaklarla, zehirli gazlarla, en ağır silahlarla başka bir devletle savaşır gibi neden bize savaş açtılar? O uçakları kullanan Sabiha kimdi? Onun beline silahını takıp oraya gönderen kimdi? Oraya zehirli gaz isteyen ve onu kullanan kimdi? Oraya ‘bir temizlik harekâtı yapmak lazım’ diyen kimdi? O kararları Meclis’te aldıran, madalya dağıtan kimdi? Bunlar ‘rafizi, İslam düşmanı, sapkın inanç, ameliyat edilmesi gereken çıban, katli vacip’ diyen zalimler kimlerdi? ‘Hepsini fareler gibi zehirledik.’ deyip itiraflarda bulunan kimdi? Söyle bize, söyle susma… Bak sustun, konuşamadın lal oldun, bak dayanamadın çatladın, çatladın, çatladın... Şimdi aç yüreğini, konuş, anlat bize, anlat insanlığın engin yüreğine…” Pirler/Analar görevlerini gözyaşı içinde tamamlayıp kenara çekildiler. Sanatçı Ezgi Kılınçaslan, öylesine ikiye yarılmış/çatlamış taşın sırrını birazdan bize gösterecekti. Meğer o sıradan çatlamış taşın içinde bir yürek saklıymış. O çatlamış sıradan taş, teknik bir mekanizmayla yavaşça ikiye ayrıldı. Kirmançki/Zazaki bir ağıt eşliğinde açılan taşı şaşkınlık ve dehşet içinde izliyorum. Bunun bir sırrı olmalı diyorum. Bitişik iki elin avucu gibi yan yana açılan taşın içindeki sır, bir kalpmiş. Taşın kalbi... Hayır, çatlayan taşın kalbi... Kalbin üzerinde Dersim haritası ve Tertele’nin yaşandığı mekânların isimleri... Yıllardır üzerinde çalıştığımız ve dünyaya anlatmak istediğimiz Tertele ancak böyle bir eserle anlatılabilirdi. Bu bir şaheser... Diz çöktüğüm anıtın önünde hıçkırıklar boğazımda düğümleniyor, gözyaşlarımı tutamıyorum... Konuşuyor taş, konuşuyor, susmadan konuşuyor...Dilim lal, yüreğim ağıtların çığlığında... Etrafıma bakıyorum; hiç kimse yarım saat öncesindeki hâlde değil. Adeta zaman, mekân değiştirmiş ve başka bir boyutta yaşıyor gibi insanlar... Kimi kefensiz ve mezarsız atalarının mezarına kavuşmuş gibi, kimi koparıldığı kutsal inanç mekânına yüz sürer gibi, kimi bin yılların suskunluğunu parçalamış gibi, kimi sırtında/yüreğinde taşıdığı Tertele travmasını oraya bırakır gibi... Kimi ise hâlâ ağıtların sessiz çığlığıyla yas tutar gibi... Bütün bu acılara, haksızlıklara maruz kalmış, ötekileştirme ve nefret objesi hâline getirilmiş bu toplum, kendi ülkesinde, yaşadığı topraklarda değer görmemiş olmanın öfkeli ezikliğini yaşarken, bir taşın anıta dönüştürülmesinin onurunu, gururunu yaşar bir ruh hâline büründüğüne tanıklık ettim. Bir anıt onlar için sadece bir anıt değildi. Bütün yitik zaman ve virane mekânların yeni bir zaman ve mekânda can bulmasıydı. Bu sadece geçmişin, yitimin hafızası değil; geleceğin ışığı ve inşasının umuduydu. Tören yerinde Tertele mağdurlarının torunları tarafından dile getirilen şu düşünce karşısında söyleyecek bir şey bulamamanın çaresizliğini yaşadım: “Bu taş, taş hâliyle tanıklık ettiği zulme dayanamamış, çatlamışken. Acaba bu zulmün kararını alanlar, yapanlar, onlara destek verenler, onu inkâr edenler, bu zulümle yüzleşmeyenler taştan daha mı katı yürekleri?” Peki bizim atalarımız nasıl dayandı zulmün bu acılarına? İşte burada, cevap bulmakta zorlandığımız bu anda Huriye Teyze’nin o bilge sözü yetişiyor imdadımıza: “Taş olsaydım çatlardım, toprak oldum da dayandım.” Çatlayan taş, başka bir zaman ve mekânda, Dersim’in toprağında olmasa da Almanya’nın başkenti Berlin’de bir parkta dayanan toprağın üzerine bir anıt olarak yerleştiriliyor. Zaman ve mekânın bir taşta can oluşuna tanıklık ediyoruz. Bir taştan bir yürek yaratan, bir taşa veri yükleyerek onu canlı bir belleğe/anıta dönüştüren sanatçı; Binlerce kez teşekkür ediyorum sana. Sen ne muhteşem bir eser yaratmışsın... Anıt açılış ve anma töreninin sonuna doğru, bu taşa can veren, hafıza yükleyen sanatçı Ezgi Kılınçaslan’la tanışma ve kısa bir sohbet etme fırsati buluyorum. Sanatçı, esere dair mealen şunları dile getirdi: “Bu anıt her zaman açık olmayacak ve taşın içini, yani yüreğini herkes her zaman göremeyecek. Çünkü Tertele/soykırım yaşamış bir insan yüreğini herkese ve her yerde açamaz. O, ancak dostlarına, dost bildiklerine, kendini güvende hissettiği bir anda/ortamda açar yüreğini. Bu nedenle de anıt sadece anmalarda ve özel günlerde açılacak.” Törenden sonra insanların çoğu çekildi ve alan boşaldı. Anıt, yüreğini kapatarak parkta tek başına çatlamış bir taş şekline büründüğünde ben sık sık kullandığım birkaç kavramın bu anıt töreniyle bağını kurmaya çalışıyordum. Anmak, Hatırlamak, Yüzleşmek ve İyileşmek... Ve tabii ki Saygı ve Onur: Bir toplumu soykırıma uğratırken en vahşi saldırı, o toplumun onuruna, kutsal değerlerine, bu değerlerin ritüellerine, hafızasını oluşturan sembollerine yönelik yapılır. Değersizlik ve öz saygı yitimi yaşatılır. Bu, o toplumun çözülmesine ve dağılmasına neden olur. Dolayısıyla bu sadece silinmek istenen geçmiş değil, aynı zamanda çalınan geleceğidir toplumun. Soykırımlarla mücadele eden toplumlar da kendini bu değerler üzerinden yeniden inşa etmeye çalışırlar. Öncelikle bu vahşi saldırıyı gerçekleştiren ideolojik ve şiddet mekanizmalarıyla hesaplaşmak, yüzleşmek ve iyileşmek isterler. Onurlarının iade edilmesini ve saygı duyulmasını beklerler. Bu mümkün değilse kendi olanaklarıyla bir var olma stratejisi izlerler. Anmak ve Hatırlamak. Bunun en kalıcı ve etkili yolu da çok çeşitli semboller, simgelerdir. Hafıza sembolleri, hafıza mekânları... Kimliğin, kişiliğin inşa süreci bir nevi hafızanın ve bunun sembollerinin inşası sürecidir de. Bu süreç bir direnme ve var olma biçimi olarak kabul görür. Bu sadece geçmişi anmak, hatırlamak için yapılmaz; bugünü korumak ve geleceği inşa etmek için yapılır. Tertele yaşamış toplumlar aynı zamanda sürgün ve göç toplumlarıdır da. Onlar bir yerden bir yere giderken sadece fiziksel yer değişimi yaşamaz, kültürlerini, inançlarını, anılarını, travmalarını birlikte götürür ve orada derinden derinden, kah açık, kah gizli olarak yaşarlar ve yaşatmak isterler. İşte bu anıt biraz da buna karşılık gelir. Geçmişe, bugüne ve geleceğe hakikat ışığı... Berlin hafıza mekânları ve sembolleri bakımından zengin bir başkenttir. Diğer bütün anıtlar gibi Nisange Tertele 38i/Dersim’38 Tertele Anıtı da Berlin/Kreuzberg’de hak ettiği yeri almış olmasının huzuruyla döndüm Köln’e... Ve elbette; bu süreci 2015/16 yıllarında başlatan, ısrarla sürdüren, başarıya ulaştıran ve bizi davet eden FDG (Avrupa Dersim Dernekleri Federasyonu) ve Berlin Dersim Kültür Derneği yöneticilerine, emekçilerine ve emeği geçen herkese yürekten teşekkür ediyorum. 08 Mayıs 2025 – Köln