A
Admin
Yönetici
Yönetici
Doğumdan hemen sonra bazı bebeklerde fark edilen sıra dışı fiziksel özellikler, bazen genetik bir mesajın görünür yüzüdür. Büyümüş bir dil, geniş bir göğüs kafesi, karnın dışına taşan organlar ya da vücudun bir tarafında anormal büyüme… Bu bulguların ardında yatan, nadir ama hayati önem taşıyan bir genetik bozukluk: Beckwith-Wiedemann Sendromu (BWS). Yaklaşık her 13.000-15.000 doğumda bir görülen bu sendrom, doğumsal makrozomi (aşırı büyüme), makroglossi (büyük dil), hemihipertrofi (vücudun bir tarafında asimetrik büyüme) ve iç organ anomalileriyle kendini gösterir. Çoğu zaman bebek doğduğunda ya da ilk aylarda belirtiler fark edilir. Ancak asıl risk, içeride saklı olan başka bir gerçekle ilgilidir: Tümör gelişme eğilimi. Genetik haritada bozukluk Beckwith-Wiedemann Sendromu’nun altında yatan temel neden, 11. kromozomun kısa kolunda yer alan imprinting genlerindeki (genomik damgalanma) epigenetik bozukluklardır. Bu bölgede büyümeyi düzenleyen IGF2 (Insulin-likeGrowthFactor 2) ve CDKN1C gibi genler bulunur. Normalde, bu genlerden biri anneden, diğeri babadan gelen şekilde sadece tek ebeveyn kaynaklı olarak aktif olur. Ancak BWS’de bu düzen bozulur. Genler baskılanamaz hale gelir ve iki kopya birden aktifleşir. Bu da hücre çoğalmasını ve büyümeyi kontrolsüz hale getirir. İşte bu noktada, sendromun fiziksel belirtilerinin yanı sıra Wilms tümörü (çocukluk çağı böbrek kanseri), hepatoblastom ve adrenokortikal tümör gibi ciddi tümör riskleri devreye girer. Tanı ve tarama Kesin tanı koymak için ileri düzey moleküler genetik testler gereklidir. Bu testler arasında DNA metilasyon analizleri, allelik ekspresyon testleri, uniparentaldizomi (UPD) tayini ve CDKN1C geninde mutasyon analizi yer alır. Özellikle 11p15.5 kromozomal bölgesindeki imprinting kontrol bölgeleri (ICR1 ve ICR2) üzerindeki metilasyon paternlerinin değerlendirilmesi, sendromun alt tipi ve tümör gelişimi açısından risk değerlendirmesinde önemlidir. Düzenli ve sistematik tarama protokolleri ile yaşam boyu izlem gerekir. Özellikle ilk sekiz yaşta, yani tümör gelişimi riskinin en yüksek olduğu dönemde, çocuklara her 3 ayda bir abdominal ultrasonografi yapılmalıdır. Bu görüntüleme, nefroblastom ve hepatoblastom gibi malignitelerin erken tanısını sağlar. Yine ilk 4 yaş boyunca ayda bir alfa-fetoprotein (AFP) düzeyi ölçülmesi önerilir. AFP, özellikle hepatoblastom gelişimini erkenden saptamada önemli bir tümör belirtecidir. AFP düzeylerinin zamana bağlı değişimi yakından takip edilmeli ve ani yükselmeler dikkate alınmalıdır. Bazı olgularda, özellikle hemihipertrofi belirgin olanlarda, taraflı böbrek büyümesi ya da vasküler anomaliler gelişebileceğinden renaldoppler ultrasonografi gibi ileri görüntüleme yöntemleri de devreye alınabilir. Tarama sürecinde çocuklar, yalnızca onkolojik açıdan değil, aynı zamanda endokrinolojik, nörolojik ve psikososyal gelişim açısından da düzenli olarak değerlendirilmelidir. Multidisipliner takip, tanının yönetiminde en kritik faktördür.