A
Admin
Yönetici
Yönetici
Batılı ülkelerin, özellikle de ABD ve Almanya gibi İsrail’in Gazze’de yürüttüğü savaş politikalarına kayıtsız şartsız desteği giderek azalıyor. İsrail’in en kararlı destekçileri olarak bilinen bu ülkelerin siyasetçileri ve medyası dahi artık hafif de olsa eleştiriler yöneltiyor. Almanya Başbaşkanı Friedrich Merz ve Dışişleri Bakanı Johann Wadephul gibi isimler bile artık rahatsızlıklarını dile getiriyorlar. Her ne kadar “soykırım” kelimesini kullanmasalar da, artık 7 Ekim 2023 saldırısına yapılan o meşhur referansı da terk etmeye başladılar. Salı günü CDU’lu Dışişleri Bakanı, dayanışmanın bir “zorunluluk” yani baskı olduğunu söyledi. Bu, yakın zamana kadar antisemitizmin kanıtı sayılıyordu — ki Almanya’da bu kavram neredeyse kutsal bir devlet ideolojisine dönüştürülmüş durumda. Wadephul mevcut dogmaya karşı mı geliyor? Hayır. Çünkü o hâlâ kadın ve çocukların katledilmesi için silah göndermeye devam edilmesini savunuyor. Samimi değil. Zaten Almanya’da dış politikada hümanizm bir türlü öğrenilemedi ve bu ilkeler hiçbir zaman uygulanmamaktadır. Almanya, “güneş altında kendine bir yer” arayışındaki üçüncü büyük hamlesinde, insan hayatından çok; savaş sanayisiyle ilgileniyor. 2019’da Suudi Arabistan’a 200 adet “Leopard” tankı satışının ortaya çıkmasıyla hükümet, bu krallığın “bölgedeki istikrarın teminatı” olduğunu savunmuştu. İsrail’e verilen emperyal görev de budur: Bölgede “düzen ve istikrar” sağlamak — tıpkı Mısır, Birleşik Arap Emirlikeri veya Suudi Arabistan gibi. Ancak Netanyahu, Donald Trump’ın ikinci başkanlık döneminin 125 günü içinde bu görevi tehlikeye attı. 20 Ocak’tan sonra Gazze’de serbestçe hareket edebileceğini düşündü ve bunu fırsat bilerek halkı açlığa mahkum etti, ölü sayısını 50.000’in üzerine çıkardı. Şimdi ise Filistinlileri komşu ülkelere sürme hazırlıkları yapıyor. Netanyahu ve etrafındaki faşistler sadece ölçüsüzce öldürmekle kalmıyor, aynı zamanda bölgeyi istikrarsızlaştırma yolunda ilerliyor. Bu durum ABD ve müttefiklerinin çıkarlarını doğrudan etkiliyor: Eğer bu bölgelerde onlar hâkim olmazsa, yerlerini Çin veya Rusya alacak. Dünyadaki güç dengeleri değişti. Bu nedenle Trump’ın yeni dönemindeki ilk yurt dışı ziyareti, İsrail’e uğramadan Orta Doğu’ya yapıldı — ilk döneminde böyle olmamıştı. Batı Avrupa bu mesajı aldı: İngiltere, İsrail büyükelçisini çağırdı ve bir ticaret anlaşmasını gözden geçiriyor. Kanada ve Fransa yaptırımlarla tehdit ediyor. Hepsi sokaklarda Filistin’le dayanışma gösterileri düzenliyor. Merz ve Wadephul gibi halk baskısı hissetmeyenler bile bu dönüşe katılıyor ve “görevin yerine getirilmesini” talep ediyor. Ama Netanyahu direndiği için şimdilik hiçbir şey değişmiyor. Katliamlar sürüyor... Almanya’nın İsrail’in Gazze’ye yönelik askeri operasyonlarına yaklaşımı, uzun süredir “koşulsuz destek” ilkesiyle şekillendi. 7 Ekim 2023’teki Hamas saldırılarından sonra bu destek daha da belirginleşti; siyasi söylemler tek sesli hâle geldi, eleştirel sesler “antisemitizm” suçlamalarıyla bastırıldı. Ancak savaşın şiddeti arttıkça, özellikle sivil ölümlerin dramatik boyutlara ulaşması ve uluslararası kamuoyunda tepkilerin büyümesi, Berlin’in de bu tutumu sürdürülebilir olmaktan çıkardı. Başta eski Başbakan Olaf Scholz ve eski Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock olmak üzere hükümet yetkilileri, aylardır İsrail’in güvenlik hakkını savunurken, Gazze’de yaşanan sivil kayıplara yönelik net bir eleştiriden kaçındı. Ancak son haftalarda bu çizgide yumuşama görülüyor. Hristiyan Demokrat siyasetçiler Friedrich Merz ve Johann Wadephul gibi isimlerin, artık İsrail’in savaş yöntemlerine dair “rahatsızlık” ifade etmeleri, Almanya’daki siyasi denklemin değiştiğine işaret ediyor. Bu açıklamalarda hala “soykırım” ya da “uluslararası hukuk ihlali” gibi sert kavramlar kullanılmıyor, ama 7 Ekim’e yapılan klasik atıfların da azalması dikkat çekici. Bu dönüşümün nedenleri sadece ahlaki değil, aynı zamanda jeopolitiktir. Gazze’deki yıkımın boyutları Almanya’nın uluslararası imajını zedeliyor. Üstelik, İsrail’in politikaları artık Batı’nın bölgedeki “istikrar” stratejisini tehdit eder boyuta ulaştı. Filistinlilerin açlıkla, kuşatmayla ve göç zorlamasıyla karşı karşıya kalması, yalnızca bir insan hakları krizi değil, aynı zamanda bölgesel istikrarsızlık riskidir. Bu durum, Almanya’nın hem Arap ülkeleriyle olan ekonomik ilişkilerini, hem de küresel Güney’deki nüfuzunu sarsıyor. Almanya’nın bu süreçte en çok eleştirildiği konulardan biri ise çifte standartlarıdır. Ukrayna’da sivil ölümler karşısında güçlü tepki gösteren, uluslararası hukuka vurgu yapan Almanya, Gazze’de benzer ihlaller yaşandığında sessiz kalmayı tercih etti. Bu tutum, Berlin’in evrensel değerleri yalnızca siyasi çıkarlarla örtüştüğünde savunduğu yönündeki eleştirileri güçlendiriyor. Aynı şekilde, İsrail’e yapılan silah ihracatının sürmesi de ahlaki söylemlerle pratiklerin uyuşmadığını gözler önüne seriyor. Sonuç olarak; Almanya’nın İsrail-Gazze politikasında yaşanan değişim, esas olarak dış baskıların ve uluslararası itibar kaygısının sonucudur. Eleştiriler artıyor, ama hâlâ sınırlı, temkinli ve stratejik. Samimi bir politika değişimi için yalnızca söylemlerin değil, eylemlerin de değişmesi gerekiyor. Aksi takdirde Almanya’nın bu konuda sergilediği ikiyüzlülük, yalnızca Filistinlilerin değil, kendi demokratik meşruiyetinin de altını oyar.