A
Admin
Yönetici
Yönetici
Ekonomi psikoloğu Felix Wunnike, yaklaşık üç yıl önce sosyal medyada gençlerin içinde bulunduğu durumu fark ettiğinde çok sarsıldığını söylüyor. TikTok hesabında "arkadaş bulmak" konulu videolar paylaştığında takipçileri tuşlara basarak tepki veriyordu. DW'ye yaşadıklarını şöyle anlatıyor: "Videoda sadece 'Bu videoyu en iyi arkadaşına gönder' dememe rağmen en çok beğeni alan yorum hep şu tarzdaydı: 'Benim arkadaşım yok.' Çok genç bir toplulukta, 'arkadaşım yok' diyen çok büyük bir kesim olduğunu fark ettim. Bu beni kişisel olarak çok sarstı." Dünya Sağlık Örgütü'nün (DSÖ) güncel bir araştırmasına göre, dünya genelinde her altı kişiden biri yalnızlık çekiyor. Ergenlerde bu oran her beş kişiden bire çıkıyor. Yetişkinlerde yalnızlık iş bulmayı ve işini korumayı zorlaştırırken gençlerde akademik başarıyı da olumsuz etkiliyor. Wunnike, "Arkadaş Bulmanın Tüm Bilinmesi Gerekenleri" adlı rehber kitabında artan bu eğilimin iki ana nedenini şu şekilde tanımlıyor: "Biri Covid'in neden olduğu etki, diğeri de sosyal medyanın etkisi. Tüm olumlu yönlerine rağmen gölgede kalan tehlikelere de dikkat çekmek istiyorum: Gerçek hayatı unutuyoruz. Instagram hikâyelerimizdeki paylaşımları izlerken gerçek hayatta dostluk kurmayı ihmal edebiliyoruz." Yalnız gençler otoriter akımlara daha açık Sosyolog Claudia Neu, yalnızlık çeken gençlerin politik tutumlarını inceledi ve "Son Derece Yalnız" adıyla Almanya'daki gençler arasında yalnızlık ile antidemokratik tutumlar arasındaki ilişkiyi mercek altına aldığı bir çalışma başlattı. Sonuçlar ürkütücü: "16-23 yaş arası gençler, komplo teorilerine ve siyasi şiddeti onaylamaya daha eğilimli. Ancak önemli bir nokta var: İstatistiksel bir ilişki bulunmuş olsa da bu doğrudan bir nedensellik ifade etmiyor. Her yalnız kişi elbette aşırı sağçı parti AfD'ye (Almanya için Alternatif) oy vermiyor, her AfD seçmeni de yalnızlık çekmiyor." Bu da konunun ne kadar hassas ve karmaşık olduğunu gösteriyor. Neu'un bu konuda yazdığı ve yalnız insanların ayrımcılığa daha açık hale gelebileceğini savunan kitabının adı: Yalnızlık ve Öfke. Teze göre, yalnızlık çeken insanlar toplumdan dışlandıklarını hissettiklerinde ve bu dışlanmaya öfkeyle tepki verdiklerinde, demokrasi için potansiyel bir risk ortaya çıkıyor: "Sürekli reddedilme yaşıyorlar. Mesela bir mangal partisinde kimsenin onlarla tanışmayıp yalnız dönmeleri gibi. İşte bu tür reddedilmeler, öfkeye dönüşebiliyor. Kendilerini haksızlığa uğramış hissediyorlar, sürekli bu acıyı besliyor, başkalarını suçluyor ve sonunda bitkinleşip öfkeleniyorlar." Yaşanılan yer belirleyici Claudia Neu, Göttingen ve Kassel üniversitelerinde yaklaşık on yıldır kırsal alanlar sosyolojisi üzerine çalışıyor. Yalnızlıkla bu alanın ne ilgisi var derseniz: Çok fazla. Yaşanılan çevre, bulunduğu yerin imkânları ve sosyal yaşam fırsatları yalnızlık üzerinde doğrudan etkili. Eğer bir park ya da yeşil alan 20 dakikadan fazla uzaksa, yalnızlık riski ciddi ölçüde artıyor. Kronik olarak yalnız insanlar çevrelerini daha karanlık, güvensiz ve iyi organize olamayacak şekilde algılıyorlar. Hem sokakta hem de evde rahatsız hissediyorlar ve mahallelerinin iyi organize olabileceğine pek inanmıyorlar. Bu da toplumsal bağların zayıflamasına neden oluyor. Tek kişilik hane sayısı hızla artıyor Sağlık sigortası şirketi Techniker Krankenkasse'nin anketine göre, Almanya'da insanların yaklaşık yüzde 60'ı yalnızlık hissi yaşadığını ifade ediyor. Aynı zamanda Federal İstatistik Kurumu verilerine göre Almanya'da 17 milyon kişi yalnız yaşıyor. Yani her beş kişiden biri tek başına. Bu sayı son 20 yılda yüzde 22 oranında artmış durumda. Neu'a göre sosyolojik olarak bu bireyselleşme hem olumlu hem de olumsuz sonuçlar doğuruyor: "Bir yandan insanlar ilişkilerinde daha fazla seçim özgürlüğü elde ediyor. Artık mutsuz bir ilişkiyi sonlandırmak daha kolay. Ama diğer yandan, ayrılıklar duygusal kaybı tetikleyebiliyor ve yalnızlık riskini artırabiliyor. Ancak yalnız yaşamakla yalnız hissetmek aynı şey değil; bu ikisi arasında doğrudan bir bağ kurmak dikkatli olmayı gerektirir." Yaşamın ortasında yalnızlık yayılıyor Bilim insanları, uzun süre yalnızlık riskinin yaşlılarda daha yüksek olduğunda hemfikirdi. Eş kaybı, arkadaşların uzaklaşması gibi nedenlerle. Ancak Alman Yaşlanma Araştırmaları Merkezi'nin en güncel çalışması, bu tabloyu değiştirdi: 43-65 yaş arasındaki kişiler yaşlılara kıyasla daha yüksek yalnızlık hissiyle karşılaşıyor. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Karin Prien, "Yalnızlık sadece yaşlıları değil, yaşamın ortasını da etkiliyor; genellikle görünmez ve hafife alınıyor" diyerek konunun önemine dikkat çekiyor. "Yaşamın İkinci Yarısında Yalnızlık" adlı araştırmanın sorumlularından Stefan Stuth ise ekliyor: "Önceki kuşaklarda yaşlılık yalnızlık perspektifi çiziyordu. Ancak artık emeklilikte çalışmak zorunda olmamak bir norm haline geldi. Bu artık psikolojik baskı yaratmıyor." Refah düzeyi ve gelir yalnızlıkta belirleyici Araştırmaya göre, özellikle yaşamlarının ortasındaki, işsiz ya da düşük gelirli bireylerin yalnızlık ihtimali daha yüksek. İşsizlikle gelen utanç, kimlik ve anlam eksikliği insanları sosyal izolasyona itebiliyor. En büyük etki ise risk birleşimi: Düşük gelir ve izole yaşama durumu. Dahası bireyin kendi gelir düzeyini nasıl algıladığı, ruh sağlığı üzerinde olumsuz bir etki yaratabiliyor. Stuth, DW'ye bu konuda şunları söylüyor: "Düşük gelir, topluma katılma fırsatını azaltır, bu da sosyal izolasyonu artırır. Kendi gelir durumunu kötü görmek de psikolojik sağlığı bozar."